Ercan Kumcu

Kabahatli kim

14 Mayıs 2008
İŞLER iyi giderse, başarı hükümetlerindir. Kötü gittiğinde, sorumlu ya bürokrasidir ya da kötü giden işlerle ilgili kurumlardır. Enflasyon, hedefin çok üzerinde gerçekleştiğine göre, sorumlu Merkez Bankası olmalıdır! Hükümet masumdur!

Geçenlerde de vurguladığım gibi, enflasyonu yalnızca Merkez Bankası’nın sorunuymuş gibi görme eğilimi giderek güçleniyor.

Bu eğilim 2000 yılında hükümetin kendini istikrar programından soyutlamasına benziyor.

O dönemde, siyasi otorite bir başka telden çalarken, bürokratlar programa sahip çıkmaya çalışıyorlardı.

Kriz çıkınca, bürokratlar gitti. Hükümet kaldı. Siyasi otorite sorumluluğu hiç üstlenmedi.

Cezasını seçimlerde çekti.

Benzer bir yaklaşım şimdi sergileniyor.

Geçenlerde Sanayi Bakanı enflasyonun hedeflenenin iki katı olduğunu vurgulayarak Merkez Bankası’nı eleştirdi.

Seçimlerden hemen sonra da aynı Bakan, faizlerin acilen ve yüksek oranda düşürülmesini Merkez Bankası’na tavsiye etmişti.

İyi ki, o tavsiyeye tam olarak uyulmadı.

Enflasyon hedefi hükümet ile Merkez Bankası’nın ortak hedefidir.

Hedefe ulaşmak için Merkez Bankası’nın da, hükümetin de yapacağı işler vardır.

Birinin sorumlulukları doğrultusunda hareket etmesi diğerinin sorumluluklarını azaltmaz ya da değiştirmez.

Hedef her ikisi tarafından da sahiplenilmelidir.

Aksi takdirde, şimdi yaşandığı gibi komik durumlar ortaya çıkar.

Merkez Bankası otoritesini yeterince güçlü ve zamanında kullanamadı diye eleştirilebilir.

Hatta, Merkez Bankası’nın yanlış yaptığı söylenebilir.

Ama, bunlardan hiçbiri hükümetin enflasyon hedefine ulaşılması için yapması gerekenleri yumuşatamaz.

Sorarlar, hükümetin hiç mi kabahati yok?

SORULAR

Maliye Bakanlığı verilerine göre, genel bütçe dengesi 2006 yılında 5.8 milyar YTL açık vermişken, 2007 yılında bütçe açığını üç kata yakın artırıp 14.7 milyar YTL düzeyine getirmek enflasyona hiç mi katkı yapmadı?

2006 yılında faiz dışı fazla 40.2 milyar YTL olmuşken, 2007 yılında faiz dışı fazlanın nominal olarak 34 milyar YTL’ye düşürülmesi enflasyonun daha fazla yükselmemesine katkı mı yaptı?

Daha fazla harcama yapabilmek için ne zaman yeni gelir ihtiyacı duyulsa, yarattıkları çarpıklıklara bakılmaksızın katma değer, özel tüketim, akaryakıt tüketim vergileri gibi dolaylı vergi oranlarını artırmak enflasyonu hiç mi olumsuz etkilemiyor?

Enflasyon hedefi yüzde 4 olarak tespit edilmişken, bütçede harcamalarını yüzde 10’un üzerinde artırmayı öngörmek enflasyon hedefini ciddiye almak mıdır?

Merkezi yönetim bütçesinde faiz dışı fazlayı 2008 yılında milli gelirim yüzde 3.4’ünden yüzde 2.7’sine düşürmeyi hedeflemek enflasyonla mücadelede ne derece yardımcıdır?

Merkez Bankası’nın enflasyonun önümüzdeki dönemde daha da yükselme riskinin arttığından söz edip kısa vadeli faizleri artırmak zorunda kalabileceğinden söz ettiği bir dönemde maliye politikalarının gevşetileceği izlenimi vermek enflasyonu ve enflasyon beklentilerini olumlu mu etkileyecektir?

Enflasyonun hedeflenenin çok üzerinde gerçekleşmesi nedeniyle Merkez Bankası politikaları elbette eleştirilebilir.

Ama, hükümetin ve üyelerinin bu yönde eleştiri yapmaları teknik açıdan da, kamu yönetimi açısından da doğru değildir.

Önümüzdeki dönemde çok daha fazla ekonomik olumsuzluklarla mücadele edilecek gibi görünüyor.

