İKTİSADİ sıkıntılarımızın çözümünün bir çoğunu bankalardan bekliyoruz. Bankalar da kendi sıkıntılarının çözümünü nasıl bulacağının çıkmazı içinde.
Sektör itibar kaybetti. Ekonomi, yüksek enflasyon döneminde her yönüyle çarpıldı. Dolayısıyla, çözümler de zaman alacak. Sabırlı olmalıyız.
Her ne kadar sermaye yeterliliği kuralların öngördüğü düzeyde desek de, bankacılık sistemi serbest öz kaynak sıkıntısı içindedir. Sektörün öz kaynak düzeyi kárlılık için yeterli olacak düzeyden oldukça uzaktır. Örneğin, geçen yılki sermaye piyasası kárları elde edilemediğinden, bu yılın ilk dokuz ayında bankaların toplam kárlarında bir artış olmamıştır.
Geçmişten gelen sorunlar henüz temizlenememiştir. Öz kaynakların önemli bir bölümü sabit kıymetlere ve iştiraklere bağlanmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) son verilerine göre, özel sermayeli bankaların öz kaynaklarının dörtte üçü sabit kıymetlere, karşılığı ayrılmamış sorunlu kredilere ve iştiraklere yatırılmış durumdadır. Bazı bankalarda bu oran yüzde 100’ün üzerindedir. Dolayısıyla, bankalar ancak daha fazla borçlanarak yeni kaynak yaratmak durumundadırlar.
Borçlanmalar hem pahalıdır hem de vadeleri göreli olarak kısadır. Yani, bankalar da bu anlamda reel faizin yüksekliğinden şikayetçidirler. Topladıkları fonların üzerine konan vergi ve benzeri yüklerden şikayetçidirler.
Banka bilançolarının vade dağılımı tablosu çok çarpıcıdır. Sektörün içinde yaşadığı sorunların önemli bir bölümünün resmi gibidir.
Bankaların toplam yükümlülüklerinin yüzde 70’inin vadesi üç aydan düşüktür. Daha ince bir hesap yapılsa, ortalama mevduat vadesinin iki ay civarında olduğu anlaşılacaktır. Buna karşılık, bankaların plasmanlarının (krediler, Hazine bonoları gibi) ancak yüzde 31’i benzer vadelerdedir. Plasmanların yüzde 70’i üç aydan daha uzun vadelidir. Yani, bankalar kısa vadeli borçlanıp uzun vadeli borç vermektedirler.
Teknik deyimiyle, bankalarımız akıl almaz ama zorunlu bir vade riski taşımaktadırlar. Risk, ancak getiri ile karşılanabildiği ölçüde anlamlıdır. Piyasadaki rekabet şartları içinde bankaların aldıkları vade risklerini daha yüksek getirilerle anlamlı bir hale getirmeleri mümkün değildir.
O halde, ortaya şu sonuç çıkmaktadır: Vade risklerinin getiriyle karşılanamaması bankaları, likidite riski gibi, daha başka riskleri almalarına zorlamaktadır. Bu yapı içinde kısa vadeli oynamalar haricinde reel faizleri düşürmek mümkün değildir. Doğal olarak uzun vadeli faizler kısa vadede geçerli olmak zorundadır.
Bu yapı bankaların suçu olarak görülemez. Bu yapıyı dikte ettiren tasarruf sahiplerinin tercihleriyle, banka kaynaklarını kullanan kesimlerin (şirketler ve devlet) vade tercihleridir.
Bu yapı, ancak, enflasyonun indiğine ve enflasyonun düşük kalacağına ekonomik birimlerin inanmasıyla değişebilecektir. Yani, enflasyonun daha da inmesini ve makul bir süre düşük düzeylerde kalmasını ekonomik birimler gözlemeden banka bilançolarındaki çarpıklık değişmez. Bu yapıyla daha bir süre daha yaşamak durumundayız.
Bu çarpıklık değişmediği sürece, alınan riskleri içeren banka karlılıkları düşük olacaktır. Reel faizler yüksek olmaya devam edecektir. Bankaların uzun vadeli kredi vermeleri mümkün olmayacaktır. Bankalar uzun vadeli krediler vermeye kalkarlarsa, en önce BDDK tarafından engellenmelidirler.
