İktisat eğitimi üzerine düşünceler (3)

EĞİTİMİN amacı iyi saptanmayınca, öğretilenler çok çabuk komikleşebiliyor. Kalite değil, miktar öne çıkabiliyor. Öğrencilerin kafası bir şeylerle dolduruluyor, ama neyle doldurulduğunu öğrenci de bilemiyor.

Makro ve para ekonomisi derslerinde bize Merkez Bankası’nın açık piyasa işlemleri anlatılırdı. Para arzını artırmak ya da azaltmak için Merkez Bankası’nın Hazine bonosu alıp sattığı söylenirdi. Bu işlem yapılırken de bono fiyatları oynadığından, faizlerin nasıl değiştiği gösterilirdi. Biz de oturup ezberlerdik.

Ezberlerdik, çünkü o dönemde Türkiye’de Hazine bonosu diye bir şey yoktu. Hatta, evdeki konuşmalardan Hazine bonosunu kötü bir şey diye bilirdik. O dönemde 1960’ların tasarruf bonosu macerasından dayak yememiş hiç kimse yoktu.

PARA EKONOMİSİ

O dönemde, Hazine bono satarak borçlanmazdı. Hazine, bankalara ya salma çıkarırdı ya da Merkez Bankası’nda doğrudan borçlanırdı. Para arzının aktif kontrolü diye bir şey yoktu. Para arzı devamlı artardı.

Kısacası, Türkiye’de olmayan bir şey bize öğretilmeye çalışılırdı. Çünkü, okuduğumuz Batı’da basılmış kitaplar bizde olmayıp yazarının memleketindeki uygulamaları anlatırdı. Bizim hocalarımız da sanki bizde varmış gibi, kitabı takip ederlerdi. Biz de para ekonomisi öğrenmiş olurduk!

Açık piyasa işlemlerinin ne olduğunu ve nasıl kullanıldığını sonradan Amerika’da lisans üstü eğitim yaparken öğrendim. Konuyu Amerika’daki sınıf arkadaşlarımdan çok daha iyi biliyordum. Ama, uygulamayı görmeden bilgileri yuttuğumdan neyin neyle ilgisi olduğunu çok sonradan öğrenmiştim.

Bugün artık bu gibi komiklikler yaşanmıyor. Merkez Bankası açık piyasa işlemi yapıyor. Hazine, bono satarak borçlanıyor. Bugünkü nesil Merkez Bankası bilançosunu da öğreniyor. Ama, Hazine’nin ya da Merkez Bankası’nın neyi neden yaptıklarını o denli iyi öğrendiklerini iddia edemem.

İKTİSATTA MATEMATİK

İktisat
bilimine matematiği sokmuş insanlardan biri Hollanda doğumlu Amerikalı iktisatçı Yale Üniversitesi profesörlerinden Tjalling Koopmans’dır. Aynı dönemde beraber çalıştıkları Nobel Ödülü sahibi iktisatçı James Tobin’in ağabeyi sayılır. Tobin 1960’larda Başkan John F. Kennedy’nin ekonomi baş danışmanlığını da yapmıştır.

Tobin, 1950’lerde verdiği seminerlerin birinde tahtaya bir tüketim fonksiyonu yazar. Koopmans bu denklemin ne anlattığını sorar. Artık klişeleşmiş bir hale gelen tüketim fonksiyonunun ne olduğunu Koopmans’ı memnun edecek bir biçimde Tobin anlatamaz. Koopmans, ‘öğrencilere matematik değil, iktisat öğretmek için buradasın, unutma!’ diyerek semineri terk eder.

Bu hikayeyi çok sonra Tobin’in ağzından duymuştum. ‘O gün Koopman’ın ne demek istediğini anlayamamıştım, ama artık ben de öğrencilerime aynı şeyi yapıyorum’ demişti. Bu hikaye benim için de çok öğretici oldu. Öğreticiydi, çünkü, amaçla aracı karıştırmamak gerekiyordu.

İktisat, uygulamalı bir bilim dalıdır. İktisat öğretiminin başlarında uygulama daima önde olmalıdır. Miktara değil, kaliteye önem verilmelidir. ‘Sanat, sanat içindir’ değil, ‘sanat toplum içindir’ anlayışıyla iktisat öğretilmelidir.

Bu tartışma bizi doğrudan ‘iktisatta ne öğretmelidir?’ sorusuna getiriyor. İktisat elbette evrensel bir bilimdir, ama uygulaması kurumsal farklılıklar taşır. Evrensel boyutu ‘sanat, sanat içindir’ anlayışına uygundur. Ama, uygulaması ‘sanat toplum içindir’ anlayışıyla ele alınmalıdır. Dolayısıyla, lisans düzeyinde kurumsal yapıyı ihmal ederek öğrencilere iktisat eğitimi verildiği iddia edilemez.
Yazarın Tüm Yazıları