Bu mücadelede hükümeti ve Merkez Bankası’nı birbirlerine karşı taraflarmış gibi göstermek enflasyonla mücadeleyi baltalayabilecek en önemli unsurlardan biri olabilir.

Hükümet bindiği dalı kesmeye çalışmamalı.
Yazının Devamını Oku

Enflasyonla kaynak yaratılmaz

13 Mayıs 2008
İÇGÜDÜLERİMİZ depreşti. Geçen yıla kadar istikrar odaklı ekonomi politikaları izlerken, rota değişti. Kaynak arayışlarına girdik. Kaynağı yine enflasyonda bulduk. Gerçekleşen enflasyon ile hedeflenen arasındaki fark açıldıkça, hedeflenen enflasyonu baz alan bütçenin içine devlet zaten sığamıyordu, şimdi hiç sığamamaya başladı.

Ek harcama arzularına da gem vuramayınca, bütçenin şişirilmesi kaçınılmaz oldu.

KAYNAK: BORÇLANMA

Birinci kaynak bütçe açığının artırılmasıydı.

Faiz dışı fazlanın milli gelirin yüzde 4.2’sinden yüzde 3.5’ine indirilmesi milli gelirin yüzde 0.7’si kadar ek kaynak olarak görüldü.

Yani, zaten açık veren bütçenin açığının daha da artırılması, daha fazla borçlanma ihtiyacı yaratılması "ek kaynak" oldu.

Geçmişte de, hükümetler faiz harcamalarını düşük tutup bütçe açıklarını kağıt üzerinde şişirmediklerini sanarak bu şekilde kaynak yarattıklarını düşünüyorlardı.

Yeni bir bütçe hazırlığına girişildi. Ekonomik büyüme tahmini yüzde 5.5’den yüzde 4.5’e çekildi. Ama, bütçedeki enflasyon hedefi yüzde 4’den yüzde 9.3’ün üzerine çıkarıldı.

Milli gelir deflatörü yüzde10’un üzerine alınarak tahmini gayri safi yurtiçi hasıla (milli gelir) 975 milyar YTL’ye çıkarıldı. Milli gelir nominal olarak büyütülerek daha büyük milli hasıla içinde daha büyük bütçe açığının planlanması nominal olarak daha fazla ek kaynak anlamına geldi.

Bütün bu rakamlarla oynamanın anlaşılır dille açıklaması şu: devlet daha fazla borçlanıp daha fazla harcama yapmak istiyor.

Bunun anlamı enflasyonun bugünkü düzeylerinde üstünde gerçekleşecek olmasıdır. Enflasyon yoluyla kaynak yaratıldığı düşünülmektedir.

Enflasyon yükselirken, ekonomik büyüme artacak mıdır? Ekonomik büyümenin ne yönde gideceği birçok etkene bağlıdır.

Birincisi, daha yüksek ekonomik büyüme için gerekli dış kaynakların bulunup bulunamayacağıdır. Dünya piyasalarının içinde olduğu çalkantılara bakarak dış kaynak bulmanın geçmişe göre daha zor olduğu düşünülerek ekonomik büyümenin yüzde 4.5’de (geçen yılki düzey) kalacağı hesaplanıyor.

BÜYÜYELİM DERKEN

Ekonomik büyümeyi etkileten yurtiçinden kaynaklanan unsurlar da var.

Daha yüksek bütçe açığının finansmanını kolaylaştırmak için Merkez Bankası ek para basmak istemeyebilir.

O takdirde, devlet, daha fazla borçlanabilmek için faizlerin artmasına razı olacaktır. Özel sektörün de borçlanması daha maliyetli olacaktır.

Devlet harcamaları yoluyla ekonomiyi daha fazla büyütelim derken, özel sektörün harcamalarını kısması yoluyla ekonomik büyümeye darbe vurulacaktır. Merkez Bankası enflasyon daha da artmasın diye ne denli sert önlemler alırsa, ekonomik büyüme o denli olumsuz etkilenecektir.

Merkez Bankası, maliye politikalarıyla uyumlu olmak adına, doğrudan devlete kredi veremese de, dolaylı olarak daha fazla para basarak devletin borçlanmasını kolaylaştırabilir.

O takdirde, devletin daha fazla borçlanması faizleri çok artırmayabilecektir, ama enflasyon iyice raydan çıkacaktır.

