NİHAYET, iç talep büyümesi konuşulmaya başlandı. Bu da bir faydadır. En azından, şimdilik bir çözüm arayışında olmasak da, sorunun ciddiyeti konusunda bazı çevreler uyarılar yapmaya başladılar. Bu da, hiç yoktan iyidir.
Tren kazasıyla ekonominin gidişi arasında benzerlikler çizilmeye başlandı. Alt yapısı uygun olmadan hızlı giden bir trenin raydan çıkması gibi, alt yapısı olanak vermezken hızlı büyüyen bir ekonominin de raydan çıkabileceği yönünde yorumlar yapıldı. En azından, ekonomik bir sorunun başımızdan yeni geçen bir tren felaketiyle özleştirilmesi risklerin anlaşılmasını kolaylaştırdı.
Ekonomik büyümenin yıllık yüzde 7’yi geçtiği bir dönemde işsizlik sorununun ağırlaşması doğal olarak siyasi iradenin büyümede frene basmasını engelliyor. Konuya ‘yangına körükle yaklaşma’ olarak bakılıyor.
MADALYONUN DİĞER YÜZÜ
Halbuki, bir de madalyonun diğer yüzü var. İç talepteki artışla beraber ithalat artıyor. Ekonominin döviz ihtiyacı artıyor. Şimdi, yeteri kadar, hatta fazlasıyla döviz girdiğinden sorunun ciddiyeti hissedilmiyor. Ama, döviz girişlerinde bir tıkanma olması durumunda, işsizlik sorunu, büyümeyi yavaşlatmaktan dolayı gelebileceği boyuttan çok daha ağır bir biçimde kendini hissettirecektir.
Dış denge açısından, sorunun kökeni iç talepteki büyümeye paralel olarak cari işlemler açığının artmasıdır. Cari işlemler açığını artırmayan bir iç talep büyümesi ekonomi üzerinde o denli bir risk oluşturmazdı. Risk, enflasyonla mücadele alanında kısıtlı kalacaktı. Şimdi, hem enflasyonla mücadeleyi hem de büyümenin sürdürülebilirliğini risk altına sokmuş bulunuyoruz.
Türkiye doğrudan yabancı sabit sermaye yatırımları alan bir ülke olsaydı da, iç talep büyümesi ekonomik büyümenin sürdürülebilirliğini, en azından kısa dönemde, tehdit eder nitelikte olmayacaktı. Çünkü, artan cari işlemler açığı borç yaratmayan doğrudan yabancı sermaye yatırımları yoluyla gelen dövizlerle karşılanacaktı. Kısa vadeli borç gibi, doğrudan yabancı sabit sermaye yatırımları canı sıkılınca ülkeden çıkan bir sermaye türü olmadığından, ekonomik büyümede kesinti söz konusu olmayabilecekti.
Yılın ilk beş ayında cari işlemler açığı 8.8 milyar dolar oldu. Yılın geri kalan kısmında geçen yılın aynı cari işlemler açığı gerçekleşse, 2004 yılında toplam cari işlemler açığı 11.3 milyar dolar olacaktır. Yani, cari işlemler açığı milli gelirimizin yüzde 5’ine yaklaşacaktır. Eğilimler bu miktarın aşılabileceğine işaret etmektedir.
ÇARE
Bu boyuttaki bir cari işlemler açığının finansmanının kesintiye uğramadan karşılanması reel faizlerin yüksek olmasını ve döviz kurunun yabancı paralar cinsinden faizlerin yüksekliğini garanti edecek bir biçimde oluşmasını gerektirir. Yani, döviz kurları reel olarak daha da düşecektir. Bütün bunlar için olumlu havanın devam etmesi gerekecektir. Bir anlamda, Türkiye ekonomisi artık ‘durursa düşer’ bir konuma sokulmaktadır. Geçici rahatsızlıklar yaratarak soruna çare aramak yanlıştır.
Çare, kamu finansmanında, maliye politikalarında aranmalıdır. Para politikasının bu konuda yapabilecekleri hem sınırlıdır hem de ciddi riskler taşımaktadır.