TÜRKİYE ekonomisi çok önemli aşamalardan geçti. Ekonomide çok büyük değişiklikler oldu. Ama, bu süreçte sanayi-devlet ilişkisi galiba fazla değişmedi.1980 yılı sonrası, Türkiye’de devletin kalbi rekabetçidir. Ama, kafası devletçidir. Özel sektörün ise kalbi devletçidir, kafası rekabetçidir. Devlet, sonuçlar, düşündüğü biçimde şekillenirse rekabetin olmasından hoşlanır. Özel sektör, rekabeti beceremediğinde devletçi olup yardım talep eder. Bu bakış açısı, kárların özel, zararların kamusal olmasına neden olur. Fatura hep devlete çıkar. Çıkan fatura devleti asıl işlevlerinden uzaklaştırır.Yatırım yeteri kadar büyük olup da yanlış çıkmışsa, devletten yardım istenir. Çünkü, istihdam kaybı söz konusudur. Yani, yanlış devlete yıkılır. Başta kárlı bir yatırım ekonomik şartların değişmesiyle kársız hale gelince de devletten yardım talep edilir. Artık ekonomik şartların yaşamasına izin vermediği bir yatırım devlet desteği ile ayakta tutulmaya çalışılır. SEKTÖR TALEPLERİTürkiye ithalatı çok sever. ‘İthal malı’ demek ‘kaliteli’ demekle aynı anlama gelir. Üretimin ve yatırımın ağırlıklı bölümü ithal mallarıyla yapılır. Ama, tüketim malı ithalatından nefret edilir. Çünkü, ithal tüketim malları, içeride üretilen mallarla rekabet etmektedir. Dolayısıyla, zora girildiğinde, ithalatın bir şekilde kısıtlanması istenir.Devlet-sanayi ilişkisi Türkiye’de 1960 modeldir. İçeriği zaman içinde değişmiş olsa da, özü fazla değişmemiştir. Başbakan’ın geçenlerde sanayicilerle yaptığı toplantıda, gazetelere yansıdığı kadarıyla, sanayicilerimizin istekleri ilişkilerin özünün fazla değişmediğini göstermektedir.Demir-çelik sektöründekiler Erdemir’in özelleştirilerek yabancı yatırımcılara satılmasına karşıdırlar. Daha yüksek fiyat verip yerli yatırımcılar almadığına göre, devletin yabancıların vereceğinden daha düşük fiyat isteyip Erdemir’in yerli yatırımcıya satılması arzulanmaktadır. Yabancı alırsa, Erdemir ürünlerinin fiyatları artacakmış! Yabancılar işadamı da, yerliler değil mi? Yoksa, yabancılar Erdemir’i söküp bir başka ülkeye mi götürecekler? Tekstil sektöründekiler Başbakan’a devletin tekstil sektörünü gözden çıkarıp çıkarmadığını sormuş. Başbakan ne desin? Gözden çıkardık dese bir türlü, çıkarmadık dese bire başka türlü belanın altına girecek. Dünya ekonomisinin geldiği noktada, tekstil, bir zamanlar Türkiye’ye geldiği gibi, şimdi başka ülkelere gidiyor. Bu trafiği durdurmak devletin görevi mi? Bu trafiği kim durdurabilmiş ki? TL’nin değeri düşürülerek tekstil sektörünün tümü ayakta kalabilir mi?İlaç sektöründekiler ithalat yoluyla haksız rekabetten yakınmışlar. İthalatın kısıtlanmasını talep etmişler. Yurt dışından gelen ilaçların daha ucuz olmasıyla rekabet edememekten yakınıyorlar. İthalat kaçaksa, devlet sorumluluğunu yerine getirmiyordur. Ama, kurallar içinde ithalat gerçekleşiyorsa, ilaç sektörü şapkayı önlerine koyup düşünmek zorundadır.Diğer sektörler de farklı değiller. Herkes devletten bir şeyler bekliyor. ÇAĞDAŞ VE STRATEJİKEskiden döviz girdilerinin motoru rolündeki sektörler (dış müteahhitler, tekstilciler, turizmciler) devletten teşvik istediklerinde, yurda getirdikleri dövizleri getiremezlerse ekonomi batar diye devleti tehdit edecek kadar ileri giderlerdi. Döviz gelirlerinin sektörler arasında yoğunlaşması azalıp yaygınlaştıkça bu tavır biraz yumuşadı. Şimdi, ‘biz istihdam sağlıyoruz’ gerekçesiyle devletten ek teşvikler isteniyor. İstihdam, devletin gölge etmediği ve kendi ayakları üzerinde duran sektörlerde sağlanabildiği zaman kalıcıdır. Aksi taktirde, geçicidir, aldatıcıdır. Çok maliyetlidir. Kaynak israfıdır. 1960 model ilişkileri bırakıp sanayiciler devletle daha çağdaş, daha stratejik ilişkiler içine girmelidir. Böyle bir ilişki mikro değil, makro düzeyde olmalıdır.