Merkez Bankası nasıl tavır alırsa alsın, özel sektörün devlet tarafından borçlanma piyasalarından itilmesi, yükselen enflasyon ve düşen büyüme ile yabancı yatırımcılar Türkiye ekonomisini daha da riskli görebileceklerdir.

O takdirde, ekonomik büyüme için ek dış kaynak bir tarafa, geçmişte elde edilen dış kaynakların net bazda geri ödenmesi gereği dahi doğabilecektir. Büyüyelim derken, küçülme dahi gündeme gelebilir .

Geçmişte bütün bunları yaşayarak buralara gelmedik mi?
Yazının Devamını Oku

Büyüme odaklı enflasyoncu politikalar

12 Mayıs 2008
HAZİNE’den sorumlu Bakan "Maliye politikalarının gevşetilmesine izin verilmeli" dedi. Ardından, ekonomi politikalarının koordinasyonundan sorumlu Başbakan Yardımcısı "Bundan sonra büyüme ve istihdam odaklı politikalar izleyeceğiz" açıklaması yaptı. Maliye Bakanı "Kamu finansmanının gevşediğini söyleyen köşe takılarının ya hesap bilmediklerini ya da dayak yemediklerini" iddia etti.

Özetle, hükümet, önümüzdeki dönemde "düşük enflasyonu unutun" dedi.

KÖTÜ BİR DÖNEM

Yurtiçindeki ve dışındaki ekonomik birimlere yanlış masajlar veriliyor. Enflasyon yüzde 10’a dayandı. Merkez Bankası para politikasının sıkılaştırılması gereğinden söz ediyor. Tüm dünyada ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde enflasyonun zaten artacağı vurgulanıp önlem alınması talep ediliyor. Galiba, biz bu gelişmeleri fazla ciddiye almıyoruz.

Uluslararası para Avrupa’daki gelişmiş ülkelerin bonolarına dahi tenezzül etmiyor. Finans piyasalarına değil, emtia yatırımı gözde yatırım alanı oluyor. Gelişmekte olan ülkelere uluslararası fon akışı yavaşlıyor.

Böyle bir ortamda, Türkiye’nin ekonomisini sorunsuz çevirebilmesi için yılda 50 milyar dolar taze dış kaynağa ihtiyacı var. Petrolün varili 125 doları geçmiş, yakında 150 dolara gelebileceği konuşuluyor. Türk Lirası’nın gelişmekte olan ülkeler içinde en riskli paralardan biri olduğu söyleniyor. Bu şartlarda, Türkiye IMF ile olan istikrar programının bitişini sabırsızlıkla bekleyip maliye politikalarını gevşeterek büyüme ve istihdam odaklı politikalara yöneliyor. Çok büyük riskler alıyoruz.

Enflasyonun yüzde 10’u aştığı, faizlerin giderek yükselmesi gerektiğinin beklendiği, kamu finansman dengesinin giderek bozulduğu bir ortamda Türkiye’nin bugünkü düzeylerde dış açıklar vermesi çok zor olabilecek. Daha küçük dış açıklarla daha az üretim yapmaya mahkum olacağız. Daha fazla ekonomik büyüme ve yüksek istihdam derken, ekonominin küçülmesini ve işsizliğin artmasını tetikleyeceğiz.

PARLAYANLAR VE SÖNENLER

1950’li yılların ikinci yarısında da böyle yapılmıştı. 1970’li yılların son dört yılı benzer bir yaklaşımla bir faciaya dönüşmüştü. 1989 yılından başlayarak tüm 1990’lı yıllar heba edilmişti. Tüm bu dönemlerde amaç kamu finansman dengesinde gevşeme yoluyla daha fazla ekonomik büyüme ve daha fazla istihdam yaratmaktı. Tam tersi oldu. Ekonomik büyüme düştü. Çok ciddi ekonomik krizler yaşandı. İstihdam artmadı, azaldı.

Brezilya’nın sosyalist Başkanı iktidara gelmeden önce yatırımcılar tarafından kaygı ile izlenen biriydi. Herkesi şaşırttı. Piyasaların en güvendiği liderler arasına girdi. İkinci kez seçildikten sonra, birinci dönemde yaptıklarının siyasi alandaki yararlarını da görerek daha fazla ekonomik istikrar taraflısı oldu. Brezilya tarihinde ilk kez yatırım yapılabilir ülke notuna (BBB-) ulaştı. Gelişmekte olan ülkeler içinde Brezilya şimdi parlıyor. Bir yanda gelişmiş ülkelerin finans piyasalarındaki sorunlar, diğer yanda gıda ve emtia fiyatlarının artmasıyla gelişmekte olan ülkelerin yaşayabileceği olası ekonomik sıkıntılar yabancı yatırımcıların kararlarında öne çıktı. Brezilya bir yıldız gibi parlarken, yüksek cari işlemler açığı veren ve fiyatları artan emtia ihracatçısı olmayan Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler dikkatle ve kaygı ile izleniyorlar.

