Enis Berberoğlu

27 Nisan hatırası

30 Ağustos 2008
ANKARAGENELKURMAY’ın Kazım Orbay salonunda, "Eski askerler ölmez, gözden kaybolurlar" diyen Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı dinlerken ister istemez 16 ay öncesini hatırlıyorum. 12 Nisan günü yine aynı salonda konuşan Büyükanıt’ın "sözde değil özde laik" cumhurbaşkanı talebi... 27 Nisan’da gece yarısı internet sitesine konulan e-muhtıra. 367 kararı ve erken seçim.

Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı sıfatıyla katıldığı ilk resmi törende GATA’da yaşananlar. Büyükanıt’ın Cumhurbaşkanı’na cephe selamını ihmali, komutanların "Cumhurbaşkanım" diyememesi.

Hepsi geride mi kaldı? Galiba... Yoksa Büyükanıt’ın boynuna Devlet Şeref Madalyası’nı Abdullah Gül’ün takmasını izah etmek zor. Bu manzaraya "27 Nisan hatırası" altyazısı yakışır.

* * *

Yaşar Büyükanıt görevde iken kendisinden önceki 24 genelkurmay başkanına kıyasla çok daha renkli ve insani portre çizdi. Bu sayede kamuoyu ile çok güçlü ilişki kurdu.

Emekliliğinde de aynı çizgiyi sürdüreceğe benziyor. Törendeki kısa sohbetimizde artık rahatça maça gidebilme özgürlüğünden dem vurdu. "Zaten Fener’in maçlarına gidiyordunuz..." diye hatırlatınca, "Ama artık politbüro üyesi gibi oturmak istemiyorum" tepkisini gösteriyor.

Peki rakip takımların tepkisinden korkmuyor mu?/images/100/0x0/55ea5cb6f018fbb8f87afcaf

- Hayır. Çünkü insanlar anlıyor. Mesela eski Fenerli Tayfur’un Beşiktaş’tan jübilesinde (2006) mesaj yollamıştım. Maçtan önce okumuşlar, tribünler dakikalarca alkışlamış.

Anlaşılan başkent renkli bir askeri kaybediyor, Büyükanıt siyaset sahnesinden kayboluyor. Ama spor kamuoyu, saflarına yeni ve ünlü bir figür katıyor!

Paşa’nın referansı şarkiyatçı Caetani

"TARİH, ilerisini göremeyenler için acımasızdır." Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un 12 sayfalık tören konuşmasında tırnak içinde aktardığı ve fakat kaynak göstermediği tek alıntı bu cümleydi.

Belki de bu yüzden kime ait olduğunu merak ettim.

Geçen yüzyılın ilk yarısında yıldızı parlayan ve İslam Tarihi isimli beş ciltlik bir eserin sahibi olan İtalyan şarkiyatçı Leone Caetani’nin kitabından alıntı çıktı.

Mustafa Kemal de bu cümleyi ilk okuduğunda altını mavi kalemle çizmiş, yanına iki çarpı işareti koyarak ne kadar önemsediğini göstermiş. İtalyan soylusu bir baba ve İngiliz anneden doğan Caetani, Roma Üniversitesi’nde yakın doğu dilleri eğitimi aldı. Arapça, İbranice, Farsça, Sanskritçe ve Süryanice öğrendi. Türkiye, Suriye, Mısır, Irak, Cezayir ve Tunus’ta yıllarını geçirdi. Bir dönem İtalyan Meclisi’nde vekillik yaptı. Sosyalist düşünce yapısı nedeniyle faşizmin kucağına düşen ülkesinden ayrıldı, Kanada’ya iltica etti. Kuran ve İslam hakkında ilk elden kaynaklara ulaşan Caetani’nin, tartışmalı görüşleri de var. Örneğin, İslam’ın ilk yıllarındaki fetihleri dini yayılmadan çok yağma güdüsüne bağlıyor. Kuran’ın bugünkü halinin Halife Osman devrinde yeniden yazıldığını iddia ediyor.

Neyse bunları bırakalım... Bakalım Genelkurmay, tarihin ilerisini göremeyenlere acımasız davrandığı gerçeğine daha uygun bir tavır içine girecek mi?
Yazının Devamını Oku

Neler oluyor hayatta

26 Ağustos 2008
<b>ANKARA</b><br><br>GEÇEN yıl tam bu zamanlar birileri çıkıp deseydi ki; TSK ile Pentagon anlaşacak, PKK’nın tepesine binilecek,

İktidar partisi 6 ay kapatma davasıyla uğraşacak,

AKP’ye (ABD’ye?) muhalifler Ergenekon’la sindirilecek.

Hepimiz güler geçerdik.

Ama aynen öyle oldu.

* * *

Türkiye, 2003 tezkeresinin bedelini ağır ödedi.

PKK yeniden hortladı, Kuzey Irak’ta beslendi, büyüdü.

Ne zaman ki Türkiye, Irak’ın kuzeyi ile normal ilişkiyi kabullendi... Celal Talabani’ye "aşiret reisi" demekten vazgeçip Irak Cumhurbaşkanı saydı, PKK kartına ihtiyaç kalmadı.

