Bankacılıkta gelinen nokta (1)

ÖZELLİKLE Cumhuriyet döneminde, banka sahipliği yoluyla sermaye birikimi gerçekleştirmek önemli stratejilerden biri olmuştur.

Bankacılık yoluyla sermaye birikimi sağlamak yalnızca özel sektör için değil, kamu sektörü için de geçerlidir.

Bu oyunun kuralı halkın mevduatını öncelikli alanlara kaydırmaktır. Kamu sektörü bu yolla önemli gördüğü sektörleri desteklerken, özel banka sahiplerinin bir kısmı da kendi girişimlerini desteklemek istemişlerdir. Risk neredeyse yok sayılmıştır. Riskin göz önüne alınmadığı bir bankacılık sisteminde sistemin yozlaşması doğaldır.

Doğal olarak, belli bir alanda ya da belli ellerde sermaye birikimi sağlamak için kurulmuş bankalar yok olup gitmişlerdir. Eğer hala böyle bankalar varsa, onlar da yok olmaya mahkumdurlar. Ziraat hariç, kamu sektörünün bu amaçla kurduğu sektör bankalarının hiçbiri bugün yaşamamaktadır. Bankacılık, halkın mevduatlarını riskleri göz önüne alarak değerlendirmek zorundadır.

SAT KURTUL

2001 krizi ile bankacılıkta da zihniyet değişmiştir
. En azından, bankacılığın gözetim ve denetiminde zihniyet değişmiştir. Daha da değişmeye devam edecektir. Zihniyet değişimi sırasında bazı kalıcı olumsuz etkiler de yaratılmıştır. Banka sahibi olmak korkutucu bir iş olmuştur. Gerçekten bankacılık yapmak için banka sahibi olan ve potansiyel banka sahipleri bu sektörden soğutulmuştur.

Riski öne çıkaran bankacılık anlayışı çerçevesinde ve yürürlükteki bankacılık gözetimi ve denetimi sisteminde bankacılıkta kar marjları zaten çok azalmıştır, hatta yok olmuştur. Dolayısıyla, Türkiye’de bankacılık sektörü yabancı sermayenin önüne itilmiştir. Bu sektörde yabancı sermaye ile rekabet edecek yerli sermaye de kalmamıştır. Yani, bir banka satılıkken, bankayı satın almak isteyenlerin tümü yabancı sermayeli bankalardır. Yerli sermayeye ‘sat ve kurtul’ anlayışı hakim olmuştur.

Türkiye bu konuda dikkat etmek zorundadır. Otomotiv sektörüne yatırım yapan bir yabancı sermaye fabrikanın arsasını ve duvarlarını alıp bir başka yere gidemez. Makinelerini alıp götürmek maliyetli bir iştir. Ama, bankacılıkta, bir bankanın varlıkları ülke dışına çok rahat çıkabilir. Bir bankanın yükümlülükleri yerli mevduat sahiplerinden oluşurken, varlıkları yabancı ülkelerde olabilir. Böyle bir stratejinin maliyeti sıfıra yakındır. Ekonomik çalkantı dönemlerinde, bu, potansiyel bir sermaye kaçışı yoludur.

ÖNEMLİ SİGORTA

Türkiye’de kaç tane yabancı sermayeli banka olmalı ya da sektörün yüzde kaçı yabancı sermayenin elinde olmalı gibi bir tartışma hem gereksiz hem de yanlıştır
. Ama, devletin, devlet adına gözetim ve denetim otoritesinin bu konuda mutlaka bir fikri olması gerekir. Otoriteler bu fikrini mutlaka kamuoyu ile de paylaşmak zorunda değildir. Bu çeşit konular yasalara yazılarak çözümlenemez ya da karara bağlanamaz.

Bugün, müşteri çıktığında, bankasını yabancı sermayeye satmayacak hiçbir yerli sermaye kalmamıştır. Fiyatlar da zaten çok iyidir. Bankasının tümünü ya da belli bir bölüm hissesine yabancıya satmanın yerli sermaye açısından bir takım avantajları da doğmuştur.

Bankaya yabancı ortak sayesinde fon yaratmak ya da yerli sermaye yetersiz kaldığında, yabancı ortağın sermaye artırımına katkı yapması gibi avantajlar zaten biliniyordu. Ama, son yıllardaki deneyimler çerçevesinde, yabancı ortak alınarak ‘banka hortumcusu’ olma riski de sıfıra indirilmektedir. Önemli bir sigorta alınmaktadır.

Devam edeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları