Paylaş
MESLEĞE başladığım yıllarda hesap ödenirken cüzdan-kredi kartı olmadığı için nakit para taşınırdı-masanın altında saklı tutulur, zenginliğin teşhiri fevkalade ayıp sayılırdı...
20 yılda öyle hızlı değiştik ki artık on milyarlarca liralık ciplerin tamponundaki ‘‘Kıroyum ama para bende’’ plaketini şaka mı yoksa meydan okuma mı saymamız gerektiğini kestiremez hale geldik...
***
20 yıl kadar önce Vahap Munyar'la birlikte ekonomi haberlerini Hürriyet'in çeyrek sayfasına sığdırmaya çalıştığımız günlerde sanayiciler henüz irtifa kaybında değildi...
Mesela Türkiye ve yakın coğrafyanın en modern demir-çelik tesisini kurmaya çalışırken batıp canına kıyan Orhan Aker'in öyküsünün medyaya değme starları gölgede bırakacak ölçüde yansıdığını iyi hatırlarım.
Meslek yaşamımın ilk yıllarında soyları tükenen son kuşak sanayicilerle 1980'lerin ortasında zuhur eden finans sermayesi baronları arasında gazeteci gözüyle ne fark vardı derseniz yanıtı aslında basittir...
Yarım kalan bir-iki şirket kurtarma girişimi istisna sayılırsa sanayiciler gemileriyle birlikte batan kaptan misali gündemden kaybolup gittiler...Oysa finans sermayesinde batanlar her nasılsa ertesi gün daha zengin halde çıktı karşımıza... Türkiye Cumhuriyeti tarihinde açık ve batık banka sayısının aynı olduğunu bilir misiniz? Demek ki bir o kadar da batık banka zengini var aramızda...
***
Finans sermayesinin kocaman bir top tereyağ gibi elden ele dolaştığı günlerde herkesin eline-avucuna rant bulaştı...Politikacı, bürokrat, reklamcı, gazeteci herkes sebeplendi... (Bakınız Egebank örneği...) Yeni dönemin hakim ideolijisi de belliydi... Aniden yükselen kişisel (sınıfsal?) refahın şaibeli kaynaklarının değil sonuçlarının tartışılması elzemdi...
Medya bu ülkede paranın nasıl kazanıldığını bir kenara bırakıp nasıl harcandığını takip eder hale geldi... Tüketim fetişizmi, Televole zenginlerini meşhur etti, toplumdaki haklı tepki muhtemelen suç ortaklığının yarattığı yüzsüzlükle umursanmadı.
Profesyonel yani ücretli gazetecilerin memleketi yöneten zümreye terfisi de aynı döneme rastladı. Gazetecinin kişisel serveti -sorgulanmak bir yana- siyasi/ekonomik elite yakınlığının/aidetiyetinin kanıtı sayıldı...Gazetecinin zengini sevilir oldu....
***
Başlıktaki soruya gelince... Kesinlikle yoksulluk edebiyatı ürünü değildir..Çünkü sorumuz aslında size değil bankacılara. Diyelim ki konut kredisi almaya kalksak, banka nezdindeki itibarımızı ölçme derdindeyiz... ‘‘Acaba banka bize kaç para kredi verir?’’ merakındayız...
Bankacılar lütfedip yanıtlarsa rakamları sizlerle paylaşacağız...
Bu meraka neden düştüğümüzü merak ettiyseniz, onu da açıklayalım...
Ünlü gazetecinin Egebank'tan 320 bin ABD Doları konut kredisi aldığı biliniyor... Ama yine Egebank kayıtlarına göre aynı gazetecinin başka iki bankadan daha yüklü konut kredisi var...
Peki bu krediler nasıl ve hangi güvenceyle açılıyor...
Sizin kredi itibarınız cebinizdeki kredi kartının limiti kadardır...
Ya gazetecinin?
***
Bu meslek zengin olmak amacıyla yapılmaz...
Galiba basın patronlarından muhabire kadar hepimiz bu basit gerçeği unuttuk. Hatırlama zamanıdır, yoksa fena hatırlatacaklar.
KARŞI GÖRÜŞ-KATKI
‘‘Sayın Zekeriya Temizel'e açık mektup: Demokratlığınız, devlet terbiyeniz, alçak gönüllülüğünüz ile gece-gündüz uğraşarak yasalaşmasında çok büyük emeğiniz olan vergi kanunlarını kendilerine alışık olmadıkları kadar dokunduğu için rafa kaldırtan, kendilerini bu ülkenin gerçek sahibi sanan veya buna inandırılan sermayeye ait bankaları bu yapınızla bizlerin adına, haklarımızın korunması amacıyla denetleyebileceğinize inanıyor musunuz, yoksa sizde düzene uymaya karar verdiniz? (Reha Koşukçu/Ankara)
Paylaş