TSK ile Pentagon arasında köprüler yeniden kuruldu.

* * *

İktidar partisi AKP yüzde 46.6 oyla öncelikleri şaşırdı.

AB’nin ve IMF’nin ipini bıraktı, türbanla güç gösterisine kalktı.

Kapatma davası marifetiyle AKP yeniden ehlileştirildi.

Dahası normal zamanda asla mümkün olmayan tavizler kopartıldı.

Kıbrıs’ta çözüm dayatıldı, Ermenistan’la bahar yaşanır oldu.

AB yasaları bile aylar hatta yıllar sonra yeniden hatırlandı.

* * *

Dostla kavga edilirken ortak düşmanın kazanmasına izin verilmez.

AKP’nin zayıfladığı ve biata zorlandığı kapatma sürecinde Ergenekon bu yüzden hız kazandı.

TSK muhaliflerinin kendi imkánıyla asla ulaşamayacağı askeri bilgiler işportaya düştü.

Memleket dikensiz gül bahçesine dönüştü.

* * *

Yanlış anlamayın, Türkiye’de her kararın yurtdışından verildiğini düşünecek kadar saplantılı değilim. Ama bu ülkeye milyarlarca dolar akıtanların eli kolu bağlı beklemeyeceklerine en iyi kanıt, kapatma davası kararı arifesinde tavan yapan borsadır!

Demek ki;

1) Türkiye küresel düzene her gün daha da kenetleniyor,

2) Küresel düzene ayak uyduramayan cezasız kalmayacak.

Bence önümüzdeki sonbahar ve kışın siyasi yol haritası, bu iki kırmızı çizgi arasından geçecek.
Yazının Devamını Oku

Kaynak ve patron

17 Ağustos 2008
ANKARADÜN sabah gazeteleri karıştırırken Akşam’ın ekonomi sayfasında bizim Erdal Sağlam’ın kocaman fotoğrafını görünce durakladım. Herhalde yerleri bol ki, yarım sayfalık haber yapmışlar. Özetle iddiaları şu: Erdal Sağlam, 2001 Şubat devalüasyonunu Kemal Derviş’ten duydu, hemen patronuna yetiştirdi, patronu çok para kazandı.

Toplam 31 satırlık habere bu kadar çok yanlışı sığdırmak herhalde kendi dalında bir gazetecilik rekoru olsa gerek... Yok devedir, zaten düzelmez demeyip, düzeltmeye nereden başlasam ki?

Madde bir... Türkiye dalgalı kura 21 Şubat günü geçti. Kemal Derviş ise Türkiye’ye bu karardan tam 8 gün sonra 1 Mart 2001 tarihinde ayak bastı.

Peki o zaman Akşam’ın haberinde geçen "Erdal Sağlam kriz günü de öyle yaptı. Her gün kapısında beklediği Kemal Derviş bir gün önceden ona Türkiye’nin dalgalı kura geçeceğini fısıldadı..." iddiasını, iftirasını kim nasıl izah edecek?

Madde iki... O dönemde yine haberde adı geçen CNN Türk’ün ekonomi yayınlarını ben yönetiyordum. Akşam’daki Türkçesi bozuk, kalemi ishal arkadaş, herhalde dalgalı kur haberini çok kıskanmış olsa gerek... İnternetten aşırma, süfli mizah üslubuyla dalga geçmeye kalkmış.

Doğrusunu anlatayım, belki o gazetedeki arkadaşlara da meslek dersi olur.

Türkiye’nin şubat ayında devalüasyona doğru koştuğunu herhalde bir tek onlar duymamıştı.

Hatırlayın dönemin Merkez Bankası Başkanı bile o tarihte TL’den dolara dönüyordu.

İşte böyle bir gergin iklimde, 21 Şubat Çarşamba günü Başbakanlık’ta bir toplantı başladı.

Eğer yanlış hatırlamıyorsam, saat 17.00 sularında Güneş Taner Başbakanlığa geldi.

Giriş ve ayrılışı sırasında kapıdaki gazetecilere söylediği bir-iki cümle beni uyandırdı.

CNN Türk kanalını yöneten Taha Akyol’a, olağanüstü durum ikazında bulunduğumu iyi anımsıyorum.

Nitekim, toplantı uzadıkça dışarı sızan bilgiler o gece dalgalı kura geçileceğini gösterdi.

Biz de piyasalar kapandıktan sonra, saat 19.30 sularında haberi verdik, geçti gitti.

Gelelim kaynak meselesine... Kemal Derviş olmayacağına göre... Acaba kim ya da kimlerdi?

Peşinen söyleyeyim, eğer ismini yazdım diye, bu sefer de, Güneş Taner’den kuşku duyarlarsa...

Evet hem benim, hem de Erdal’ın Güneş Taner’le arası iyidir. Taner’in kişiliğini sever, ekonomi hákimiyetini teslim ederim... Ama baştan söyleyeyim, Güneş Taner bizim grupta hiç çalışmadı.

