FIRTINALI sularda dümensiz gitmenin tek kelime ile açıklaması alternatifsizlik. Dümeni kullanmak gerçekçi olmadığı için fırtınanın sandalı devirecek kadar güçlü olmamasını ummaktan başka çare yok gibi görünüyor.
Dış açıklar artıyor. Dış açıkları kontrol altına almanın kısa dönemdeki tek yolu ekonomik büyümenin durması, hatta ekonomik küçülme.
Hiçbir hükümet bu yöndeki bir politikayı bir alternatif olarak düşünemez.
Özellikle, yerel seçimlerin yaklaştığı, işsizliğin artma eğiliminde olduğu bir dönemde bunu düşünmek dahi "abesle iştigal" olarak algılanır.
Enflasyon artma eğiliminde.
Enflasyonu kontrol altına almanın yolu kamu maliyesinde ve para politikasında hissedilir bir sıkılaştırmaya gitmek.
İkisi de ekonomik büyüme düşmanı politikalar.
Birincisi hükümetin elinde, ama siyasi nedenlerle uygulanabilir değil. İkincisi kağıt üzerinde işlevsel bağımsızlığı olan Merkez Bankası’nın elinde.
Ama, o da bu konumunu nasıl kullanacağı konusunda henüz kurumsal bir karara varabilmiş değil.
Kaldı ki, maliye politikaları ile aynı yönde hareket etmeden para politikasının neler başarabileceği de büyük bir soru işareti.
LÜKS ARAYIŞI
Döviz kurlarının ne yönde gideceği iç ekonomik beklentilerden çok, yurtdışındaki yatırımcıların beklentileriyle ilişkili.
Böyle bir mekanizmada, enflasyon artma eğilimine girse dahi, döviz kurları düşme eğilimine girebiliyor.
Yurtiçinde beklentilerin bozulduğu dönemlerde dahi Türk parası reel olarak daha da değerli hale gelebiliyor.
Bazı hükümet üyelerinin düşündüğü gibi, böyle dönemlerde Merkez Bankası daha fazla döviz alarak döviz kurlarının artan enflasyon paralelinde artmasını sağlayabilir.
Yani, basar parayı, alır dövizleri. Bu kez, zaten artma eğiliminde olan enflasyon daha da artacak.
Dolayısıyla, bu da çözüm değil.
İstiyoruz ki, ekonomik büyüme olsun, hem de yüksek olsun.
İstihdam artsın.
Enflasyon düşsün.
Bu arada, cari işlemler açığı da "risk" diye nitelendirilmeyecek düzeylerde gerçekleşsin.
Döviz kurları ihracatı engelleyen değil, teşvik eden bir biçimde oluşsun.
Böyle bir lüks yok.
Bu lüksü yaratacak bir politikalar demeti de yok.
Eskisi gibi, yurtdışından para geldiği sürece dış açıkların artması paralelinde ekonomik büyümenin devamı ve enflasyonun kabul edilebilir düzeylerde oluşması arzulanabilir.
Bu arzu, içinden geçtiğimiz konjonktür içinde de gerçekçi olmaktan çıktı.
"Kabul edilebilir enflasyon düzeyi" kavramından ne anlaşıldığı kişiden kişiye değişse de, ekonomik büyümede bugünkü düzeylerin korunması dahi enflasyonun artmasını gerektirecek bir oldu haline geldi.
YENİ PROGRAM
Geriye bir tek şey kalıyor: Dışarıdan para gelsin de, ne olursa olsun.
Kör-topal biraz büyürüz.
Enflasyonun 3-5 puan artması da dünyanın sonu değildir.
Yurtdışından para gelmeyip duvara toslamamızdan daha iyidir.
İşte, bu yaklaşım alternatifsizliktir.
Alternatifsizlik olgusunun birinci riski korkulanın başa gelmesi olasılığının giderek yükselmesidir.
İkincisi, alternatifsizlikten zaman kaybedildikten sonra çıkılmasının maliyetinin giderek yükselmesidir.
O nedenle de, "yeni bir program" gibi yaklaşımlarla içinde yaşanan çaresizlik görüntüsünden çıkılabilir. O takdirde, "yeni program" ekonomik birimlerin gözünde ancak IMF gibi belli bir "çapa" gerektirecektir.
Programın yeni olması da zaten buradan gelecektir.