Paylaş
YASAKLI lider Necmettin Erbakan'ın hapis cezasının onaylanması üzerine medyada başgösteren 312'nci madde tartışmasına bu köşeden yaptığımız katkıya dönük eleştirileriniz üç başlık altında toplanabilir:
1) Dünya ile kıyaslama: Çok sayıda tepkide Hürriyet'in en saygın yazarlarından Emin Çölaşan'ın köşesine atıf vardı. Çölaşan'ın titiz bir çalışmayla köşesine aktardığı ve dünyada 312'nci maddeye benzer uygulamaların dökümünü örnek göstererek, ‘‘Her yerde durum aynı, her rejim kendisini korur’’ demeye getirdiniz.
Ne yazık ki,
Söz konusu yazıda uygar ülkelerde kaç siyasi liderin miting meydanında yaptığı konuşma nedeniyle ‘‘bölücülük’’ veya ‘‘halkı tahrik’’ suçuyla hüküm giydiği, hapis yaptığı ayrıntısına girilmediği,
Kişisel araştırmalarımda da bu tür suçlardan hükümlü çağdaş hiçbir Avrupalı veya ABD'li lidere rastlayamadığım için bu tür kıyaslamaların mevcut durumun izahında işime yaramayacağı sonucuna vardım...
Çünkü itirazım, bu ülkede son 40 yılda;
- Bir başbakanın asılmasına,
- İkisinin 12 Eylül darbesi sırasında hapse girmesine,
- Yine diğer bir başbakanın yine hapse girmek üzere olmasınadır.
Dolayısıyla 312 veya benzeri yasal uygulamaların uygar ülkelerde değil Türkiye'de tartışılması, gündem maddesi oluşturması ve değiştirilme talepleri son derece doğal karşılanmalıdır.
* * *
2) Ötekilere yaramasın: Çoğu elektronik posta, faks ve telefon mesajınızda aslında demokratik haklarınızın genişlemesini isteğinizi, ancak bu özgürlükleri ‘‘ötekilerin kullanması’’ ihtimalinden endişe ettiğinizi fark ettim. Açıkçası, daha fazla özgürlüğün sonuçta sizin yaşam biçimi hakkınıza mal olmasından korkuyorsunuz.
Bu ‘‘ötekiler’’ meselesinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yönetenlerin çok iyi bildiği ‘‘iti-ite kırdırma’’ politikasının eseri olduğu inancındayım. 12 Eylül öncesinde milliyetçi cephe, ötekilere karşı hizmet etti, askeri rejimde siyasi İslam, Güneydoğu'daki ötekilerin yarattığı tehlikeye ilaç oldu, 28 Şubat'ta ötekiler ve muhalifleri yine değişti. Hep ötekilerin isteklerine ulaşamamasını hedefleyen, bir parçasını mutsuz etmekle övünen bir toplumun ruh sağlığı yerinde sayılır mı?.. Bırakın ötekileri, sizin-bizim istediklerimiz ne ölçüde gerçekleşti diye düşünmenin, ötekilerle mücadeleye çalışırken yitip giden zamana ağlamanın sırası gelmedi mi?
* * *
3) Bölünme korkusu: Buraya kadarkileri isterseniz amatör sosyal psikoloji denemesi sayın, gülüp geçin...
Ama lütfen bir gazeteci olarak son on yılda yaşadıklarımızın kısa duygusal bilançosunu o kadar kolay es geçmeyin...
Muhtemelen çoğunuz büyük kentlerde yaşam gailesi içindeyken, Güneydoğu'daki yangının pek bilincinde değilken, bu satırların yazarı o coğrafyaya her uğradığında kahroluyordu. Bırakın dökülen kanı, maddi-manevi kayıpları, o bölgenin elden gitmesinden, yeniden bir arada yaşama imkánının tamamen yitirilmesinden korkuyordu.
Ne var ki yanılıyordu...
Çünkü bizzat tanıklık ettiğimiz gibi, Türkiye Cumhuriyeti, askeri açıdan tehdidin üstesinden gelmeyi bildi, vatandaşını siyaseten kucaklama niyetini yeterince ikna edici ölçüde ortaya koyabildi.
Galiba o tarihlerde sözünü ettiğimiz korkuyu yaşayıp atlatamayanlar, şimdi nedeni ortadan kalkmış bir paniğin etkisindeler.
Oysa en azından ‘‘korkudan korkmanın’’ ecele faydası yoktur. Kendinize bir iyilik yapın da korkmaktan korkunuzu yenin.
Paylaş