Enis Berberoğlu: Katile maaş meselesi (3)

Enis BERBEROĞLU
Haberin Devamı

Memur-işçi ayrımı tarihi

BU yazı kaleme alındığı saatlerde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in memurların müfettiş raporu ve bakan onayıyla kovulmasını öngören kararnameyle ilgili kararı henüz belli değildi.

Ayrıca üç gündür ısrarlı sorularımıza rağmen Başbakanlık, devletten maaş alan katil memur sayısını açıklama zahmetine katlanmadı.

(Hayır, katil memur sayısı devlet sırrı mı, yoksa ısmarlama polis ifadeleri mi bekleniyor bir anlasak, gerisi kolay...)

* * *

Tartışmalı kararnamenin irtica ve PKK tehdidine devlet teröründen başka ne gibi çare sağlayacağını kimse kestiremiyor.

Ne var ki memurlar, irtica ve PKK bahanesiyle çıkarılmak istenilen kararnamenin satır arasını iyi okudu.

‘...kurumların huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozan veya boykot, işgal, engelleme, işi yavaşlatma, grev, toplu olarak göreve gelmeme gibi eylemlere katılan, bunları tahrik ve teşvik eden veya yardımda bulunanların...’’ ifadesinin ne anlama geldiğini hemen kavrayan memur sendikaları eyleme geçti, muhalefet partilerinden yardım istedi.

Böylece 1963 yılında kamuda grevli toplusözleşme hakkına imza atan Çalışma Bakanı sıfatıyla tarihe geçen Bülent Ecevit, başbakanlık koltuğunda memur sendikalarının hedefi haline geldi.

Kısmet mi desek, yoksa mukadder gelişme mi?

Aşağıya son 40 yılın sendikacılık tarihine ilişkin metinden kısa bir paragraf aktardık, bir göz atın, daha iyi anlayacaksınız:

‘‘1960 sonrasında Türkiye sendikacılık hareketi büyük bir sıçrama yaşamıştır. 1961 Anayasası ile tanınan sendika, toplusözleşme ve grev hakları 1963 yılında kabul edilen 274-275 sayılı yasalarla yürürlüğe girdi. Ancak işçi ve memur ayrımı kalıcı hale getirildi. İşçiler ve memurların sendikalaşması ayrı kanunlara düzenlendi. Memurlar 274 ve 275 kapsamına alınmadılar. Böylece işçi ve memurlarının sendikalaşması birbirinden koparılmış oldu. Bu yasaların ayrı ayrı düzenlenmesinde Bülent Ecevit'in tutumu etkili olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri sürdürülen işçi-memur ayrımı 1960'lı yıllarda da devam etmiştir.’’ (Aziz Çelik, Kristal-İş Sendikası, Eğitim Dairesi Müdürü, İnternet Belgesi).

* * *

Son kararname nedeniyle çok genel bir ifade olduğu için hep kuşkuyla karşıladığımız söylemi hatırladık:

‘‘Bir ülkede irtica veya bölücülük tehdidi son derece sık gündeme gelirse, bilin ki örtülmek istenilen bir ayıp vardır...’’

Bakıyoruz, memurun sendikal hakkı zaten yok. Teselli kabilinden sunulan iş güvencesi de, sendika hakkına geçit vermeyen siyasetçi tarafından irtica ve PKK bahanesiyle elinden alınmak üzere.

Tekrar soralım: Kısmet mi, mukadder mi?

KARŞI GÖRÜŞ/KATKI

‘‘Ben bir öğretmenim. Neden devletimiz kendi yetiştirip tayin ettiği memurlarına güvenmiyor? Neden adaletin temsilcisi yargı işletilmeden iki müfettişin vereceği obbjektif olmayabilecek rapora göre görevden uzaklaştırmayı kanunlaştırıyor? Sayın müfettişlerin tamamının objektif olacağı nerden belli ve bunun dayanağı ne olacak. Bu yazdıklarım sadece benim değil bütün öğretmenlerin, memurların duygularıdır. Ortak düşüncemiz; teftişe evet, kıyıma hayır.’’ (M.U.)

‘‘Hukuk devletinde birey, hakkında kesinleşmiş yargı kararı olmadan cezalandırılamaz. Bireyin memur olması da bu kuralı değiştirmez. Birey suçu sabit oluncaya kadar suçsuzdur. Bu durumda bireyin maaş dahil her türlü hakları güvence altındadır. Bir yanda devletin uğrayacağı maddi zarar ve bir yanda da bireyin uğrayacağı maddi ve onursal zarar söz konusu ise bireyin hak ve onurunun öncelikle korunması esastır. Mevcut yasalarda aşağıdaki tedbir zaten mevcuttur: Devlete karşı suç işlemiş veya -her ne surette olursa olsun- altı aydan fazla ağır hapis cezasıyla cezalandırılmış memurun memuriyetine son verilir.’’ (M.E. İzmir Barosu Avukatı)

Yazarın Tüm Yazıları