SICAK para kavramı Türkiye’de birçok insanın kafasını karıştırır. Genelde, yabancı yatırımcıların yerli para cinsinden kısa vadeli yatırımlarına sıcak para denir.
Çünkü, bu çeşit yatırımlar geldikleri gibi, hızla gidebildiklerinden, yakıcı olabilirler.
Aslında, Türkiye’de yalnızca yabancı yatırımcıların değil, yerli yatırımcıların da mali yatırımları sıcak paradır. Çünkü, yerli yatırımcılarda istediklerinde yerli paradan dövize ya da dövizden yerli paraya hızla dönebilmektedir. Toplam mali servetimizin neredeyse yarısı döviz üzerindendir. Duruma göre, döviz ile Türk Lirası arasında yerli yatırımcılar gidip gelirler.
Yatırımların vadeleri kısadır. Bankalardaki vadeli mevduatların ortalama vadesi üç ayı geçmekte zorlanmaktadır. Toplam döviz mevduatlarında belki vadeler çok daha kısadır. Kısacası, Türkiye’deki toplam para arzı sıcak para olarak tanımlansa, büyük bir hata yapılmamış olur.
Krizleri de genellikle yabancı yatırımcıların değil, yerli yatırımcıların portföy tercihlerindeki değişmeler çıkarır.
FAZLA POZİSYON
Her yerli yatırımcı gibi, bankalarımız da sıcak paracıdır. Bankaların dövizde açık pozisyon tutmaları sıcak paradır. Borçlandıkları dövizleri satarak Türk Lirası’na geçip döviz kurlarının artmayacağı beklentisiyle daha fazla gelir elde etmeye başka ne isim verilebilir ki? Ekonomi politikalarının göreli olarak güven verdiği dönemlerde bankaların da sıcak paracı olduğu iyi bilinen bir olgudur.
Bankalar her zaman dövizde açık pozisyon tutmazlar. Kur rejimine olan güvensizliklerin yoğunlaştığı dönemlerde bankalar dövizde fazla pozisyon tutarlar. Yani, bir anlamda, açık pozisyon yoluyla Türk Lirası’nda spekülasyon yaparken, fazla pozisyon yoluyla dövizde spekülasyon yaparlar.
1980’li yılların büyük bir bölümünde bankalar genellikle dövizde fazla pozisyon tutarlardı. Döviz kurları fırlarsa, zarar etmeyi önlemek bir tarafa, kar etmeyi umarlardı. Bankaların bu beklentilerini tersine çevirecek ekonomi politikaları uygulamak yerine ekonomi politikaları yapıcıları bankaların açık ya da fazla pozisyon limitleriyle oynayarak piyasayı kontrol etmeye çalışırlardı. Bu yaklaşım elbette beklenen sonucu vermezdi.
Aksine, kural koyucunun açıkça bankaların fazla pozisyon tutmalarını engelleyici düzenlemeler getirmesi beklentileri daha da bozardı. Kural koyucu döviz pozisyon sınırlarını açık ya da fazla yönünde simetrik yapacağına, o dönemlerde fazla pozisyon sınırını küçültüp açık pozisyon limitini geniş tutması beklentileri daha da bozardı.
Bir risk parametresi kur politikasının bir aracı haline getirilmişti. Yanlıştı, yanlış sonuçlar verdi.
YANLIŞ ÇÖZÜMLER
Şimdi de olduğu gibi, bazı bankalar ‘spekülatör’ ilan edilirdi. O bankaların döviz pozisyonları daha yakından takip edilirdi. Sınırları aşıp yakalandıklarında da, ceza kesilirdi.
Risk ikinci plandaydı. Amaç, döviz kurlarının üzerindeki baskıyı hafifletmekti. Halbuki, döviz kurları üzerindeki baskı yürürlülükteki risk parametresinden değil, piyasadaki fazla paradan kaynaklanıyordu.
Sorunu görmezden gelmek ya da aynı sonucu yaratan soruna yanlış çözümlerle yaklaşmak daima bir başka yerde çarpıklıkların oluşmasına neden oluyor.