TÜRKİYE ekonomisi az ya da çok büyüyecekse, cari işlemler açığının devam etmesi şart. Ekonomik büyüme için üretimin ve üretimdeki toplam katma değerin artması gerekiyor. O halde, ithalatın da artması şaşırtıcı olmayacak.
Bu eğilimi tersine çevirebilecek en önemli unsur ekonomik büyüme için artması arzulanan cari işlemler açığını finanse edecek dış kaynakların bulunamaması. Böyle bir durumda, ithalat artışı söz konusu olamayacak, cari işlemler küçülecek ve üretim zorunlu olarak düşecek. Ekonomik büyüme de söz konusu olamayacak.
ÇIKIŞ OLMASIN YETER
Küresel düzeyde yaşanan kriz birkaç açıdan Türkiye ekonomisini zorlayabilir. Uluslararası yatırımcılar artık daha dikkatli. Gelişmiş ülkelerdeki bankalar kredi verme standartlarını daha sıkılaştırdılar. Bu yaklaşım henüz şirketler düzeyinde. Ama, yıkıntı temizlenip içişlerini yoluna koyduktan sonra bankaların ülkeler düzeyinde de daha tutucu bir yaklaşımın benimseneceği kimseyi şaşırtmamalı.
Küresel düzeyde varlık fiyatları düşüyor. Daha önce değeri 10 milyar dolar olan bir şirket bugün 5 milyar dolar ediyor. Potansiyel alıcı azaldı. Fiyat düştükçe, potansiyel satıcıların satma hevesi de doğal olarak azalıyor. Potansiyel alıcıların isteksizliği Türkiye’nin önümüzdeki dönemde planladığı özelleştirmeleri de olumsuz etkileyebilir.
Birçok açıdan, Türkiye yabancı yatırımcılar açısından hala çekici bir ülke konumunda olsa da, "etrafın durulmasını biraz bekleyelim" anlayışıyla, "fiyatlar hele bir otursun" beklentisi potansiyel alıcıların kararlarının ertelenmesine yol açabilecektir. Bu süreçte, fiyatlar biraz daha düşebilir.
Geçmişte 10 milyar eden bir şirkete 6 milyar dolara alıcı çıkmayabilir. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde son üç yıla bakarak fiyat beklentileri çok şiştiğinden, özellikle özelleştirmeler zorlanabilir. Kısacası, programlanmış ödemeler hariç, bugünkü görünümüyle doğrudan yabancı yatırımlar yoluyla eskisi kadar dış kaynak bulmak artık zorlaştı. Halbuki, Türkiye son iki yıldır cari işlemler açığının yarısını doğrudan yabancı sermaye girişleri yoluyla finanse ediyordu.
2006 yılından bu yana Türkiye gibi ekonomiler açısından portföy girişlerinin önemi zaten azalmıştı. Yabancı yatırımcıların yurtiçindeki hisse senedi ve devlet tahvili alımları yoluyla ülkeye giren yabancı kaynak net bazda önemini kaybetmişti. Küresel bazdaki finansal krizin daha da derinleşmesi durumunda, yeni kaynak değil, eski yatırımların da yoğun olarak çıkma olasılığı küçük görülmemelidir.
BORÇLANMA
Dış finansman açısından geriye iki önemli yol kalıyor: bankalarımızın dış borçlanmalarıyla şirketlerin doğrudan dış piyasalardan borçlanmaları. Son yıllarda doğrudan yabancı sermaye girişleriyle beraber, bu iki kalem cari işlemler açığının finansmanındaki en önemli kalemlerdi. Önümüzdeki dönemde de bu iki kalem daha büyük bir öneme sahip olacakmış gibi görünüyor.
Türkiye’deki bankaların göreli sağlığı bu açıdan bir avantaj. Bankalarımızın sermaye yeterlilikleri tatmin edici düzeyde. Yurt dışındakilere benzer şekilde konut kredileri ya da varlığa dayalı menkul kıymet yatırımları yok. Dolayısıyla, bankalarımızın bilançoları yurt dışını alt-üst eden etkenlerden olumsuz bir darbe almadı. Şirketlerin yurtdışından doğrudan borçlanmalarının çok önemli bir bölümü de zaten bankalarımızın riski. Sonuçta, uluslararası para kurumadıkça, talep oldukça, bu kanaldan dış finansman sağlanması en büyük olasılık olarak görülmeli.
Son aylarda gözlenen ödemeler dengesi finansmanındaki eğilimler de bu yolda. Yarın rakamlara gireceğim.