Böyle bir dönemde yurtiçindeki ve dışındaki ekonomik birimlere çok yanlış mesajlar veriliyor.
Yazının Devamını Oku

Dış ticarette orta dönemli eğilimler

11 Mayıs 2008
İHRACATIMIZ artıyor. Ama ithalatımız dolar bazında daha fazla artıyor. Dolayısıyla, giderek artan dış ticaret açıkları veriyoruz. 1990’lı yılların ortasında ihracatımız 20 milyar dolar, ithalatımız 35 milyar dolar civarındaydı. Şimdi, yıllık ihracatımız 117 milyar dolar, ithalatımız ise 184 milyar dolar oldu. Bu dönemde, ihracatımız 6 kat, ithalatımız 5 kat arttı. Dış ticaret hacmi (ihracat ve ithalatın toplamı) eski milli gelirin dörtte biriyken, şimdi yeni milli gelirin yarısı oldu. Türkiye ekonomisi yıllar geçtikçe daha dışa açık bir ekonomi oldu.

İHRACAT DEĞİŞİYOR

İhracat artışımızın çok önemli bir bölümü sanayi ürünlerinden oluştu. Tarım ürünleri ihracatı toplam ihracatımızın yüzde 10’undan fazlayken, şimdi bu oran yüzde 3’lere düştü. Buna karşılık sanayi ürünleri ihracatının toplam ihracat içindeki payı bu dönemde yüzde 85’den yüzde 95’e geldi.

1980’lerde başlayan ihracat hamlesiyle ihracatımız daha çok tüketim maddelerine yönelmişti. 1990’ların ortasında toplam ihracatımızın yüzde 50’sinden fazlası tüketim maddeleriydi. Yatırım malları ihracatımız toplamın yüzde 4’ü civarındayken, ara mallar ihracatı toplamın yüzde 40’ının biraz üzerindeydi.

Son veriler tüketim malları ihracatının toplam ihracat içindeki payının yüzde 36’ya gerilediğini gösteriyor. Yatırım malları ihracatının toplam içindeki payı yüzde 13’ü geçerken, ihracatımızın yarısı ara mallardan oluşuyor. Bu dönemde ihracatın dağılımındaki değişim 2000’li yıllarda hızlandı. Enflasyondaki düşüşün ve döviz kurlarındaki genel eğilimin sektörler arasındaki göreli rekabetçi konumu değiştirdiği söylenebilir. İhracatın içindeki ithal girdi payının artması ihracatı da ithalata bağımlı hale getirdi.

İTHALAT DEĞİŞMİYOR

Türkiye ekonomisinde toplam ithalat ekonomik büyüme ile çok yakından ilgilidir. İhracatın ithalata bağımlı hale gelmesiyle, ihracatın artması da ithalat talebini otomatik olarak artırmaktadır. Sonuçta, ithalat, hem ekonomik büyümeden kaynaklanan girdi talebiyle hem de ihracat artışıyla çok daha fazla artma eğilimine girmektedir.

Toplam yıllık ithalat 1990’lı yılların ortasında 35 milyar dolarken, 2000 yılı sonunda yaklaşık yüzde 5 artarak 184 milyar dolar oldu.

1990’lı yılların ortasında toplam ithalatımızın yaklaşık yüzde 20’si yatırım malları, yüzde 65’i ara mallar ve yüzde 10’u tüketim mallarıydı. Şimdi, yatırım mallarının toplam içindeki payı yüzde 15’e gerilerken, ara malların payı yüzde 75’e geldi. Ara mallar ithalatının göreli öneminin artmasının arkasında enerji maliyetlerinin artması önemli bir etken. Ama, genelde ithalat yapısında fazla bir değişme olduğu söylenemez. Yatırım harcamalarının hızla arttığı dönemlerde yatırım malları ithalatının önemi dönemsel olarak artabiliyor.

