Paylaş
MEDYADA bir haber ekseninde patlak veren Kürtçe eğitim ve TV hakkı tartışmalarını takip ettiyseniz tarihin (veya talihsizliğin) tekrar ettiğinin farkındasınız demektir... Bölünme ve dış mihraklar paranoyası ile yaratılan klasik savunma kalıplarına yine başvuruldu.
Bu söylemlere klasik dememiz lafın gelişi değil... Üniversitelerde ders notlarına dahi geçmiş bu söylemler sadece klasik değil, yanlış da...
Profesör Baskın Oran'ın Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde üçüncü sınıf öğrencilerine verdiği ‘‘Küreselleşme ve Azınlıklar’’ dersinin notları kitap olarak yayımlandı. (İmaj Yayıncılık, Ocak 2000, Tel: 0312-3193225)
Baskın Oran Hoca -tabirimi mazur görün- bu geyikleri üşenmeden tek tek sayıyor ve yanıtlarını altına ekliyor. Biz lafını hiç kesmeden bugünlüğüne köşeyi Hoca'nın ders notlarına bırakıyoruz...
* * *
‘‘Bu insan/azınlık hakları ihlalleri birçok Batı ülkesinde de var.’’
En uç örneği olan işkence Batı'da da var. Var ama, istisna olarak var ve yakalanması için her türlü sistem de mevcut. Türkiye gibi ülkelerde ise içeri düşenlere (hatta, düşmeden daha sokakta iken) en azından dayak kural olarak var ve sistem işkencenin yakalanmaması için kurulmuş ve çalışıyor.
Aralık 1999'da nihayet yürürlükten kaldırılmış olan, 1913 tarihli Memurin Muhakematı Hakkında Kanun-ı Muvakkat bile (bile deyişime dikkat ediniz) işkenceci memurun mahkemeye çıkarılmasını önlemeye yeterlidir. Kaldı ki, ‘‘Onlarda da var, bende olması normaldir’’ demek mümkün değil.
* * *
2)‘‘Batı, insan/azınlık hakları konusunda ikiyüzlü. Bir ülkeden menfaati olduğu zaman o ülkedeki ihlallere aldırmıyor.’’
Evet, ama özellikle 1970'lerden sonra Batı'daki demokrat kamuoyu çok güçlendi ve bu konuda ikiyüzlülük yapan kendi hükümetlerini özellikle 1990'larda artık fena sıkıştırmaya, yönlendirmeye başladı. Avrupa kesinlikle böyle. ABD coğrafi uzaklık, ‘‘reel politik’’ ve farklı konularda hassas kamuoyu yüzünden şu anda böyle değil, ama hızla bu noktaya geldiği kesin.
* * *
3)‘‘Küreselleşme (yani Batı) ulusal devletleri zayıflatabilmek amacıyla onların içişlerine müdahale edebilmek için azınlık hakları konusunu kullanıyor.’’
Doğru, ama eksik. Ve her eksik gibi, sonuçta yanlış.
Tabii ki herkes rakibinin zayıflığını kullanır ve kullanıyor, ama iş bu kadar basit değil, çünkü insan azınlık hakları Batı'nın çoğulcu temelinde var. İş basit olmadığı gibi, işi bu kadar basite indirgemek de doğru değil. Çünkü o zaman şunu sonuç olarak kabul etmek zorunlu olur:
‘‘İnsan hakları içişlerimize müdahale için, azınlık hakları da bizi parçalamak için empoze ediliyor. Bağımsızlığımızı ve haysiyetimizi korumalıyız. Bizim iç dinamiğimiz ne zaman olgunlaşırsa, biz bunları o zaman kabul eder ve uygularız.’’
Bu tutum, bir zamanların Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ın (1894-1946) komünistlikten tutuklanan gence söylediği ünlü sözü, -‘‘Sen kim oluyorsun ulan? Bu memlekete komünistlik gerekirse, önce biz oluruz!’’- hatırlatmanın yanı sıra, insan/azınlık hakları konusunda çok önemli bir konuyu gündeme getiriyor: ‘‘Dış Mihraklar.’’
Bir ülkede sürekli olarak dış mihraklar'dan söz ediliyorsa, bu şu anlama gelir:‘‘Bizim düzeltmemiz gereken hiçbir kusurumuz ve gidermemiz gereken hiçbir eksiğimiz yok, düşmanlarımız bizi yıkmaya çalışıyorlar, hepsi bu.’’
* * *
Her ülke, rakibini ya da düşmanını zayıflatmak için onun içişlerine dışarıdan müdahale etmeye çalışır. Bu, çok doğaldır. Ama, bunun başarılı olması için o ülkenin içinde deşilecek yara olması gerekir. Böyle bir yara yoksa, ‘‘dış mihraklar’’ etkisiz kalır.
Örneğin, İsviçre'de üçü resmi dil olmak üzere tam dört tane dil konuşulur ve ülkenin mezhep yapısı da homojenlikten çok uzaktır, ama dış mihrakların İsviçre'yi parçalaması biraz zordur.
Durmadan ve yalnızca dış mihraklardan bahsetmek, ‘‘Benim gocunacak ciddi yaram var ve ben bu yarayı tedavi ettirmeye niyetli değilim’’ demektir.
KARŞI GÖRÜŞ
Tepki ve katkılarınızı yer buldukça aktarmaya devam ediyoruz:
‘‘Apo'ya özgürlük kampanyası direkt olarak sizin tarafınızdan başlatılmalı... Özgürlüğüne kavuştuktan sonra bence ona sizin yazdığınız sayfada bir de köşe yazarlığı verilmeli ki adamcağız hayatını kazanabilsin. Sizin yazdığınız sayfada diyorum, çünkü o şahsın resminin yanına ancak sizinki yakışır. Belki sonra Erbakan'a da yer verilebilir yazı yazabilmesi için.’’
(Ali Kemal Nedret/Ankara)
‘‘Eğer bütün benliğinizle bir gayret gösterseniz, çaba etseniz, dişinizi sıkıp kendinizi zorlasanız... Acaba bir gün, sadece bir gün bile olsa Türklerin lehine ve yararına, Türkleri anlayarak, Türklere sempati göstererek ve yaşadığınız vatanı arkadan bıçaklamadan bir yazı çıkarabilir misiniz? Nedense zannetmiyorum!’’
(S.Tınaz)
Paylaş