GEÇMİŞTEKİ arızi önlemlerin dışında bankacılıktaki ilk ciddi operasyon 1999 yılının sonunda yapıldı. Mali durumları bozulan beş banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredildi.
Amaç, kapsamlı bir istikrar programı uygulanmaya konulmadan önce, mali sistemin dengesini bozabilecek çürüklerin sistemden çıkarılmasıydı. Doğru bir yaklaşımdı.
Fakat, umulan olmadı. Piyasalara, özellikle kamuoyuna, ‘‘çürükler gitti, geride kalanlar sağlamdır’’ izlenimi verilemedi. Daha sonra IMF'nin itelemeleriyle taksit taksit başka bankalar Fon'a alındı. Yetmedi. IMF başka bankaların da Fon'a alınmasında ısrar etti.
Bankaların Fon'a alınması kararını veren Kurul'un üyeleri uyumlu hareket etmiyor diye bir gecede çıkarılan bir yasayla Başkan hariç tüm Kurul üyelerinin işine son verildi. Yenileri atandı. Onlar da yavaş kaldılar.
İLK ADIMLAR
IMF ile son sürtüşmenin gerisinde Telekom idaresinin profesyonelleşmesine muhalefetin yanında bazı bankaların hálá Fon'a alınmamış olması da vardı. Aynı gün, hem Telekom pürüzü giderildi hem de beş banka daha Fon'a alındı, iki banka da kapatıldı. IMF ile sürtüşme şimdilik bitti.
Son banka operasyonu, diğerlerinden biraz farklıydı. Öncekilerde, ya bankaların mali yapısı cari piyasa dengelerinde bozulduğundan, ya da bankaların içi hissedarları tarafından boşaltıldığından Fon'a alınmışlardı. Şimdiki operasyonda, bankalar mali durumlarını düzeltmek için gerekli önlemleri almadıklarından ya da alamadıklarından Fon'a geçtiler.
Bir adım ilerledik. Artık, bankalara mali durumlarının düzeltilmesi için öneriler yapılıyor. Bu önerilerin uygulanıp uygulanmadıklarına bakılıyor. Uygulanmamışlarsa banka Fon'a geçiyor. Uygulanmışlarsa, mali durumun iyileşip iyileşmediğine bakılıyor.
Toplam yirmiye yakın banka ya kapatıldı ya da Fon'a devredildi. Gelinen noktada, daha fazla bankanın Fon'a devredilmesi de artık bir çözüm olmaktan çıktı. Buna rağmen, ‘‘çürükler gitti, geride kalanlar sağlamdır’’ izleniminin verilebildiğini savunmak zordur.
BİR ADIM DAHA
Bir adım daha atmak gerekiyor. Bankaları kapatmak, Fon'a almak ya da sermayedarlardan yerine getirilemeyecek taleplerde bulunmak yerine, bankaların mali durumlarının aynı sermayedarın yönetiminde iyileşmesini hedefleyen politikalara öncelik vermek gerekiyor. Yani, artık devlet kimlerin bankacılık yapabileceğine, kimlerin bankacılık yapamayacağına karar vermek durumundadır. Bu karar paralelinde, devletin bazı bankalara bir sermayedar olarak da katılması gündeme gelmelidir.
Bu konular devletimizin alışık olduğu konular değillerdir. Çünkü, Türkiye'de devletin káğıt üzerinde ve kamuoyu önünde farklı müteşebbislere farklı davranmak gibi bir alışkanlığı yoktur. Farklı muamele, kapalı kapılar ardında gerçekleştirilir. O nedenle de, geçmişte parayı verene banka satıldı ya da satışına izin verildi.
Banka lisansı vermek çok ayrıcalıklı bir muameledir. Dolayısıyla, devletin kimlere ayrıcalık tanıyacağı konusunda çok iyi fikir sahibi olması gerekir. Bu gerçekleştirilebildiğinde, bankaların taksitle Fon'a devredilmesi dönemi de bitecektir.
Aksi takdirde, bankacılık giderek devletin yönetimine girme riski ile karşı karşıyadır. Bundan da en fazla banka müşterileri zarar göreceklerdir.