ANKARA BAZEN herkesin neye hayret ettiğine şaşırdığınız olur mu? Kemal Kılıçdaroğlu ile Dengir Mir Mehmet Fırat tartışmasının ardından haktan yana gözükmek isteyenler (ki, o kadarına bile gerek duymayan muhafazakár medyayı hiç katmıyorum) "müfettiş meselesi" diye bir balonun peşine takılıp kaldı.
Fırat’ın şirketini denetleyen müfettiş seçimlerde iki kez CHP’den aday adayı olmuş.
Aman ne büyük ahlaki sorun!
Peki bu ülkedeki bürokrasinin en tepe noktasındaki isim...
Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer hangi partiden aday oldu?
Adaylıkla kalmayıp İstanbul Milletvekili seçildi, AKP değil mi?
Şimdi dönüp Dinçer’in müsteşar olarak verdiği her kararı tartışmaya mı açalım?
Üstelik bir müsteşar yetmediyse... Daha geçen sene;
Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Necat Birinci de AKP’den seçildi.
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Necdet Ünüvar da öyle!
Buyurun size hayret mevzuu... Bir müfettişe 3 müsteşar. Kim kimi döver :))
(Müsteşardan altına bakmadım... Adaylığı kabul edilmeyenleri yazmadım, çok hayret etmeyin diye, bilginize.)
Bu kefalet yakışmadı
Dengir Mir Mehmet Fırat’ı AKP’nin aydınlık yüzleri arasında sayarım.
Önceki günkü tartışmadaki üslubu, duruşu ile beni yine haklı çıkarttı.
Ama yine de kendisini izlerken "Keşke bu tartışmaya çıkmasaydı" dedim.
Çünkü tartışmada yanıtsız bıraktığı sorular öncesine göre daha fazlaydı.
Haydi diyelim ki; 2 Ağustos 2007 günü Gümrükler Genel Müdürlüğü’ne yollanan yazıya konulan ismi, o tarihte henüz ortaklığından ayrılmadığı şirketi için hak talebidir.
Hatta işin siyasi nüfuz/tavassut kısmını da bir yana bırakalım.
Ama, "Şirketimin TIR’larımızı kırmızı hatta aramaktan vazgeçin" yazısının üstünden daha altı ay geçmeden, o TIR’lardan birisinde Şubat 2008’de yakalanan 89 kilo eroini ne yapalım?
Hesapsız kefalet Mir’e yakıştı mı?
Devlet-siyaset-din
RAMAZANIN son cumasında mütedeyyin dostumla camileri dolaştım. Arslanhane, Kocatepe ve son olarak kitap fuarı. (Fuar’daki kitap çeşidine ve ucuzluğa hayran kaldım.)
Cumhuriyetin başkentinde devlete mücavir camii cemaatinin huzurlu ibadetini gözledim. Devletin dinden elini ayağını çekmesi, caminin cemaatine teslimi gereğine yine iman ettim.
Sonra aklıma mezun olduğum okul geldi, siyasetin dini tacizinin bedelini hatırladım.
Boğaziçi Üniversitesi’nin 70’li yıllarını gayet iyi bilirim.
Türbanlı kardeşlerimin haklı olarak yakındıkları gibi başörtüsü o okulda hiçbir zaman sorun yaşatmadı, eğitim hakkına engel sayılmadı.
Peki bugüne nasıl gelindi?
Yeni rektör deseniz, Abdullah Gül’ün tayini.
Mevzuat deseniz, geçen yılların aynı. Ama değişen iklim AKP’nin anlamsız inadı ve yasa girişimi yüzünden.
Keşke o günlerde, "Bu yasa geri teper, daha kötü olur" diyenlere (benim gibi) kulak verilseydi.