AVRUPA Birliği ile ilişkilerimizin beklenen biçimde şekillenmesi hem iç hem de dış piyasaları rahatlattı. Arada bir yarattığımız mini krizlerin herhalde sonuna geldik. Herkes, dersimizi almışızdır diye düşünüyor.
İç ve dış piyasalardaki beklentilerin kalıcı olarak olumluya dönmesi (en azından AB konusunda) Türkiye ekonomisinin borçlanabilme kapasitesini de artıracaktır. Dolayısıyla, cari işlemler açığının geldiği büyüklüğü finanse edemeyip ekonomide bir çalkantı yaratılmasının riski geçen haftaya göre çok düşmüştür. Bu, riskin ortadan kalktığı anlamına gelmez. Cari işlemler açığını daha fazla büyütmemenin, hatta düşürmenin yollarını aramalıyız.
AB haberleriyle, bir başka yerde bir başka olumsuzluk olmazsa, piyasalarda bayram devam edecektir. Aralık ayındaki siyasi karar da beklendiği gibi çıkarsa, olumlu beklentiler daha da kabaracaktır. Döviz kurları ve faizler üzerinde düşme yönündeki baskılar artacaktır. Ekonominin makro düzeyde idaresi, yeterli esneklik gösterilmediğinde, daha da güçleşecektir.
Kabullenmemiz gereken bir gerçek, ekonomide çalkantılar yaratabilecek riskleri asgaride tutmaya yönelik olarak, cari işlemler açığının idaresinin kurlar yoluyla değil, iç talep yoluyla olması gerektiğidir. Döviz kurlarının aşağı doğru gitme eğiliminde olduğu bir dönemde, iç talep kontrolünün önemi her zamankinden fazla artmıştır.
İç talep kontrolünün yükü (faturası) kamu finansmanına çıkacaktır. Kamu sektöründe tasarrufların artırılması önemlidir. Şimdiye kadar, kamu sektöründeki tasarruf ihtiyacı borç idaresindeki risklerden kaynaklanıyordu. Şimdi, borç idaresi yanında, iç talep idaresi nedeniyle de kamu sektörünün tasarruflarını artırması gereği doğmuştur.
Özel sektör olumlu beklentilerle tasarruflarını azaltmaktadır. Yatırımlar ve tüketim hızla artmıştır. AB ile ilişkilerimiz daha olumlu bir aşamaya geldikçe bu eğilim hızlanarak devam edebilir. Faizlerin düşmesi de bu eğilimi besleyecektir. Bu aşamada, Merkez Bankası’nın iç talep kontrolü alanında yapabileceği fazla bir şey yoktur.
Olumlu gidişin idaresi bazen olumsuzluğu aşmaktan daha zor olabilmektedir.
İç borçlarda yapı değişimi
2001 yılındaki krizin bugünlere taşınan etkilerinden biri de iç borç stokunun yapısıdır. Devlet, bir çok kamu kuruluşuna finansman darboğazından çıkabilmeleri için bol keseden devlet iç borçlanma senetleri ihraç etmiştir.
Toplam iç borç stokunun neredeyse yarısından fazlası kamu kesiminin elinde bulunuyordu. Böyle bir yapının önemli bir avantajı borçların vadesi geldiğinde otomatik olarak yenilenebilme özelliğiydi.
Geçen yıl sonunda, kamu kesiminin elinde bulunan konsolide bütçenin borçlanması olarak ihraç edilmiş Hazine bonoları toplam konsolide bütçenin iç borçlarının yüzde 47.6’sına geriledi. Bu yılın ağustos ayı itibariyle bu oran yüzde 38.9 oldu.
Kamu sektörü nakde dönerken, özel sektör daha fazla Hazine bonosu almaya başladı. Bütçe açığı 18 katrilyon lira civarında olduğu halde, konsolide bütçenin özel sektöre olan borcu geçen yıl sonunda 102 katrilyon lira civarındayken, bu yılın ağustos ayı sonunda 131 katrilyon lira oldu. Borçların vadesi geldiğinde, yeniden borçlanabilmek giderek daha fazla piyasaların rızasına kalmaya başladı.
