EKONOMİ yazınında, uygulanacak ekonomi politikaları konusunda iki uçtan söz edilebilir. Ekonomi politikalarının kullanımını bir uç tamamen pasif, diğer uç ise aktif olmasını ve devletin müdahaleci olmasını savunur.
Klasik ya da parasal (monetarist) iktisatçılar denen bir grup iktisatçı devletin denk bütçe yapması gerektiğini, para arzı genişlemesinin de enflasyon yaratmayacak bir biçimde yıldan yıla sabit tutulmasını önerirler.
Bu grup iktisatçı gözüyle, ekonomide gözlenen dalgalanmaların para ya da maliye politikaları yoluyla önlenebilmesi mümkün değildir. Böyle bir tavır akıntıya karşı kürek çekmektir. Aksine, yıldan yıla değişen para ve maliye politikalarıyla ‘kaş yaparken göz çıkarılması’ söz konusu olacaktır.
1930’larda yaşanan Büyük Buhran sonucunda popüler olan diğer bir yaklaşıma göre ise, para ve maliye politikaları ekonomik dalgalanmaları hafifletebilir. Kısa dönemde, işsizlik, büyüme gibi sorunlara aktif olarak uygulanacak maliye ve para politikalarıyla çözüm bulunabilir. Keynesyen yaklaşım olarak bilinen bu görüşe göre, devlet, yeri geldiğinde bütçe açıkları vermelidir. Uygun görüldüğünde, para politikası ekonomiyi genişletici, faizleri düşürücü yönde kullanılabilmelidir.
TÜRKİYE UYGULAMASI
İki uçtaki görüşlerin de haklı olduğu yerler vardır. Uygulamada, bunca yıllık deneyimler göz önüne alındığında bazı ilkeleri sıralamak mümkündür: Devletin piyasalara çok müdahaleci olmaması gerekmektedir. Bütçe açıklarının finanse edilemez boyutlara getirilmemesi gerekir. Para politikasının enflasyon yaratacak şekilde, maliye politikasının bir uzantısı olmaması gerektiği açıktır. Devlet, ekonomi politikaları yoluyla ekonomiyi yönlendirmekten çok, ekonomik birimlerin sağlıklı kararlar almasına yol açacak ‘iktisadi çevre’ oluşturmaya yoğunlaşmalıdır.
Uygulandığı biçimiyle Türkiye’de makro ekonomi politikalarından çok farklı şeyler anlaşılmaktadır. Her şeyden önce, Türkiye’de maliye ve para politikaları gibi politikalarla uzun yıllar makro değil, mikro hedefler gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Yatırım teşviki politikaları, vergi iadeleri ve Merkez Bankası yoluyla uzun vadeli yatırım kredilerinin verilmesi bu bakış açısından kaynaklanmıştır. İktisadi sorunların üzerine ‘para serpmek’ bir politika olarak düşünülmüş ve uygulanmıştır.
Çağdaş anlamda makro ekonomi politikaları uygulama kültürümüzün olmadığını iddia etmek çok yanlış olmayacaktır. Parasal çözümler her zaman diğer bütün çözümlere tercih edilmiştir. Gereğinde, vergi artırmak, harcama kısmak, faizleri artırmak hiçbir zaman bir çözüm gibi düşünülmemiş, para basmakla çözüme ulaşılabileceği düşünülmüştür. Bu yönde siyasi baskılar hala söz konusu olabilmektedir.
KÜLTÜR DEĞİŞİMİ
Cari işlemler açığının düşürülmesi konusunda döviz kurları yoluyla soruna çözüm bulmaya çalışmak da bu kültürümüzün bir parçasıdır. Bugünkü şartlarda, iç talep genişlemesini göz ardı ederek döviz kurlarının yükselmesi yoluyla ithalat talebinin düşürülebileceğini savunmak sorunu para basarak çözmeye çalışmaktan başka bir şey değildir. Halbuki, ‘dalgalı kur rejimi’ artık para basmamak için uygulamaya konmadı mı?
Para basarak bugüne kadar hangi sorunumuzu çözdük? Hiçbirini. Aksine, ekonomik sorunlarımızı para basarak daha da ağırlaştırdık. Geçmiş deneyimlerden ders alıp makro ekonomik politikaları IMF’nin bastırmasına fırsat vermeden gereği gibi kullanmayı öğrenmemiz gerekiyor. Bunu başarabildiğimizde, kalıcı bir ekonomik istikrara kavuşmamız kolaylaşacaktır.