BUGÜNLERDE ekonomi politika yapıcıları ve uygulayıcılarının gündeminde "enflasyon" ön sıralarda değil.
Ön planda olan, finans sisteminin çalışması, varlık fiyatlarının o denli düşmemesi ve ekonomik büyümenin düşük de olsa devam etmesi.
Finans sisteminin tökezlediği bir ortamda ekonomik büyümeden söz etmek doğal olarak olanaksız. Kredi piyasası çalışmadığında, finansal kaynakların en verimli bir biçimde dağıtımı da söz konusu olamaz. Kısacası, ekonomide mali ve reel kaynakların israfı söz konusu olur.
SINIR KALMADI
Enflasyon da mali ve reel kaynakların israf edilmesine neden olan bir ortam yaratır. Ama, nedense, politika yapıcıları ve uygulayıcıları çoğu zaman enflasyonun yarattığı kaynak israfından o denli rahatsız olmazlar. Aksine, sorunları "biraz enflasyon" yoluyla çözüme ulaştırmak tercih edilir. Diğer yandan, kredi piyasasının doğru çalışmaması enflasyon yaratarak da başarılamaz. Sorun, güven eksikliğidir. Enflasyon ise yarının sorunudur.
Bugünlerde yaşanan olgu da budur. Özellikle, Amerikan ekonomisinde, sorunlar üzerine para atarak çözüm aranıyor. Amerikan Merkez Bankası (FED), "olağanüstü durumlarda düşünülemeyeceklerin düşünülmesi gerektiği" savından hareketle, para basma kurallarını değiştirdi. Piyasaya borç verirken aradığı teminatların kalitesini düşürdü. Piyasaya borç verirken iş yaptığı kurumlar yelpazesini genişletti. Neredeyse, sokaktan geçen param yok dese, FED’in para verebileceği izlenimi oluştu.
Bir otoritenin piyasa ile ilişkisinde yapılabilecek en kötü şey, otoritenin piyasa tarafından test edilmesine yol açabilecek beklentilerin yaratılmasıdır. FED bu yönde beklentiler yarattı. Panik havasında aldığı kararlarla Amerikan ekonomisinde durumun, zaten kötüleşen piyasa beklentilerinden de kötü olabileceği izlenimini bıraktı. Piyasaları "daha düşünülemeyip düşünülmesi gereken ne olabilir?" sorusunu sormaya itti. Sonuçta, FED’in piyasada neredeyse işlem görmeyen (fiyatı sıfıra yakın) konut kredileri tahvillerini alabileceği beklentisi yaygınlaştı. FED bu dedikoduyu yalanladı.
Gelinen noktada, FED’in böyle bir saçmalık yapıp yapmaması çok önemli değil. Önemli olan, piyasanın FED’in çözüme yönelik olarak böyle bir uygulama içine girebileceğinin akıllara gelmesi. Demek ki, piyasalar FED’in neler yapabileceği konusunda hiçbir sınırı olmayacağına ikna olmuş durumda. Halbuki, merkez bankalarının para basmalarındaki en önemli sınır enflasyon ve enflasyon beklentileridir. FED açısından bu sınırın kalkmış olduğu düşünülüyor.
TARİHİN TEKRARLANMASI
Bir merkez bankasının para basmada sınır tanımadığı izlenimini oluşturması enflasyonun hızla yükseleceğine işarettir. Amerikan ekonomisi ciddi bir enflasyon dönemine giriyor. Bir süre enflasyonla debelenecek. 1970’li yıllarda da böyle olmuştu.
Enflasyon içinde debelenmenin sonucu daha yüksek faizler ve ekonomik büyümeden feragat etmektir. Amerikan ekonomisini de önümüzdeki birkaç yılda bekleyen bu olgudur. Aslında, ekonomik büyümeyi aksatmamak için bugün alınan önlemler ileride ekonomik büyümeye daha da büyük darbe vuracak gibi görünüyor.
Geçenlerde, FED eski Başkanı Paul Volcker da bu konuyu dile getirdi. Şaşırtıcı olmadı. Çünkü, 1970’lerde enflasyonu arka plana atan ekonomi politikaları İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Amerika’daki en yüksek enflasyon ortamını yaratırken, Paul Volker’ın başındaki FED politikaları yoluyla en ciddi resesyon dönemine neden olmuştu. Galiba, tarih tekrarlanıyor.