2001 Krizi’nden sonra, uzun uğraşlar neticesinde bankacılık sektöründe yeterli sermaye olduğu anlaşıldı. Acaba durum gerçekten böyle miydi?
Bankaların düzenlemelerin öngördüğü sermaye miktarına sahip olmaları gerçekten yeterli sermayeleri olduğu anlamına mı gelir? Makro ekonomik koşulların yarattığı dengelerle, bankaların ihtiyacı olduğu sermaye, düzenlemelerin öngördüğü sermayenin üzerinde olamaz mı?
Bu soruların yanıtları o dönemde fazla aranmadı. Aksine, çeşitli yollarla, düzenlemelerin öngördüğü sermaye miktarının tuttuğu anlaşıldığında, herkes rahatladı. Sanki, hiçbir sorun yokmuş gibi algılandı. Sorun yoktuysa, başımıza gelenlerin nedeni neydi?
GÖRÜNMEYEN PİSLİKLER
2001 Krizi sonrası bankacılıkta atılmış en önemli adım 2001 öncesi bankalarımızın yüklendiği kur riskini devlete devretmiş olmalarıdır. Buna karşılık, bankacılıkta vade riski devam etmektedir. Faiz riski önemli boyutlardadır. Kötü krediler sorunu kalıcı bir çözüme ulaştırılabilmiş değildir. Normal şartlarda, salt bankacılık faaliyetlerinden (sermaye kazançları hariç) kárlı olabilmek için gerekli sermaye miktarı eksiği söz konusudur.
Bu sorunlar şimdilik bankacılık sektörünü tehdit eden bir görünümde değillerdir. Çünkü, ileriye dönük beklentiler olumludur. Ekonomi reel bazda tahminlerin çok ötesinde büyümektedir. Dolayısıyla, risklerin gerçekleşmesi olasılığı azdır. Böyle bir ortamda, sorunlarımızı hal yoluna koymuş gibi, güle oynaya yolumuza devam ediyoruz.
Faizlerin düştüğü ortamda sermaye kazançlarının artması ile sektör karlı gibi görünmektedir. Tahsili zor kredileri İstanbul Yaklaşımı içine almakla batık kredi sorunu yokmuş gibi görünmektedir. Her şeyden önemlisi, ekonominin ciddi bir çalkantı içine girmeyeceği beklentisiyle bütün riskler göz ardı edilmektedir.
Çeşitli nedenlerle faizlerin armaya başlaması durumunda, ekonomide çalkantıların yaşanması durumunda, pisliklerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Çünkü, pisliklerin kendisi de çalkantıların bir nedeni olabilmektedir. Beklenmedik bir biçimde kurların artması durumunda dahi, kur riski taşımıyormuş gibi görünen bankacılık sektörünün zor bir döneme girmesi kaçınılmaz olacaktır. Kısacası, dengeler kırılgan değildir demek yanlıştır.
YENİDEN YAPILANMA
Yerli sermayenin bankacılıktan çıkma arzusunun ve/veya yerli sermayenin bankacılık sektörü ile ilgilenmemesinin arkasında biraz da bu durum söz konusudur. Çünkü, sektörde bazı risklerin gerçekleşmesi durumunda, düzenlemelerin gerektirdiği sermaye miktarı yetmeyecek, bankaların bankacılık faaliyetlerinden kar etmesini sağlayacak sermaye miktarına sahip olmaları zorunlu olacaktır. Yani, banka sermayedarları bankalarının sermayelerini artırmak zorunda kalacaklardır.
Sermaye artışları daha yüksek getiri için değil, geçmiş zararların telafisi için gerekli olacaktır. Aklı başında yerli bir sermayedarın kısa dönemde bu durumu kabullenmesi zordur. Sektörden çıkmak daha çekici bir seçenek haline gelmektedir.
Daha sağlıklı ve sağlam bir bankacılık sektörü için Türkiye borç-alacak ilişkilerini daha iyi düzenlemek zorundadır. Yalnızca bankalarımızın yeniden yapılandırılmaları yeterli değildir. Bankalarımızın müşterileri de yeniden yapılandırılmalıdır.