Paylaş
12 Mart'ın en baskılı günleri ilk gençlik yıllarıma rastladı.
Her yeni yetme gibi eve gelen gazetelerin en çok karikatürlerine düşkündüm. Bülent Ecevit ismine ilk kez bu sayede rastladım.
Sanırım ilk sayfada yer alan ve o günün hákim siyasetine uygun dört karelik bir çizgi öyküydü... 12 Mart'a karşı çıkan Bülent Ecevit her karede biraz daha küçülerek kaybolup gidiyordu.
Artık aile geleneği mi, yoksa çocuk kalbi mi bilinmez, iyi ve doğru olmadığını hissettiğim askeri darbeye karşı çıktığı için yalnız bırakılan Ecevit'in haline çok üzüldüğümü iyi hatırlıyorum...
Bu duygusal yakınlık, ilerki yıllarda yerini dayanışma arzusuna bıraktı, gençlik yıllarım 12 Eylül darbesine kadar Ecevit'in peşinde geçti.
* * *
Herhalde sadece benim gibi sosyal demokrat çizgide kalmayıp, daha sola kayanlar bile teslim ederler ki, Bülent Ecevit 12 Mart askeri rejiminin karanlığını delen ilk kibriti çakan politikacıdır...
Belki de bu yüzden aynı politikacının 30 yıl sonra başka bir ara rejimin, 28 Şubat'ın mirasına bu kadar ısrarla sahip çıkmasını anlamak, alışmak çok güç geliyor.
12 Mart gibi 12 Eylül'de de Ecevit'i yalnız bırakan yerleşik nizamın bile mahcupça ‘‘siyasetin normalleşmesi isteği’’ diye tanımladığı ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in başını çektiği hukukun üstünlüğü savaşında demokrasi siciliyle ünlü Başbakan'ın karşı safta yer alması ne hazin tesadüftür.
Sanki roller değişti...
Ahmet Necdet Sezer'in kumaşından Ecevit ayarında, inadında bir devlet adamı çıkar mı, gelecek günler gösterecek. Ne var ki Ecevit'in istikrarla yükselen siyasi çizgisini her iki askeri darbede doğru zamanda, doğru yerde, doğru tepkiyi vermesine borçlu olduğunu unutmaması zorunludur.
* * *
Dilerseniz buraya kadarını kişisel tarihe ait bir muhasebe sayın geçin... Ama bir soruyu paylaşmamıza izin verin.
Bugün Ahmet Necdet Sezer'den şikáyet eden siyasiler ve medya şöhretleri nasıl bir cumhurbaşkanı istediklerine hakikaten karar verebildi mi?
Çünkü düşünün ki, bu hükümetin ve bir-iki istisna dışında medyanın Sezer'den önceki ilk tercihi IX. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'di...
Siyasi duayen, Başkanlık hevesini hiç saklamayan, Köşk'ten taşınır taşınmaz günlük icraata karışan Demirel'i seçtirmek mümkün olmayınca ikinci tercih neden politika kulvarında değil hız yapmak piyadece bile yürümemiş Ahmet Necdet Sezer'in şahsında kullanıldı?
Yoksa hükümet, Ahmet Necdet Sezer'i de daha öncekiler gibi önüne her konulanı imzalayan Çankaya memuru mu (noter deyince noterler kızıyor) olacak sandı... Türk filmlerindeki aldatılmış esas kız sendromu sakın bu yüzden yaşanıyor olmasın...
Eğer hal böyleyse, korkarız ki Sezer'in memur kararnamesini hemen imzalaması bile hükümete yetmeyecektir. Sezer'den acilen hayali ihracatçı, banka batakçısı yeğenler, müflis biraderler, arabulucu yakın hısımlar teminle bu şahısları aile fotoğrafı ile birlikte hükümete rehin bırakmasını istemeleri muhtemeldir. Çünkü hükümetin benzer isteklerine ancak bu kadar defolu kurum ve kişiler boğun eğebilir... Hükümet-Köşk ilişkileri de ancak bu koşulla ve maazallah devlet krizine yol açmadan sürer gider.
Özetle, her ne kadar, ‘‘Biz, bu Bülent Ecevit'e alışamadık’’ diyorsak da, unutmayın ki şahsi meselemizdir... Asıl sorun bu hükümetin işbirlikçi cumhurbaşkanına alışmış olmasıdır.
KARŞI GÖRÜŞ-TEPKİ
‘‘Kafamın almadığı şu: Siz adamla aynı fikirde değilseniz, adınız otomatikman ‘vurun gavura' çıkıyor. Anında aforoz ediliyorsunuz. Sözde demokratik bu yobazlık kendini bir de Atatürkçü kılıfı içinde sunmaz mı. Aman yarabbi deyip kaçasınız geliyor, tıpkı Sn. Sezer'in yaptığı gibi.’’
(N.A.)
‘‘Ben ülkücüyüm, Bahçeli'ye soruyorum: Bir ara MGK gündemine dahi gelen bürokrasiden ülkücüleri ayıklamak da bu KHK'nın içinde mi? Basın bir alem, yönetenler bir alem. Bari gizli diktayla yönetileceğimize, adam gibi diktatörlüklerini ilan etseler de hepimiz rahat etsek.’’
(S.K.)
Paylaş