Devlet bütçe açıklarının tamamını iç borçlanma yoluyla finanse ediyor. Kriz yılları bir tarafa bırakılacak olursa, devlet dış borçlanmada daha dikkatli davranırken, bütçe açığının yükü her zaman iç borçlanmanın üzerine yıkılmıştır. Doğrusu da budur. Doğru olmayan, iç borçların bir kısmının döviz cinsinden olmasıdır. Devlet, kendi parası cinsinden kendi vatandaşlarından borçlanmalıdır. Parayı para yapan bu çeşit uygulamalardır.
IMF’ye olan borçların geri ödenmeye başlanmasıyla, yurt dışı piyasaların Türkiye ekonomisine nasıl bakacaklarına bağlı olarak, iç borçlanma üzerindeki yük artabilecektir.
AB ile ilişkilerin beklenen yolda ilerlemesi bu konudaki riskleri azaltırken, IMF ile yapılacak üç yıllık yeni bir program ödemelerin yeniden zamana yayılmasını da içereceğinden, dış borç idaresini kolaylaştıracaktır. Dolayısıyla, konsolide bütçe açısından, dış borçlardan çok, iç borçların idaresi önümüzdeki birkaç yıl çok daha önemli olacaktır.
Merkez Bankası’nın eli güçlendirilmelidir
PARA politikası uygulaması açısından Merkez Bankası’nın elini zayıflatan iki önemli unsur vardır. İkisi de geçmişten gelen yüklerin Merkez Bankası’na taşıtılmasından kaynaklanmaktadır.
Birinci yük, Merkez Bankası’nın bilançosundaki döviz cinsinden olan yükümlülükleridir. Döviz sıkıntısı yaşandığı dönemlerde yüksek faizlerle Merkez Bankası’nın yurt dışındaki vatandaşlardan topladığı döviz cinsinden mevduatlar (kredi mektuplu döviz tevdiat hesapları) Banka’nın toplam bilançosunun neredeyse üçte biridir. Merkez Bankası bir mevduat bankasına dönüştürülmüştür.
Merkez Bankası yükümlülük yaratmak isterse kendi parası cinsinden yaratmalıdır. Para politikası konusundaki gücü de buradan gelmektedir. Halbuki, Merkez Bankası bilançosunun üçte ikisi döviz yükümlülüklerinden oluşmaktadır.
Bir başka açıdan, Merkez Bankası yoğunlukla Türk Lirası değil, döviz basmaktadır. Bu haliyle, Merkez Bankası’nın etkin bir para politikası uygulayabilmesi mümkün değildir. Bir program içinde, Merkez Bankası döviz yükümlülüklerinden kurtulmalıdır.
Para politikası açısından, Merkez Bankası üzerindeki bir diğer yük bilançosundaki piyasada alışverişi olmayan (likit olmayan) uzun vadeli devlet iç borçlanma senetleridir. Bir anlamda, bu senetler Merkez Bankası bilançosunun likit olmasını önlemektedir. Bir bankanın bilançosundaki kötü krediler gibi, Banka’nın bilançosunu katılaştırmaktadır. Halbuki, Merkez bankalarının bilançolarındaki varlıklar çok kısa vadelidirler ve mümkün olduğunca likittirler. Yani, Merkez Bankası arzu ettiğinde çok çabuk satılabilirler. Bu özellik para politikasına esneklik kazandırır.
Yine bir program dahilinde, Merkez Bankası’nın elinde bulunan devlet iç borçlanma senetleri Hazine tarafından ivedilikle itfa edilmelidir. Bu şekilde, Merkez Bankası’nın para politikası uygulamalarında esnekliği artacaktır.
Önümüzdeki dönemde kötü beklentiler kadar, olumlu beklentilerin de idaresi önem kazanacaktır. Olağanüstü olumlu beklentiler de ekonomide beklenmeyen riskler oluşturabilecektir. Bu çeşit risklerle mücadele edebilmek için para politikasının esnek ve etkin olması şarttır. Aksi taktirde, fiyat istikrarını oluşturmak ve kollamak zor olabilecektir.
Merkez Bankası’nın elinin serbestleşmesinin birçok açıdan çok büyük önemi vardır. Zaman buldukça hafta içi yazılarımda bu konuları daha ayrıntılı işleyeceğim.