Gelinen noktada, ithalatın hızlı artışıyla ortaya çıkan dış ticaret açığı sorununun kolayca çözülebilmesi çok mümkün görünmüyor. Ama, bu eğilimdeki bir ticaret yapısının dış açıklar yoluyla şimdi ve ilerideki yıllarda ekonomik büyüme üzerinde ciddi bir risk oluşturduğu da bir gerçek.
Yazının Devamını Oku

Koordinasyon bunun neresinde

9 Mayıs 2008
YANLIŞ ya da doğru, bir enflasyon hedefi söz konusu. Bu hedef yıllık programlar çerçevesinde hükümet ile Merkez Bankası’nın ortak hedefi. Hedefin ortak olması, Merkez Bankası’nın elindeki para politikasının da, hükümetin elindeki maliye politikalarının da işbirliği içinde hedeflenen enflasyon doğrultusunda oluşturulup uygulanması anlamına geliyor. Son iki-üç yıldır konunun bu yanı unutuldu. Enflasyon yalnızca Merkez Bankası’nın sorunuymuş gibi görünmeye başlandı. Geçen yıla kadar da maliye politikaları enflasyonun idaresine yönelik yardımcı oldu, köstek olmadı.

BALTALAMA

Son iki-üç yıldır enflasyon konusunda zorluklar var. 2001 Krizi’nden sonra hızla düşmeye başlayan enflasyon 2004 yılının ortasında yüzde 7’ye kadar düştü. O noktadan sonra enflasyonda katılıklar yaşanmaya başlandı. Üç yıldır enflasyon genelde yüzde 7-10 bandında dalgalanıp duruyor.

Gelişmiş ülkelerin finans piyasalarında başlayan krizle beraber enflasyonla mücadele daha da zorlaştı. Dünya ekonomileri düşen büyüme-yükselen enflasyon sürecine girdiler. Gıda ve enerji fiyatlarının artmaya devam etmesi de sorunu daha da ağılaştırdı. Türkiye bütün bu gelişmelere para politikası açısından geç tepki verdi.

Sonunda Merkez Bankası da durumun vahametini kabul edip para politikasının sıkılaştırılması gereğini kabul etti. Yaptığı açıklamada, para politikasının enflasyonu kontrol altına alınmasına odaklanırken, maliye politikalarının da sıkı bir biçimde devam etmesi gerektiğini vurguladı. Maliye politikalarında hedeflerin tutturulamaması durumunda, Merkez Bankası, çözüme daha fazla vergi ile değil, daha az harcama ile ulaşılması gerektiğinin altını çizdi.

Bu laflar hiç söylenmemiş gibi, aradan bir gün geçtikten sonra maliye politikaları duruşunun en önemli göstergelerinden biri olan faiz dışı fazlanın yeni milli gelire göre oranının bu yıl yüzde 4.2’den yüzde 3.5’ düşürüleceği ve 2012 yılında da bu oranın tedricen yüzde 2.4’ getirileceği açıklandı.

Bunun anlamı şu: Devlet bu yıl harcamalarını yeni milli gelirin yüzde 0.7’si kadar artırmaya karar verdi. Faiz harcamalarının daha büyük bir bölümünü de yeni borçlanmalarla finanse etmeyi uygun buldu.

Para politikası sıkılaştırılırken, maliye politikası gevşetiliyor. Merkez Bankası enflasyonla mücadelede yalnız bırakılıyor. Bunun da ötesinde, Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelesi maliye politikalarıyla baltalanıyor.

MALİYET YÜKSEK

Önümüzdeki dönem Merkez Bankası açısından çok daha zor bir dönem olacak gibi görünüyor. Gevşeyen maliye politikalarının enflasyon üzerine getireceği ek risklerle mücadele edebilmek için Merkez Bankası para politikasını düşündüğünden de daha fazla sıkılaştırmak zorunda kalabilir. Böyle yaparsa, faizler çok daha fazla artacaktır. Kamu finansman dengesi daha fazla bozulacaktır. Ekonomik büyüme tahminlerin de ötesinde darbe yiyebilecektir. Merkez Bankası bu şekilde davranabilecek midir?

Davranırsa, para politikasının gerçekten enflasyona odaklandığını ispat etmiş olur. Bugüne kadar kaybettiği itibarını fazlasıyla geri alır. Yumuşak bir tavır takınırsa, enflasyon alır başını gider. Koordinasyonsuzluğun cezasını enflasyonun bu düzeylere gelmesi için oldukça fazla maliyet ödemiş olan kitleler yüklenir.

Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ve para politikasının enflasyona odaklanmış olmasının anlamı galiba siyasi otorite tarafından iyi anlaşılamadı. Artık, para politikası maliye politikasıyla koordinasyon içinde olmayacak. Maliye politikası para politikasıyla koordinasyon içinde olacak. Olmazsa, bir şekilde geniş halk kitlelerine yazık olacak.
Yazının Devamını Oku

Zamanlama da strateji de yanlış

8 Mayıs 2008
DÜNYA ekonomileri hakkında belirsizlik çok fazla. Tüm dünyada ekonomik büyümenin düşüp enflasyonun artacağı bekleniyor. Türkiye ekonomisi için de benzer beklentiler söz konusu. Enflasyonun idaresinde Merkez Bankası zor bir dönem geçiriyor.

Böyle bir ortamda hükümet kamu finansman dengesinde gevşemeye gideceğini açıkladı. 2001 yılından bu yana milli gelirin yüzde 6.5’i kadar faiz dışı fazla hedeflenmişti. Hedef birçok yıl tutuldu. Geçen yıl, genel seçimler dolayısıyla bir gevşeme yaşandı.

Bu yıl için hedef kamu finansman dengesinde yeni milli gelirin yüzde 4.2’si kadar faiz dışı fazla vermekti. Anlaşılan hükümete bu hedefte sıkı geldi. Yeni hedef yüzde 3.5 olarak belirlendi. Önümüzdeki dört yıl içinde kamu finansman dengesinde faiz dışı fazlanın milli gelirin yüzde 2.4’üne düşürülmesi planlanıyor. Yani, gevşeme devam edecek.

HERŞEY SORGULANIYOR

Türkiye ekonomisini dünya ekonomileri içinde öne çıkaran en önemli ekonomik unsurlar,

1. Sıkı maliye politikası,

2. Enflasyona odaklanmış para politikası,

3. Düşmekte olan enflasyon

4. Yüksek ekonomi büyüme ve

5. Büyük ölçüde planlanan şekilde giden IMF ile yapılan ekonomik programdı.

Bu unsurlar sayesinde yılda 50 milyar dolara yakın yabancı mali kaynak sağlandı. Cömertçe cari işlemler açığı verilebilmesi mümkün oldu. Enflasyonun düşmesi hızlandı. Ekonomik büyüme daha yüksek gerçekleşti.

Bütün bu unsurların devamlılığının sorgulandığı bir dönemden geçiyoruz. Sondan başlarsak, IMF ile nasıl bir ilişki içinde olacağımız bilinmiyor. Ekonomik büyüme yavaşladı. Enflasyonda, bırakın düşme eğilimini, yükselme eğilimi oluştu. Para politikası belki hala enflasyona odaklıymış gibi görünüyor, ama başarısı sorgulanıyor. En son olarak şimdi maliye politikasının da gevşeyeceğini tüm dünyaya beyan ettik.

2008-2012 yıllarını içeren bir dönem için bazı ekonomik alanlara yönelik bir stratejiyi açıklayarak IMF ile de bağlayıcı bir program yapılmayacağı izlenimini vermiş olduk. Böyle bir strateji içinde yaşanan koşullarda doğru olmadı. Zamanlaması da aynı ölçüde doğru değildi.

DARBE DAHA BÜYÜK OLUR

Kamu finansmanının bazı önemli parametrelerinde son altı yılda küçümsenmeyecek gelişmeler gerçekleştirildi. Kamu sektörünün iç borcunun milli gelire oranı düştü. Bütçe açıkları 1990’lı yıllarda alışılan boyutların çok altına çekildi. Ama, sorunlar kökünden çözülmüş değil.

Kamu sektörünün iç borcu göreli olarak hala yüksektir. Borçların vadesi göreli olarak hala kısadır. Bütçe açığı hala yapısal ekonomik sorunların en başında gelmektedir
.

Bunları göz ardı eden bir yaklaşımla kamu finansman dengesinde gevşemeyi planlamak yurtiçindeki ve dışındaki ekonomik birimlerin Türkiye ekonomisi hakkındaki beklentilerini olumlu etkilemeyecektir.

Para politikasının sıkılaştırılmasının planlandığı bir dönemde maliye politikalarının gevşetilmesi söz konusu oluyor. Gerçekten enflasyona odaklanmış bir para politikası yaklaşımı bu durumda para politikasının daha da sıkılaştırılmasını gerektirebilecektir. O takdirde, ekonomik büyümenin daha da fazla darbe alması kaçınılmaz olacaktır.

Devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

Enflasyona bahane kalmadı

7 Mayıs 2008
BUGÜNE kadar ortalama enflasyonun yüksek düzeylerde kalması gıda ve enerji fiyatlarındaki artışa bağlanıyordu. Bu kalemlerdeki fiyatların diğer kalemleri de etkileyeceği çok fazla dikkate alınmıyordu. Şimdi, beklenen gerçekleşiyor.

Son iki ayda para politikasının etkili olduğu düşünülen fiyatlardaki artış (I endeksi) yüzde 3.2 arttı. Geçen ağustos ayından bu yana, I endeksindeki artış yüzde 4.8 oldu. Demek ki, para politikasının doğrudan etkili olduğunu düşündüğümüz temel enflasyon da şaştı.

Bu noktada, bırakın hedeflenen enflasyonla uyumunu, para politikasının enflasyonun artmamasıyla ne derece uyumlu olduğu masaya yatırılmalı. Galiba, Merkez Bankası’nın son açıklamaları da buna işaret ediyor.

DESTEK KÖSTEK OLUYOR

Özellikle çok kısa dönemde, para politikası ile enflasyon arasında bire bir ilişki olduğu iddia edilemez. Göreli fiyatlarının hızla değiştiği, enflasyon beklentilerinin dışsal şoklarla olumsuza döndüğü ortamlarda para politikasının duruşundan bağımsız olarak da enflasyon artabilir. Bu çeşit gelişmeler son dönemde yaşandı.

Para politikasının dışında gelişen fiyatlarla enflasyonun geçici bir süre artabileceği vurgulandı. Merkez Bankası’nın bu çeşit geçici şoklara tepki vermemesi gerektiği savunuldu. Para politikasının duruşu da bir anlamda bu gelişmelerin ardında gizlendi.

Gıda ve enerji fiyatlarındaki artışın bir noktada diğer kalemlerdeki fiyat artışlarına neden olacağı açıktı. Çünkü, fiyatlama kararları ortalama enflasyon üzerinden ve maliyetlerdeki artışlara göre oluşur. Sonuçta, hiçbir sektör göreli fiyatların aleyhine gelişmesini istemez. Talep şartları izin verirse, ekonomideki tüm sektörler göreli fiyatları en azından korumaya çalışacaklardır. /images/100/0x0/55ea82c0f018fbb8f884b71c

Son dönemde maliyet artışları gözle görülür hale geldi. Yalnızca son üç ayda, üretici fiyat endeksi içindeki tarım fiyatları yüzde 5.8 artarken, imalat sanayinde fiyat artışları ortalama yüzde 10.9 oldu. Gecikmelerle bu fiyat artışları tüketici fiyatlarına da kaçınılmaz olarak yansıyacaktır.

Grafikte üretici ve tüketici fiyatlarındaki yıllık artışlar 2007 yılının başından bu yana gösteriliyor. 2007 yılının ortalarına kadar üretici fiyatları tüketici fiyatlarındaki artışı düşmesine destek verirken, 2007 yılının ortasından sonra üretici fiyatları hızla artış eğilimine girdi. Üretici fiyatlarındaki artışlar artık tüketici fiyatları artışlarına destek olmaktan çıkıp köstek olma aşamasına geldi.

POLİTİKA TEPKİSİ

Para politikasının sıkı olup olmadığı para talebi ile yakından ilgilidir. Para talebinin yüksek olduğu bir dönemde para politikasının sıkı olduğu düşünülebilir. Ama, aynı politika para talebinin düşük olduğu bir ortamda gevşek kalabilecektir.

2006 yılının ilk yarısında enflasyon hedefi ile uyumlu olduğu düşünülen para politikası, yılın ortasındaki çalkantılarla para talebi düşünce, gevşek kalmıştı. Benzer bir olgu, dönemsel olarak az ya da çok, geçen yılın son çeyreğinden bu yana da yaşanıyor.

2006 yılının ortalarında sıkılaştırılan para politikası 2007 yılının ikinci yarısından sonra göreli olarak gevşedi. Merkez Bankası Parası’ndaki aylık ortalamaların yıllık artışı 2007 yılının ortasında sıfıra kadar gelmişken, ağustos ayından itibaren yüzde 20’nin üzerinde seyretmeye başladı.

