Paylaş
ACABA hangisi daha tehlikeli derseniz, yanıtımız ikincisi olur...
İktisat yazılarına pek alışkın olmayanlar açısından büyümenin önemini tek cümleyle açıklamaya çalışırsak: Düşünün ki, ailenizde örneğin yeni bir doğumla nüfus artarken masanıza gelen ekmek küçülüyor, sofradan daha aç kalkıyorsunuz...
Ülke ekonomisi de aynı misal...
Kontrolü yönünde olumlu gelişme sağlansa da hálá yüksek seyreden nüfus artış hızının gerisinde kalan ekonomik kalkınma oranları millet olarak yoksullaşma anlamına gelir. Üstelik çarpık ve adaletsiz gelir dağılımı yüzünden nüfusun büyük bölümü mutlu azınlıktan daha hızla fakirleşir.
Sofradaki ekmeğin küçülmesinin siyasi riski büyüktür.
Rahmetli Adnan Kahveci, ‘‘Nüfus artışının altında kalan ekonomik büyüme her hükümeti zorlar, istenmeyen toplumsal olaylara yol açar’’ görüşündeydi.
Refah Partisi'nin 1994 ekonomik krizine rastlayan oy patlaması, İstanbul'da her 10 sanayi işçisinin birinin aynı kriz nedeniyle işini kaybettiği günlerde yaşanan Gazi Mahallesi olayları, acaba sadece tesadüf müydü?.. Şüphem var.
* * *
Bu yılki ekonomik büyüme yüzde 4'lerde seyrediyor. Zaten son otuz yılın ortalaması yüzde 4.5, geçen on yılın ortalaması da yüzde 5 düzeyinde.
Ne var ki Türkiye iki yıl üst üste ortalamanın üstünde hızla büyüyecek kaynağa sahip değil. Ekonomi iki yıl peş peşe büyüdüğünde döviz sorunu yaşanıyor. Ekonomik büyüme hızı ortalamanın altına düşüyor, hatta eksiye bile geçebiliyor, yani küçülüyoruz. (Kaynak: Ercan Kumcu, İstikrar Arayışları, Doğan Kitap).
Ercan Kumcu'ya göre, ekonomik büyümenin-küçülmenin motoru dış finansman olanaklarıdır. Kumcu, Türk ekonomisinin dış borç ödemelerini aşan oranda yeni finansman sağlayabildiği yıllarda ekonomik büyümenin hızlandığına işaret ediyor. Dolayısıyla kısa vadeli sermaye hareketleri olarak anılan, yabancı şirket veya şahısların tasarruflarını Türk ekonomisinde değerlendirme alışkanlığının önemine dikkati çekiyor.
Kısa vadeli sermaye hareketleri, halk arasında 1990'ların başında Süleyman Demirel tarafından konulan adıyla ‘‘sıcak para’’ olarak anılır.
Bu fonlar, aylık, günlük hatta saatlik kararlarla hareket eder.
Güneydoğu Asya örneğinde olduğu gibi yıllarca refah artışına hizmet edebilir, Rusya'daki gibi bir gecede ülkeden kaçarak ekonomiyi çökertebilirler.
* * *
En azından bizden daha vatansever olduğuna iman edenlerin tam bu noktadaki itirazını duyar gibiyim: Ekonomiye döviz girecek diye irtica ile mücadeleden vaz mı geçilecek?
Hayır, tabii ki sistem kendisini savunacak. Ancak küreselleşmenin, keyfi icraata karşı getirdiği kısıtlar da artık göz ardı edilemeyecek.
Yani Avrupa'nın parası afiyetle yenilip, ekonomik büyüme sağlanırken, ‘‘Avrupa'nın siyasi-insani değerlerinden bize ne?’’ deme lüksü kalmayacak. İdam cezasını kaldırmak, fikir suçu denilen ayıbı temizlemek ağır geliyorsa zaten diyecek fazla lafımız yok. ‘‘Herkesi teslim alacak silahın parasını nereden bulacaksınız?’’ sorusundan gayrı.
KARŞI GÖRÜŞ-KATKI
‘‘Türk devletinin de düşmanları var, olması da doğal, devletin buna karşı önlem alması da doğal. Belki bazen kantarın topunu kaçırıyor olabilir. Şu anki tehlike de irtica ve buna karşı önlem alıyorlar. Kendi açımdan İran gibi bir ülkede yaşamak istemem, bu yüzden alınan önlemleri destekliyorum.’’ (C.T)
‘‘Sizi eleştirenler var, ‘gericilere destek oluyorsunuz' diye. Ben de diyorum ki, ‘Hayır! Bu gericilere destek olmak değil, siz anlayamamışsınız, bilakis bu ilericiliktir. İnsan haklarını savunmaktır'.’’ (M.K)
‘‘İnanın belki bu suni gündemlerde bir hayır var; kömür ile elması ayırt etmek için gerekli bir test gibi geliyor bana.’’ (M.D)
Paylaş