Her hangi bir piyasada her türlü düzenleme potansiyel kárları düşüren bir olgudur. Bankacılıkta düzenleme genellikle sektörün sağlığına yöneliktir. Dolayısıyla, çoğu zaman kısa dönemde sektörün sağlığı ile kárlılığı arasında bir seçim söz konusudur.
Otoriteler sektörün kısa dönemli kárlılığını değil, uzun dönemli sağlıklı yapının yaratacağı kárlılığı düşünmek zorundadır.
Çeşitli riskler alarak kısa dönemli kárlılığın nasıl silinip süpürüldüğünü bizler 2001 yılında gördü, şimdi de benzer bir olguyu gelişmiş ülkeler yaşıyorlar.
Banka idarecileri işlerinin gereği kısa dönemli kárlılığı önemserken, otoriteler uzun dönemli sağlıklı yapıyı oluşturmaya çalışmalıdır.
Zıtmış gibi görünen amaçlardan kabul edilebilir bir denge bulmak zorunludur.
DENGE ARAYIŞI
Likidite riski, bilançolardaki vade uyumsuzluğunun neden olabileceği likidite sorunları ve piyasa risklerinin (örneğin, Hazine bonosu fiyatlarının oynaması) neden olabileceği sermaye yeterliliği konuları dünkü yazının konularıydı.
Bunların dışında bilançoda görülmeyen riskler de unutulmamalı.
İskoçlar Amerikalıların viski içmesini bilmediklerinden şikayetle, Amerikalılar için "viskiye yeteri kadar buz koymaları mümkün değildir" derler.
Bankacılıkta da, "bankaların yeterli sermayeleri olmaları mümkün değildir" denebilir. Bu yargı, otoritelerin işi bilmediklerinden kaynaklanmaz. Sorun, bankalar battığında ya da zor duruma düştüklerinde, yükün çok önemli bir bölümünün otoritelerin üzerine yıkılmasındandır. Bu olguyu 2000’li yıllarda biz de yaşadık, Northern Rock bankası örneğinde İngiltere de yaşadı.
Sermaye yeterliliğini yüksek tutmak elbette potansiyel karların azalması anlamına gelir. Halbuki, işin mantığı açısından, en az sermaye ile en fazla kárı elde etmek esastır. Bankacılıkta, sermaye yeterliliği ile kár arasında bir denge tutturulmak zorundadır. Bu dengede en önemli parametrelerden biri bankaların yükseldikleri bilanço içi ve dışı kredi riskleridir.
Kredi riski banka müşterilerinin aldıkları kredileri geri ödeyememe riskidir. Eskiden, kredi riski, doğrudan banka müşterilerinin işlerinin bozulması nedeniyle aldıkları kredilerini geri ödeyememe riskiydi. Üretilen mala talep düşebilir. İş yeri yanabilir. Uzun süren iş bırakmalar nedeniyle sermaye tükenebilir. Ekonomik durgunluk kurulu kapasite ile iş yerini karlı olmaktan çıkarabilir. Bütün bunlar kredi riskinin parametreleriydi.
GEÇİRGENLİK SORUNU
Şimdi yeni bir risk unsuru oluştu.
Şirketler güçlerinin çok ötesinde kur riski almaya başladılar.
Satışları YTL cinsinden olduğu halde, şimdilik daha az maliyetli olduğu için döviz üzerinden borçlanmaya başladılar.
Bugünkü konjonktürde, bazı iş kollarını kısa dönemde ayakta tutabilecek tek yaklaşım bu olabilir.
Ama, orta-uzun dönemde şirketlerin aldığı kur riskinin gerçekleşmesi hem şirketleri hem de bu şirketlerin çalıştığı bankaları, tüm bankacılık sistemini zorlayacaktır.
Bu çeşit risklerin önemli bir bölümü banka teminat mektupları karşılığı dış borçlanma ile gerçekleştiğinden, bankalarımız için bilanço dışı risktir.
Ama, gerçekleştiğinde, bilanço içi batık kredi olur.
1990’ların ikinci yarısında Güneydoğu Asya ekonomilerindeki kriz şirketleri de, bankaları da silip süpürdü.