ULUSLARARASI Para Fonu’nun (IMF) kuruluşunun 60. yıldönümü nedeniyle IMF Birinci Başkan Yardımcısı Anne Kreuger yaptığı bir konuşmada ‘krizler eskiden ödemeler dengesi sorunu nedeniyle çıkardı, artık sermaye hareketleri nedeniyle çıkıyor’ demiş.
Görüntüde, Krueger’ın tespiti çok doğru. Çünkü, yabancı sermaye çıktığında, çoğu zaman sermaye kaybeden ülke IMF’ye muhtaç oluyor. Buna kriz diyoruz.
Ama, iktisadi açıdan ödemeler dengesi sorunu ile sermaye hareketlerinin yaratabileceği sorunlar arasında fazla bir fark yok. Sonuçta, dış borçlanma ihtiyacını frenleyemeyen ülkeler krize giriyor.
NEYİN FİNANSMANI?
Sermaye hareketlerinin serbest olmadığı dönemlerde cari işlemler açığının finanse edilememesi nedeniyle ülkeler krize giriyordu. O dönemde, dış mali piyasalardan ülkelere sermaye girmesi serbest, gelen sermayenin dönmesi serbest değildi. Doğal olarak, dış piyasalardan sermaye piyasalarına sermaye akımı gerçekleşmiyordu. Dış fon ihtiyacı doğrudan borçlanma yoluyla karşılanıyordu. Borç bulunamayınca, ödemeler krizi yaşanıyordu. IMF’ye muhtaç olunuyordu.
Sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle, iç ve dış mali piyasalar arasında yeterli bir faiz farkı yaratarak dış mali piyasalardan fon akımı sağlamak kolaylaşır. Fon akımı bazen cari işlemler açığının finansmanında, bazen de döviz rezervlerinin artırılmasında kullanılır, Fon akımı cari işlemler açığının finansmanı için kullanılmıyorsa, döviz rezervleri büyür. Gelen dövizlerin büyüttüğü mali sistem yoluyla kamu sektörünün borçlanması kolaylaşır.
Dolayısıyla, cari işlemler açığı nedeniyle borçlanma ihtiyacı yoksa, merkez bankaları da dahil olmak üzere bankacılık kesimi, gelen dövizlerin park edildiği bir sektör haline gelmektedir. Gelen sermaye çıkmak istediğinde, bankalardaki dövizler satılıp yabancı sermaye çıkmaktadır. Bir ödeme sorunu olması söz konusu değildir. Dolayısıyla, IMF’ye de muhtaç olunacak bir durum yoktur.
Cari işlemler açığının finansmanı için yabancı sermaye akımı gerekiyorsa, durum farklıdır. Gelen dövizler ülkenin dış harcamalarında kullanılmıştır. Daha önce giren yabancı mali sermaye gitmek istediğinde, satılacak döviz ya yoktur ya da yeterli değildir. Dolayısıyla, ödeme sorunu vardır. IMF’ye muhtaç olunur.
Krizin göründüğü biçim, ülkeye döviz getirenin istediğinde dövizi alıp gidememesidir. Bu durumu yaratan da geçmişte ya da cari dönemde cari işlemler açığı verip dış borçlanma ihtiyacının yaratılmasıdır. Gelen dövizler harcanmamış olsa, kriz yaratacak bir durum da yoktur. Bankacılık sisteminde park edilen dövizler geri satılır, yabancılar çıkar. Kriz uluslararası değil, ulusal bir hal alır. Kamu sektörünün borçlanması zorlaşır. İçerideki faizler artar.
DENEYİMLER
1997 yılındaki Güneydoğu Asya krizinin de, 1998 yılındaki Rusya krizinin de arkasında, bu ülkelerin gelen dövizleri cari işlemler açığı yoluyla harcamış olmaları vardır.
1997 yılında az miktarda, ama Rusya kriziyle beraber 1998 yılının ikinci yarısında gelmiş yabacı sermayenin neredeyse tamamı Türkiye’den çıkmıştır. Ama, o dönemde gelen dövizler büyük miktarlarda cari işlemler açığı vererek harcanmadığından, isteyen dövizini alıp gitmiştir. Türkiye isteyene döviz satamayacak duruma düşmemiştir. IMF’ye muhtaç olunmamıştır. 2001 yılında IMF’ye muhtaç olmamızın nedeni, gelen dövizlerin satılmasına izin verilmemesinden kaynaklanmıştır.
Krizleri önlemede dikkat edilmesi gereken, sermaye hareketlerinin serbestliği değil, gelen sermayenin nasıl kullanıldığıdır. Gelen sermayenin cari işlemler açıkları yoluyla harcanması söz konusu olduğunda, sermaye hareketlerinin serbest olması, olası bir krizi geciktirme rolü oynayabilir. Ekonomi ‘olumsuz haberler’ karşısında daha az dayanıklı hale gelir. Olumsuzluklarla, káğıttan kule yıkılır.