Paylaş
DÜN bu köşede okurla paylaşmak istediğimiz tespit aslında basitti... Hükümetin gerçek iktidarını sadece IMF ve Dünya Bankası destekli ekonomik program uygulamasıyla ölçmek hatadır.
Çünkü ekonomik program tercihten çok mecburi istikamet sayılır. Hükümet iç ve dış kaynak bulamadığı için istikrar reçetesine katlandı.
Buna karşılık aynı hükümet tamamen kendi projesi olan af yasa tasarısında bırakın toplumsal uzlaşmayı, koalisyon bünyesinde anlaşma sağlamaya yetecek kadar bile siyasi beceri gösteremedi.
* * *
Benzer siyaset özrü Avrupa Birliği ile pazarlıkta ortaya çıktı.
Katılım Ortaklığı Belgesi'nin ilan edildiği gün ‘‘Bakalım bu kez ne bahane bulunacak?’’ diye sorduk. (8 Kasım 2000)
Fazla beklememiz gerekmedi, önce Güneydoğu ardından Kıbrıs sorunu ısıtılıp önümüze getirildi.
Analize devam etmeden tek bir soruya izin varsa: Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiye Avrupa Birliği'ne kabul edilirse... Kıbrıs kimin sorunu olacak, Türkiye'nin mi, yoksa bünyesinde Yunanistan'ı da barındıran Avrupa'nın mı?
Avrupa neden başına yeni sorun alsın ki?
* * *
Kıbrıs meselesini sürüncemede bırakmanın değil aksine acilen çözüm bulmanın ulusal çıkarımıza uygun olduğunu kabul ettiğimiz anda tartışmanın ekseni değişiyor...
Bu çerçevede, hükümetin ‘‘Kıbrıs mı, yoksa Avrupa mı?’’ denklemi fevkalade abes kaçıyor. Kamuoyunun önüne sadece iki seçenek koymanın tehlikesi ortaya çıkıyor... Ya halkın ‘‘Kıbrıs mı, Avrupa mı?’’ sorusuna yanıtı Kıbrıs çıkmazsa...
Hükümetin Avrupa politikasını en hafif deyimiyle biraz şansını zorlama olarak nitelersek haddimizi aşar mıyız diye düşünürken yardımımıza TÜSİAD'ın hafta sonuna rastladığı için gürültüye giden açıklaması yetişti:
‘‘Yaşam standardının yükselmesini bekleyen, daha iyi sağlık hizmeti almayı, çocuklarına daha iyi eğitim vermeyi hayal eden, bireysel ve kolektif özgürlüklerin genişlemesini isteyen Türk insanının ulaşmayı hedeflediği standartlara AB adaylık süreciyle daha kolay varacağı aşikárdır.’’ (TÜSİAD, 24 Kasım 2000)
* * *
Dünya artık iki kutuplu, iki boyutlu, iki seçenekli değil...
O yüzden kamuoyuna meseleleri ‘‘o veya öbürü’’, ‘‘melek veya şeytan’’, ‘‘kurtuluş veya batış’’ türü etiketlerle sunmanın modası geçti...
Aksine hükümete düşen hem Kıbrıs ve Güneydoğu'daki ulusal çıkarları koruyan, hem de Avrupa Birliği'ne tam üyeliği sağlayan politika izlemektir.
Siyasi beceri bunu gerektirir... Bu yüzden Kıbrıs konusunda Avrupa'ya çekilen rest lüzumsuz risktir.
Paylaş