Para politikasının bu gidişata gecikmiş olsa da tepki vermesi kaçınılmaz. Enflasyona etkileri de gecikmeli olarak görülecektir. Para politikası sıkılaştırılırken, maliye politikalarının gevşetilmesi olgusuna yarın gireceğim.
Yazının Devamını Oku

Enflasyon da iyi gitmiyor

6 Mayıs 2008
GIDA ve enerji fiyatlarındaki artışlar tüm dünyada enflasyon görünümünü bozdu. Ama, bu bozulmaya para otoriteleri uzun süre seyirci kaldı. Uluslararası bir dil geliştirildi. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, para politikasının etkisi dışında oluşan fiyat hareketlerine tepki verilmeyecek dendi. Ekonomik birimlerin ortalama enflasyona bakarak karar aldıkları göz ardı edildi. Şimdi, neredeyse tüm gelişmekte olan ülkelerde, para politikasının etkisi alanındaki fiyatların da artmaya başlamasıyla para politikasının sıkılaştırılması gündeme geldi.

Türkiye bu trene son binenlerden oldu. Geçen yıl sonlarından başlayarak bazı gelişmekte olan ülkelerde kısa vadeli faizler artırılmaya başlandı. Biz uzun süre bekledik. Hatta, bu dönemde kısa vadeli faizleri düşürdük. Galiba, faizleri bu ay artırmaya başlayacağız.

KAMU FİNANSMANI

Enflasyon hedeflemesi uygulayan gelişmekte olan ülkeler içinde enflasyonu hedeften en fazla sapan ülkelerden biriyiz. Gıda ve enerji fiyatlarındaki artışlar aşağı yukarı tüm dünyayı benzer şekilde etkilediğine göre, bize özel sorunların da varlığını kabul etmek zorundayız. Bizde ya enflasyonu hedefi çok düşüktü ya da gerçekleşen enflasyon çok yüksek. Ne olursa olsun, enflasyon hedefi ile uyumlu bir para politikası uygulanmadığı söz konusu. Yani, hedef o denli ciddiye alınmadı. Hükümetin de enflasyon hedefini ciddiye aldığı söylenemez.

Gelinen noktada, kamu finansmanındaki disiplinin enflasyon üzerindeki olumlu katkısı giderek azalmıştı. 2001-2005 dönemindeki kamu finansmanındaki sıkılaştırmanın enflasyonun düşmesine katkısı çok fazlayken, son iki yıldır bu katkı doğrudan değil, ek bir olumsuzluk yaratmama yönünde oldu.

Geçenlerde, orta dönemde faiz dışı fazlanın düşürüleceği açıklaması, her ne kadar kamu finansmanında bir gevşeme olarak algılanmaması gerektiği söylendiyse de, dış çevrelerde "Türkiye kamu finansmanını gevşetip yol ve baraj yapımına ağırlık verecek" diye yorumlandı. Kamu finansmanında düzelme artık enflasyon üzerine o denli olumlu etki yapmazken, bozulma şimdi küçümsenmeyecek olumsuz etkiler yapacaktır.

Nisan ayı itibariyle yıllık enflasyon yüzde 9.7 oldu. Para politikasının belli bir zaman aralığında etkisini göstereceği hesaba katılırsa, mevsimsel hareketler hariç, bu aşamada para politikasını sıkılaştırmaya başlamak bu yılın enflasyonu üzerine o denli olumlu katkı yapamayacak. Bu yılın enflasyonu geçen yılın son çeyreğinde para politikasının göreli gevşemesinin kurbanı olacak.

YUMUŞAK HEDEFLEME

Merkez Bankası tutucu olmak zorunda
. Gelecek yılın enflasyonunu makul düzeylere çekebilmek için enflasyon hedefinin daha gerçekçi bir düzeye yükseltilmesi ve inandırıcı bir programın açıklanması gerekiyor. IMF ile bir program yapılmayacaksa, bu yaklaşım daha da önem kazanıyor.

Yumuşak enflasyon hedeflemesi, yani enflasyonun artmasına belli şartlarda izin verilebilir yaklaşımı bizim gibi ekonomilerde çalışmaz. Çünkü, Merkez Bankası, yumuşak enflasyon hedeflemesi yaklaşımıyla, ekonomik birimlerin enflasyon beklentilerini yönlendiremez. Hafızalar yüksek enflasyon döneminin esiridirler. Yönlendirebileceği düşünülüyorsa, daha uzun yıllar, gerçekleşen enflasyonun neden hedefin üzerinde kaldığı yönünde açıklamalar dinleriz. Merkez Bankası’nın hükümete yazacağı mektupları okuruz.

Yarın enflasyon rakamlarını irdeleyeceğim.
Yazının Devamını Oku