Paylaş
MESLEK hastalığımız sayılan paranoya dozunda tenzilatla bile işlerin iyi gittiğini iddia etmek pek kolay değil...
Çünkü malumunuz, Türkiye geçen yıl bu vakitlerde iki motorlu bir uçak gibi ‘‘ake off’’ (tekerlek kesme) sürecine girdi...
İki motor diyoruz, ilki Helsinki ile başlayan Avrupa moraliydi. İkinci motor aslında yine mega hedefe hizmet eden ekonomik programdı.
* * *
Ne yazık ki cumhurbaşkanı seçiminde patlak veren güven bunalımı, siyasi motorda teklemeye yol açtı. Cumhurbaşkanı ile hükümet arasında yönetim üslubunda beliren çatlak büyüdü, Anayasa Mahkemesi'nin yetki yasasını iptali ile koalisyon adeta grogi duruma düştü.
Dış konjonktürde ABD'nin başkanlık seçimi nedeniyle içine kapanması Türkiye ve Avrupa Birliği üstündeki baskıyı hafifletti. Avrupa hedefi için zorunlu ev ödevinden sorumlu ANAP'ı hedef alan ‘‘iyi saatte olsun’’ mahreçli saldırılar arttı. Siyasi takatsizlik, ekonomik programı tehdit eder hal aldı. Bezgin ve yorgun hükümetin, gelecek yasama döneminde kararnamelerle güç bela halletmeye çalıştığı düzenlemeleri Meclis'ten geçirecek iradeyi nasıl bulacağı sorusu akıllara takıldı.
* * *
Hal böyle iken, Türkiye'nin zaten yıllardır vicdan kanatan gelir dağılımı rakamları aniden ve ‘‘yoksulluk ticareti’’ formatında gündeme geldi. İş dünyası ve medya ‘‘fakirlik edebiyatı’’ diye burun kıvırdığı bu rakam-haber-yorumları baştacı etti...
Halbuki daha iktisada giriş derslerinde bile öğretildiği gibi gelir dağılımını en fazla bozan iki ekonomik değişken, kur ve faizdir.
Teoriyi günlük hayata tercüme etmek açısından çarpıcı bir örnek 1994 krizidir. Bu yılın ocak-nisan dönemine rastlayan yüzde 100'ü aşkın devalüasyon sayesinde zenginleşen para baronları, mayıs ayında kuru tutabilmek için zorunlu olarak ihraç edilen hazine bonolarından üç ayda yüzde 50 net faiz kazandılar...
Dolayısıyla yılın dokuz ayında Amerikan Doları cinsinden yüzde 50'ye yakın getiri sağladılar ki, özgür dünyada örneği azdır...
Gelelim bugüne... a) Ekonomik program sayesinde kur sepetindeki artış yüzde 20 ile sınırlı. b) Faiz ödemelerinde 14 milyar dolar tasarruf sağlandı. c) Enflasyon ağır aksak da olsa düşüşe geçti. d) Kira artışına sınır geldi...
Yani gelir dağılımını bozan parametrelerde kötüye değil iyiye gidiş var. Gelir dağılımı düzelmiyorsa bile en azından daha kötüye gitmiyor...
* * *
Dolayısıyla gelir dağılımı adaletsizliğinin, aslında refah paylaşımını düzeltecek ekonomik programın sonucuymuş gibi sunulması fevkalade yanlıştır. Çünkü bu programa karşı çıkmak halkın değil geçen yıl bu vakitlerde faiz-kur makasından trilyonları cebe indirenlerin sözcülüğünü üstlenmektir. Enflasyonla şişen cirolarını, kárlarını tehdit altında gören, yeni yüklü vergilerden korkan para baronları her zaman olduğu gibi popülizm marifetiyle koşulları lehlerine çevirmeye çalışıyor.
O yüzden gelir dağılımındaki içler acısı durumu yansıtan rakamların cazibesine kapılıp programa muhalefete yeltenen dar gelirli vatandaşın karar sürecine yardım edecek üç sorumuzu sizlerle paylaşmak istiyoruz:
1) Geçen yıl bu zamanlar geçim durumunuz daha mı iyiydi?
2) Yoksulluktan kurtulma umudunuz ekonomik programdan sonra arttı mı, yoksa azaldı mı?
Sorması bizden...
KARŞI GÖRÜŞ
‘‘Mega hedeflere varmak çok önemli. Ancak bu hedeflere varmamızdaki en büyük engel, bizi onlara ulaştıracak doğru adamlarımızın olmayışı. Mesut Yılmaz'a baktığında doğru olan ne görebilir ki insan... Ayrıca dış etki ile hükümetin yaptıkları ortada, yani en fazlası bu. Bundan sonrası için koalisyonun kendini eğitmesi ve ağırlığını koyması beklenir ki bu da bir hayal. Mega hedefler bir seçim daha bekler kanımca, şaibe hanım ve beyler temizlensin diye...’’
(Dr. Şekip Çelik)
Paylaş