Bazı fiyatlar ortalamanın üzerinde artacak
YILLIK bazda enflasyon yüzde 10-15 civarında olduğu halde, kiraların yüzde 20’nin üzerinde artmasının şaşılacak bir tarafı yoktur. Her zaman bazı fiyatlar ortalamanın üzerinde artacaktır. Bazen, bazı fiyatlardaki artış ortalamanın üç misli dahi olabilecektir.
Ortalama fiyatlarda istikrar gözetildiğine göre, bazı fiyatların çok fazla artması durumunda ortalama olumsuz etkileniyorsa, diğer fiyatların çok daha az artması, hatta düşmesi gerekmektedir. O halde, fiyat istikrarı konusunda gerekli çaba gösterilememiş demektir.
Önümüzdeki dönemde de, kira dışında, sağlık ve eğitim fiyatları ortalamanın oldukça üzerinde artacaktır. Bu eğilimi değiştirebilmek mümkün görünmemektedir. Hastane sahiplerini ya da özel okulları suçlayarak enflasyonu arzuladığımız düzeylere getiremeyiz.
Sektörleri suçlayarak enflasyon hedefinden sapmaların açıklanmaya çalışılması doğru olmayan farklı yaklaşımların çözümmüş gibi tartışılmasına yol açabilir. Daha açık bir ifadeyle, kiraların dondurulması ya da sınırlandırılması enflasyon sorununa bir çözüm değildir.
Büyüme sürpriz yaptı
YILIN üçüncü çeyreğinde ekonomik büyüme bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 4.7 oldu. Sürpriz oldu.
Bir tanıma göre, iktisatçı, daha önce yaptığı tahminlerin neden yanlış çıktığını anlatmaya çalışan insandır! Bu tanıma uygun olarak, bu köşede yapılan tahmin hatasının nerelerden kaynaklandığını sıralamakta yarar var.
1. Sanayi sektörünün üçüncü çeyrekte büyümesi aylık sanayi endeksinin gösterdiğinin çok altında oldu. Milli gelir istatistiklerine göre, sanayi sektörü üçüncü çeyrekte yüzde 6.6 büyüdü. Halbuki, aylık sanayi endeksi aynı dönemde sanayi üretiminin yüzde 9.4 büyüdüğünü söylüyordu. Bir anlamda, tahminlerde kullanılan öncü göstergelerden biri ciddi bir biçimde yanılttı.
2. İnşaat sektörü belli bir büyüme eğilimi içindeydi. Nedense, yılın üçüncü çeyreğinde milli gelir istatistiklerine göre büyüme küçülmeye dönüştü. Halbuki, inşaat sektörünün girdileri son derece hareketli.
3. Ticaret sektörü yılın ilk yarısında yüzde 15-20 arasında büyürken, birdenbire üçüncü çeyrekte büyüme yüzde 7’ye düştü. İthalat verileri büyümede bu denli bir küçülmeyi yansıtmıyor.
Grafikte, 2002 yılının son çeyreğinden bu yana üç aylık bazda bir önceki yılın aynı dönemine göre milli gelir büyümesiyle ithalat büyümesi verilmektedir. Sol eksen ekonomik büyümeyi, sağ eksen ise ithalat büyümesini göstermektedir. Grafikten de görüldüğü gibi, göreli olarak bu yılın üçüncü çeyreğinde, ithalat artışındaki düşüşe göre ekonomik büyümedeki düşüş çok daha sert olmuştur.
İleride bu verilerde bir düzeltmeye gidilmediği taktirde, bu yılın son çeyreğindeki ekonomik büyümedeki düşüş belli bir yumuşak inişe işaret etmektedir. Ama, ithalatın aynı boyutlarda tepki vermemesi ilginçtir. Önümüzdeki dönemde ithalat artışında daha sert bir düşüş yaşanmadığı taktirde, ekonomik büyümedeki sert olarak nitelendirilebilecek düşüşü açıklamak zorlaşacaktır.