AB üyeliği başlangıç ya da son değil, süreç

AVRUPA Birliği üyeliğine yönelik sürecin başlamasına çok yaklaştık. Komisyon raporunun orasına burasına itiraz edilebilir, burun kıvrılabilir.

Satır aralarından çeşitli anlamlar çıkarılabilir. Ne olursa olsun, üyeliğe yönelik önemli bir aşama geçilmiştir. Bunun gibi daha çok aşama bizleri bekliyor.

Üyelik müzakerelerinin sonuçlanmasına yönelik bir tarih hedefi verilebilirdi. Bu kez de tarihi beğenmeyecektik. Çok uzun bir süre hedeflendiği gerekçesiyle bozulacaktık.

Serbest dolaşım konusunda çok sert olunmayıp Türkiye ekonomisinin ortalama gelir açısından Avrupa ekonomilerinin ortalamasına yaklaşması serbest dolaşım için bir kriter olabilirdi. Böyle bir kriteri de serbest dolaşımın olmayacağı anlamında yorumlayacaktık.

Müzakerelerin kesilebileceği ya da müzakerelerin mutlaka bir üyelikle sonuçlanmayabileceği bu denli açıkça belirtilmeyebilirdi. Böyle bir yaklaşım bizleri memnun ederdi, ama gerçeği değiştirmezdi. İki taraf da müzakereleri her zaman kesme iradesine sahiptir. Bunu 1970’lerin sonunda göstermedik mi?

Raporun içinde olumsuzluklar arayacağımıza, olumsuzlukları olumluya çevirebilecek girişimlerde bulunmamız uzun dönemde çok daha yapıcı bir tutum olacaktır. Herkesin beklentileri farklı da olsa (çoğumuzun kafasından AB’den kaç para geleceği geçmektedir), amaç, Türkiye’nin, insanıyla, hukukuyla, ekonomisiyle, çevresiyle, havasıyla ve genel görünümüyle Avrupalılaşmasıdır. Bu yolda yürüdüğümüz taktirde, Avrupa Birliği’ne üyeliğin gerçekleşmesi amaç olmaktan çıkıp sonuç olacaktır. Ama, Avrupalı olmak sonuç değil, süreçtir. İşe bir Türk gibi başladık. Önümüze çıkan engellere takılarak konudan soğumamamız gerekiyor. Avrupa Birliği üyeliğini hep gündemde tutmamız gerekiyor. Yaptığımız her şeyde Avrupa Birliği perspektifini gözden kaçırmamamız gerekiyor. Bu konuda en büyük görev sivil toplum örgütlerine, piyasalara, yazılı ve görsel basına düşüyor.

Nasıl ki, IMF ile ilişkilerde piyasalar çok önemli bir rol oynamaktadır, aynı şekilde, piyasalar, AB’ye yönelik reformlarda siyasetçiler üzerinde en büyük baskı unsuru olacaklardır. Piyasanın sopasından daha iyisi icat edilmemiştir.

Avrupa Birliği’nin genişlemesi doğal olarak uzun bir süre yavaşlayacaktır. Son dönemde Birlik çok hızlı genişledi. Romanya ve Bulgaristan’ın da katılımıyla 2007’de 27 üyeli bir Birlik olacaklar. Yeni girenlerin hepsi göreli olarak fakir ülkeler. Bu ülkeleri Avrupa Birliği’nin hazmetmesi her açıdan sorunlu ve zor olacak.

Her şeyden önce, Avrupa Birliği’nin büyük ülkelerinde sorunlar var. Avrupa ekonomilerinin çoğunda üretimde verimlilik artmıyor, azalıyor. 1960’lı ve 70’li yıllarındaki ‘refah devleti’ anlayışıyla, bu ülkeler sosyal güvenlik sistemlerini iflasa sürükledi. Çok güçlü yapısal reformlar yapmak durumundalar. Ama, siyasi gerekçelerle reformlar erteleniyor. Ertelendikçe, sorunlar daha da fazla büyüyor.

Kıta Avrupa’sında ekonomik büyümeye bir türlü geçilemiyor. Motor ateşlemiyor. Bütçe açıkları Avrupa Birliği kriterlerinin üzerine çıkmış durumda. Kriterleri gevşetmeyi kriterlere uymaya çalışmaya tercih eder bir tavır takınıyorlar. Bu ülkeler zora girince Avrupa Birliği’nin kendisi de zora giriyor. O kadar ki, İngiltere’nin Birlik bütçesinden alması gereken 4 milyar Euro’yu almaması için İngiltere’ye ricacı olunuyor.

Birlik bu zorluklarla boğuşurken, üzerine Türkiye’yi hazmetme zorunda kalması çok gerçekçi değildir. Kaldı ki, Türkiye tek başına, son katılan ülkelerin neredeyse tümüne eşit büyüklüktedir. Yani, Türkiye çok büyük bir lokmadır.

