EKONOMİ politikalarında bir taşla iki kuş vurulamıyor. Ama, çoğu kez ekonomi politika yapıcıları bir taşla iki değil, daha fazla kuş vurmayı gönüllerinden geçiriyorlar.
Bir taşla ancak bir kuş vurulabileceğini deneyimlerle öğrendik. Sonuçta, biraz zorla da olsa, Merkez Bankası’na yüksek ekonomik büyüme, düşük enflasyon, istikrarlı kur, sürdürülebilir cari işlemler dengesi ve yüksek istihdam gibi birbiriyle çelişkili bir takım hedefler verme sevdasından vazgeçtik. Para politikasının temel hedefinin fiyat istikrarının sağlanması ve sürdürülmesi olduğunu yasaya koyduk.
HASSASİYET
Böyle konularda politika hedeflerini yasaya koymak yetmiyor. Uygulama, uygulayıcıların etkilendiği ortam ve genelde ekonomik birimlerin kafa yapıları da önemli oluyor. Dünyada birçok gelişmekte olan ülkede, biz de dahil, para politikasını yönlendiren kılavuz "enflasyon hedeflemesi" oldu. Ama, uygulamaya bakıldığında, para politikasının doğrudan enflasyonu mu hedeflediği ya da döviz kurlarında arzulanmayan çıkışları mı törpülemeye yönelik kullanıldığı çok açık değil.
Para politikasının fiyat istikrarını hedeflemesinin arkasındaki en önemli neden enflasyonun parasal bir olgu olmasından kaynaklanır. Merkez bankaları kısa vadeli faizlerde ayarlama yaparak aslında piyasadaki paranın enflasyon yaratmayacak düzeyde olmasını sağlamaya çalışırlar.
Ekonomide enflasyon baskısı oluştuğu izlenimi aldıklarında, merkez bankaları kısa vadeli faizleri yükselterek piyasada enflasyon yaratma olasılığı olan parayı geri çekmeye çalışırlar. Buna karşılık, enflasyon baskısı hissetmediklerinde, kısa vadeli faizleri düşürerek yüksek faizlerin ekonomik büyümenin önünde engel olmasının önüne geçmeye çalışırlar. Teorik olarak, merkez bankalarının tespit etmeye çalıştığı kısa vadeli faiz düzeyi, enflasyon baskısı yaratmayacak, ama ekonomik büyüme önünde engel de oluşturmayacak bir faiz düzeyidir.
Son yıllardaki uygulamalara baktığımızda, gelişmekte olan ülkelerde merkez bankalarının, enflasyon 2-3 puan hedefin üst bandının üzerinde olması nedeniyle faiz politikasını aktif bir biçimde kullandıklarına tanık olmuyoruz. Ama, aynı merkez bankaları döviz kurlarındaki beklenmedik çıkışlara karşı faiz politikasını çok daha aktif kullanabiliyorlar.
Örneğin, gerçekleşen enflasyon uzunca bir süredir hedefin oldukça üzerinde olduğu halde, sessizliğini koruyan Romanya Merkez Bankası parası hızla değer kaybetmeye başlayınca faizleri artırma kararı aldı. Benzer bir yaklaşım Macaristan Merkez Bankası tarafından da sergilendi. Ama, piyasalarca enflasyona yeterli hassasiyeti göstermediği düşünüldüğünden, faiz artırımından sonra Romanya parası değer kaybetmeye devam etti. Yani, piyasalar tepkiyi ciddiye almadı. Macaristan’da ne olacağını göreceğiz.
GEÇMİŞ DENEYİMLER
Bizde bu konuda yeteri sayıda gözlem yok. Son beş yıldır faizler bir-iki kez 2006 yılı ortasında artırıldı. Faiz artırımları enflasyon baskılarına çözüm olarak değil, döviz kurlarındaki hızlı sıçramaya önlem olarak yapıldı. 2005 yılının son çeyreğinde başlayan enflasyon baskısı olduğu halde, kurlar fırlamasaydı, faizler artırılır mıydı?
Bugüne kadarki gözlemler birçok gelişmekte olan ülkedeki merkez bankalarının enflasyonun önünde değil, enflasyonun arkasından koştuğu yönünde bir izlenim veriyor. Belki de, baskı gruplarını, siyasi otorite dahil, enflasyon baskısı olduğuna ikna edemeyeceklerinden çekinip eleştirilerin hedefi haline gelmek istemiyorlar. Hükümetlere ayak bağı olmak istemiyorlar. Ama, yine geçmiş deneyimler gösteriyor ki, hükümetlere ayak bağı olmadan fiyat istikrarı ne sağlanabiliyor ne de sürdürülebiliyor.