Paylaş
BANKALAR operasyonu zorunlu olarak iki ayrı eksende ilerliyor...
Ama desenflasyon programı nedeniyle sıkışan mali sektörde gerekli reformlara ilişkin açıklamalar doğaldır ki polis-adliye mahreçli haberlerin gölgesinde kalıyor... Sadece dünkü gündemden örnek versek bile... Medya ve kamuoyu açısından hangisi daha cazip malzemeydi dersiniz?
Sümerbank'ın eski sahibi Hayyam Garipoğlu'nun gözaltına alınması mı?
Yoksa Devlet Bakanı Recep Önal'ın batık bankalara 6.1 milyar dolarlık hazine desteğinin esasını açıklaması mı?
Kamu vicdanı açısından ilki ne kadar önemliyse kalıcı sonuçları yönünden ikincisi o kadar hayatidir.
* * *
Bakın, bu ülkede kamu bankalarının nasıl yönetildiğinin hepimiz gayet iyi farkındayız... Ancak ne yazık ki kamu tarafından yönetilen banka sayısı azalacağına artıyor. Zaten Bankacılık Üst Kurulu'nun eşanlı olarak yürüttüğü iki ayrı operasyonu bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor:
1) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilen 10 bankanın mallarının satışı, kredilerinin tahsili ile zarar rakamının asgariye indirilmesine çalışılıyor. Dün görüştüğümüz duayen bankacı bu koşullar altında yüzde 50'yi biraz aşan oranda tahsilatın başarılı sayılacağını söyledi, ardından ekledi: ‘‘ABD'de 1984 tarihli krizde 500 milyar dolar battı, Fon'da 150 milyar dolar vardı, kalanı vergi mükellefinin cebinden çıktı. Meksika'daki krizde devlet güvencesindeki 60 milyar dolarlık mevduatın ana para ödemesi yapılamadı, tasarrufçuya sadece faizler ödendi.’’
2) Farkındaysanız batık sekiz bankanın bilançolarıyla ilgili kamuoyuna ser veriliyor ama sır verilmiyor. Bu bankalar Fon'a geçeli neredeyse 10 ay oldu, acaba hangisinin zararı ne kadar bilen yok. Şimdi sayıları ona çıkan batık bankaların satışı geciktikçe işletme zararı riski de büyüyor.
* * *
Özetle polisiye eylemlerle sağlanan kamuoyu desteği eğer gerekli mali sektör reformları için seferber edilecekse hiç de zararlı değildir...
Çünkü Türkiye'nin önünde kamu bankalarının elden çıkarılması gibi siyasi açıdan fevkalade güç bir sınav bulunuyor.
* * *
Son söz olarak, medya patronuna ait bir bankaya el konulması bizim sektörde eski bir tartışmayı hortlattı gibi...
Kasaba şerifi ruh hali taşıyan banka fedaileri hariç tutulursa gelinen nokta ‘‘Medya patronunun başka işi olmamalı’’ temennisinin teyidinden ibaret... Hiçbir itirazımız yok ama önce bir tespitte anlaşmak şartıyla:
Gazetenin, TV kanalının patronun özel çıkarları için kullanılması ne yazık ki sık rastlanan ayıptır... Ama banka bünyesinin gazete-TV marifetiyle zayıflatılması kanunda yeri olan suçtur.
Sakın suçu hafife almayalım, kafa karıştırmayalım, olur mu?
KARŞI GÖRÜŞ KATKI
‘‘Yüksek Denetleme Kurulu 1998 yılı Ziraat Bankası raporu sayfa 120-123. Olumsuz istihbarat raporuna rağmen, Kula Mensucat firmasına 34 milyon dolar kredi verilmiş ve kredi batmış. Ayrıca firma lehine düzenlenen Ziraat avalli poliçeler Bankgesellschaft Luksemburg tarafından 15 milyon İsviçre Frangı'na satın alınmışken birkaç gün sonra Ziraat Frankfurt aynı poliçeleri 21 milyon İsviçre Frangı'na satın alıyor. Her şey raporda açık. Göz göre göre 6 milyon frank kazık daha atılıyor. Tek bir kredide 40 milyon dolar zarar. Arkada daha neler var.’’ (A.V.B.)
Paylaş