Paylaş
GÖZÜNÜZÜN önüne büyük bir (S) harfi getirin... Çoğu sosyal olay işte bu rotayı takip eder... Önce yumuşak, sonra artan eğimle yükselir, tam tepe noktasında hızı kesilir, aşağı doğru seyir başlar... Yakın tarihteki örnekleri Güneydoğu olayları ile 28 Şubat sürecinden verilebilir...
Son günlerde sıkça muhatap kaldığım soru, ‘‘Yolsuzlukların sonu geliyor mu?’’ olunca bu eğriyi hatırlamamak mümkün değil... Lafı uzatmadan söyleyelim... Tarsus'ta ‘‘yakalanan’’ kaçak rafineriyi görünce artık tamamen emin oldum ki, rezalette tepe noktasına ulaşıldı...
Bir ülke düşünün ki, Güneydoğu'daki yoksul kamyon şoförlerine ek gelir sağlasın diye sınır ticareti yoluyla petrol ürünleri ithaline izin versin... Bırakın sınır illerini en ücra dağbaşında bile kaçak mazot satılmaya başlayınca resmi şirket kurup bir milyar dolarlık vergi hedefi koysun... Sonuçta kaçakçının gücünün rafineri kuracak hale geldiği anlaşılsın... Balina, Buffalo ne ki, adamlar rafineri işletiyor, rafineri.
* * *
Yolsuzluk eğrisini aşağı doğru eğecek isimler de belli:
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ve Bankacılık Üst Kurulu Başkanı Zekeriya Temizel...
Ama sanmayın ki hırsız-uğursuzlar boş duracak... Sebeplendikleri düzen değişirken dişleriyle tırnaklarıyla mücadele edecekler... Sezer'e yapmadıklarını bırakmadılar, şimdi görev süresinde indirimle tehdit ediyorlar. Demek ki daha akıllanmadılar. Tantan'a çamur kampanyası sessiz ve derinden sürüyor, Temizel'i de rahat bırakmazlar nasıl olsa...
Bu üç isme dikkat edin... İcraatlarını izleyin. Geleceğin ve Temiz Türkiye'nin üç lideri bu isim veya çevresinden çıkacak.
KARŞI GÖRÜŞ-KATKI
‘‘Sizden ricam bundan böyle tüm ağırlığınızı siyasi iradenin AB konusunda alması gereken önlemleri daha sık gündeme getirerek Türkiye'nin yol almasında milletin sesi olmanızdır.’’
(Raşit Agan/İstanbul)
‘‘Türkiye Avrupa Birliği'ne ancak gelişmiş bir ülke olmak için çalışmak gerektiğini anladığı zaman girebilecektir. Oysa bugün sadece Avrupa Birliği'ne girmeye çalışıyoruz.’’ (Erman Ulusoy)
Denize nazır dersler
YİNE olmadı, dersini çalışmamışsın Deniz Gökçe... Hımbıl talebeler gibi ezbere kaçıyorsun... Sana ‘‘Okurunla neden kavgalısın?’’ diye soruyoruz, yanıt yerine ‘‘Senin gazetenin şu tarihteki manşeti...’’ diyorsun. ‘‘Bankacı patronunun gazetesinden başka yerde çalışma iznin var mı?’’ diyoruz, yine aynı nakarat... Peki öyleyse gel manşetleri tartışalım ki, üzerinde ot-pardon tüy bitmesiyle övündüğün kafana nüfuz edebilsin...
Mesela çalıştığın gazetenin dünkü manşeti, ‘‘Memura simit, Cotta'ya kebap’’... Üstelik alt başlık daha da vurucu: ‘‘Yüzde 10'luk zammı protesto eden 50 bin memur Kızılay Meydanı'nda IMF'ye ateş püskürürken, Şef Cottarelli sultanlara layık ziyafetle ağırlandı...’’
Ne yapacaksın şimdi Deniz Gökçe... Başkası memurun halini yazınca bir sövmediğin kalıyor... Kendi gazetende manşet olunca çıtın çıkmıyor... Çıkamaz çünkü gazetenin sahibi, bankanın da sahibi öyle değil mi Deniz Gökçe...
İntikalin zayıftır, istersen konuyu başka örnekle açalım... Hatta fazla ileri gitmeden seni ele alalım... Çalıştığın Boğaziçi Üniversitesi'nden devlet memuru maaşı alıyorsun... Rakamı verip diğer öğretim üyelerini utandırmanın álemi yok ama o parayla geçinmeye kalksan bu yazıları mümkün değil yazamazsın, elin varmaz... Ama unutmayalım ki senin asıl geçim kaynağın bankacı patronun... Tuzun kuru olduğu için memur maaşına zam isteyene kızma, sövme lüksün bulunuyor.
O yüzden sana ‘‘banka fedaisi’’ derken amacımız kesinlikle hakaret değil, sadece küfürlerini sebep-sonuç ilişkisine sokmaya uğraşıyoruz... (Hem istersen, sen de bana ‘‘halkın fedaisi’’ diyebilirsin, söz kızmam, alınmam.) Gördün mü Deniz Gökçe, belki biraz hızlı gidiyorum ama itiraf et ki iyi hocayım, çok şey öğreniyorsun, çok... Yerimiz dar, zamanımız az, dilersen özel derse yazıl... 10 derste dilbilgisi ve imla ile başlarız. Bakarsın birkaç yılda basın ahlakına kadar geliriz, umut dünyası.
Paylaş