Bu aşamada, Türkiye için tarihten çok sürecin başlaması çok daha önemlidir. Odaklanmamız gereken yer Türkiye’yi düzlüğe çıkaracak Avrupalılaşma sürecinde kararlılıkla ilerlemek olmalıdır. Kafayı tarihe taktığımızda, zorlu süreci ıskalama olasılığımız çok fazladır.

Borçlanabilme tek çözüm değil

AĞUSTOS
ayı itibariyle son on iki ayda cari işlemler açığı 13 milyar dolar oldu. Türkiye’ye giren yabancı sermaye (doğrudan yatırımlar ve borçlanmalar) 16.5 milyar dolara yaklaştı. Gelen paraların 4.2 milyar doları borçlanma değildi. Gerisini borçlandık. Merkez Bankası ve bankaların döviz rezervleri 4.6 milyar dolar arttı, gelen paraların gerisini yedik.

Bu yılın kalan kısmında 2.4 milyar dolar cari işlemler açığı verirsek, 2004’ü 13 milyar dolar civarında cari işlemler açığı ile kapatırız. Gelecek yıl da Türkiye’nin borçlanma kapasitesi bu yılki kadar, hatta daha fazla olabilir.

Avrupa Birliği üyeliğine yönelik olumlu gelişmeler Türkiye’nin borçlanabilme kapasitesini olumlu etkileyecektir. Dolayısıyla, döviz açığı ekonomik büyüme üzerine 2005’te bir kısıt olmayabilir. Saçmalamazsak, ülkenin uluslararası piyasalardan borçlanabilme kapasitesi artacaktır, ama kısa dönemde doğrudan yabancı sermaye girişinde bir patlama beklemek gerçekçi değildir.

Ekonomik büyüme üzerindeki kısıt, üretimde verimlilik artışının eskisi kadar olmaması nedeniyle, iç talep büyümesinin enflasyon üzerindeki olası olumsuz etkisidir. Türkiye fiyat istikrarını tesis etmek yönünde ciddi bir tutum takınacaksa, ekonomik büyümeyi daha makul sınırlara çekmek zorundadır.

Bundan önceki ekonomik istikrar çabaları siyasetçilerin ‘tutmayın elimizi, ne kadar hızlı büyürsek o kadar iyi’ anlayışına takıldı. Bu kez de aynı anlayışa takılırsak, yazık olur. Neyse ki, bu kez bizi gözleyen IMF ve AB var.

Belki de, tarihimizde ilk kez gelecek yıl, borçlanabilme olanaklarımız arttığı halde, borçlanma iştahımızı engelleyip ekonomik büyümeyi düşüreceğiz. ‘Büyüyebildiğimiz sürece büyüme’ formülü ancak fiyat istikrarını bozmadığı dönemlerde geçerli olabilir. O noktadan şimdilik uzaklardayız.

2005 daha zor bir yıl olacak

İŞLER
iyiye gittikçe, işimiz zorlaşmaktadır. Yüksekte kalmak yükselmekten daha zor olduğu gibi, beklentiler ne kadar olumlu olursa olsun, işlerin daha iyi gitmesi için 2005’e dönük daha kararlı ve disiplinli olmak zorundayız.

Enflasyon yüzde 10’lara indi, ama tek haneli rakamlara inip oralarda kalması çok daha büyük çaba isteyen süreçtir. Petrol fiyatları işimizi zorlaştırıyor. İç talep büyümesinin ciddiye alınmaması fiyat istikrarına büyük tehdittir.

Bu yıl üretimde verimliliğin beklentilerin çok üzerinde artması hem enflasyon, hem de ekonominin uluslararası rekabetçi konumu açısından çok büyük sorun yaratmadı. Ama, her yıl üretimde verimliliğin aynı hızda artmasını bekleyemeyiz. Verimlilik artışı sonsuza kadar devam edebilecek bir süreç değildir.

Son üç yıldır, verimsizliğin köpüğü alındı. Gidilecek biraz daha yol vardır. Ama, verimlilik artışı artık hızını keserek devam edecektir. Bu taktirde, hem uluslararası rekabet açısından hem de fiyat istikrarını tesis etme açısından zorlanacağız. Merkez Bankası raporu bu riske haklı olarak yer veriyor.

Bu zorlanma 2005 yılını ekonomik birimler için 2004 yılından daha zor bir yıl yapabilecektir. Bu yıl yüzde 10 civarında büyüyoruz. Hala hayatımızdan şikayetçiyiz. Gelecek yıl büyüme düşebilecektir. Borç bulamadığımızdan değil, enflasyonla mücadele etmek zorunda olduğumuzdan, büyümeden feragat etmek zorunda kalabiliriz.

Fiyat istikrarı içinde yaşamak bizi zorlayacaktır. Şimdiden zorlanıyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları