ANKARA ŞU sıralar en çok muhatap kaldığım soru belli: Kriz Türkiye’yi ne zaman vuracak?
Zaten soran da mukadder darbeyi bekliyor, ama tsunami misali dalganın sahile vuracağı anı kolluyor... İşte o an sütre gerisinde parasını emniyete alacak.
İşte o yüzden "Zaten krizdeyiz" ifadesini cevap saymıyor, hatta baştan savma addediyor.
Mecburen ben sormaya başlıyorum, eskiye göre farkı vurguluyorum:
- ABD’deki kurtarma planı Türkiye’de kuru etkiler miydi?
- Yok, hayır.
(Ama USD-Euro paritesi yoluyla artık etkiliyor)
- Finans ekranlarında New York, Frankfurt, Milano, İstanbul aynı anda kırmızıya (eksi) geçer, tek bir haberle yeşile (artı) döner miydi?
-Ne alakası var.
(İMKB’nin Wall Street açılışına denk gelen son saatini izleyin.)
Sorular ve yanıtları uzayabilir, ama herhalde derdimi anlatabildim.
Ezcümle, küresel dünyanın ekonomik krizi de değişik yaşanıyor. Sistemin herhangi bir noktasındaki enfeksiyon, kanser hücresi gibi tüm bünyeyi sarıyor, kimsede hal, mecal bırakmıyor.
"Ne demek küreselleşme, biraz aç" derseniz.
Örneğin, yabancı bankalar tek tek zora düşüyor, normal yurdum insanı mali sistemin yarısına yakınının yabancıların elinde olduğu riskini unutuyor.
Veya ülkemin başbakanı bu krizde nükleer santrala teklif bekliyor...
İkisi de hazin.
Bu krizin parametreleri 2001’den tamamen farklı. Türkiye krizde dibe vursa bile faiz ve kurdaki dalgalanma sınırlı kalabilir. Çünkü bu kez tehdit altında olan servetin ölçüsü veya getirisi değil, servetin bizzat kendisidir. Daha açık deyişle, bu krizde işimizi gücümüzü, dükkánımızı, tezgáhımızı, paramızı kaybedebiliriz.
DİK DURMA MESELESİ
AKP Hükümeti ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçmiş hiçbir hükümete nasip olmayan konfor yaşadı. Yerli ve yerel sermayeye muhtaç kalmadı. Dünya düzeni Türkiye’de ihtiyaç duyulan finansmanı bugüne kadar eksiksiz sağladı. Eskisi gibi "Dört banka bir araya gelsin, Başbakan’a kızdıkları için kuru zıplatsın" riski de, imkánı da yoktu.
Peki yarın ne olacak?
Dış kaynak kesilirse hükümet nasıl dik duracak?
Asıl soru budur.
Sebati, Kandil’de
TÜRK jetlerinin Kandil’i vurduğu haberi Sebati Karakurt’a verilen mahkûmiyete denk geldi.
Hürriyet muhabiri Sebati Karakurt, tam dört yıl önce bir gün kalktı Kandil’e gitti.
İzlenimlerini, fotoğraflarını 10 Ekim günü bastık. Ertesi gün de Sebati’nin evi basıldı. Apar topar şubeye, oradan savcılığa götürüldü, zar zor serbest kalabildi.
Önceki gün de 40 bin YTL (rekor) adli para cezasına çarptırıldı. "Terör örgütünün propagandasını yaptığı" gerekçesiyle bu ceza verildi deniliyor.
Herhalde öyledir, hukukun kestiği parmak acımaz, ama ve lakin o günleri hatırlıyorum da...
En yetkili askeri uzmanlar, paşalar, stratejik mütefekkirler hemfikirdi...
"Kandil’e ulaşılmaz, uçakların yakıtı bile yetmez, bombalansa bile sonuç vermez."
Oysa Sebati bir sabah yaya olarak sınırı geçti, taksiye bindi, Kandil’e gitti, işini yapıp döndü. Uzmanlar apışıp kaldı, Kaf Dağı’nın ardı kadar uzakta tarif ettikleri Kandil’in bu kadar yakın ve açık tehdit olduğunu gösteren gazeteciye sanırım çok kızdılar. Gerçi bugün Kandil’e düşen bombalar Sebati’yi haklı çıkarttı, ama cezayı da yemiş oldu.