Akşam’daki meslektaşlar, Güneş Taner’in siyaseti bıraktıktan sonra kimden maaş aldığını en iyisi kendi patronlarına sorsunlar... Hatta bir de Pamukbank 1989 yılında batmanın eşiğine geldiğinde hangi ekonomi bakanı yardıma koştu diye üstelesinler.

Bakarsın işin doğrusunu öğrenirler...

Ha ama öğrenseler de yazabilirler mi, bakın orasını bilemem.

BDDK’yı kim bastı

MADEMKİ Pamukbank’a el konulması bile Ergenekon kapsamındaymış, uygun bir çete hikáyesini de ben aktarayım. 2002 yılının sonlarına doğru BDDK binasına iki kişi geldi. Nüfus cüzdanlarını danışmaya bırakarak misafir kartı aldılar. Ardından BDDK Başkanı’nın odasına girerek, Pamukbank’a el konulması sürecindeki tavrı nedeniyle Başkan’ı tehdit ettiler.

İşin ilginci, gerçek isimlerini ve resmi görevlerini saklamaya bile gerek duymadılar. Nitekim BDDK’nın şikáyeti üzerine bağlı bulundukları kurum haklarında işlem başlattı.

Mağduru, kurbanı oynayanlara hatırlatırım. Bu kayıtlar daha silinmedi.
Yazının Devamını Oku

Neden hiç polis yok

16 Ağustos 2008
<b>ANKARA</b><br>JİTEM olarak anılan jandarma istihbarat birimini Veli Küçük ile birlikte kuran Emekli Albay Arif Doğan önceki gün gözaltına alındı. Muhafazakár matbuat daha çok evinden çıkanla uğraştı. Aşikár nedenle, albayın yakın mazideki ilginç ilişkiler ağı göz ardı edildi.

Çünkü kıymetli albayımız sadece Veli Küçük ve Sedat Peker’le irtibatlı değil. Aynı zamanda emekli emniyet istihbarat müdürü Bülent Orakoğlu’nun 2004 seçimlerindeki finansörü.

Kimdir Bülent Orakoğlu... Önce onu anlatalım.

Aslında bu köşenin emektarları iyi hatırlar.

* 28 Şubat döneminde devrin İçişleri Bakanı’na, gazeteci Hakan Akpınar’ın önünde "167 bin polis var, ayrıca her şart altında savaşmasını bilen 7 bin de özel tim görevlisi var. Askerin darbe yapmadan önce polisi de yanına alması gerekir. Polis eski polis değil artık" dediği ileri sürülen polis şefiydi Bülent Orakoğlu. Kendisi yalanlasa da...

* Yine aynı süreçte "Asker darbe yapacak mı?" merakıyla Genelkurmay’ı dinletmeye kalktığı iddiasıyla yargılanan (ve beraat eden) istihbaratçıydı Bülent Orakoğlu.

Emekliye sevk edildiğinde muhafazakár medya tarafından özgürlük savaşçısı olarak selamlandı. Duydum ki birkaç kitap yazdı, o dönemde gazetecilik yapanlara sövdü, saydı.

Ne var ki AKP iktidarında aniden bu kimliğinden sıyrıldı.

2004 yerel seçimlerinde siyasete atılarak Eskişehir’den aday oldu.

Hem de hangi partiden biliyor musunuz? Genç Parti’den. Meydanlarda AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’a "Allahsız" diyen Cem Uzan’ın adayıydı. Gazete ve TV’sinde her gün askeri darbeye kışkırtan Cem Uzan’ı "Erdoğan’ın karşısındaki tek rakip" olarak ilan ediyordu Bülent Orakoğlu.

* * *

Aslında Ergenekon diye bilinen soruşturmanın ilk adımı Kelebek operasyonuydu.

Sedat Peker çetesinin teknik takibi sırasında Veli Küçük ve bugün şüpheli konumundaki çoğu isim polis radarına yakalandı. Ama nedense işlem yapılmadı, beklendi.

Mesela Bülent Orakoğlu’nun verdiği banka hesap numarasına yatırılan 10 milyar Türk Lirası bu teknik takip sayesinde aydınlandı. Sedat Peker’in adamı Erhan Korkmaz önce Orakoğlu’nu aradı, eski polis şefi yatacak paranın miktarını sordu, ardından hesap numarasını verdi.

JİTEM kurucusu emekli Albay Doğan, hemen Orakoğlu’nun hesabına yatan paraya sahip çıktı:

"Parayı ben gönderdim kardeşim. Bülent, seçim kampanyasında maddi sıkıntıda olduğunu hatta adaylığı bile bırakmayı düşündüğünü söylemişti. Bu tamamen dost desteğidir. Sıkıntısını çözmek için eşimizi dostumuzu devreye soktuk." (Hürriyet, 3 Kasım 2004)

Devreye sokulan eşin-dostun kim olduğunu öğrenmek mümkün değildi...

Çünkü istihbaratçı albay yakın zamanda geçirdiği by-pass ameliyatında aldığı narkoz nedeniyle ciddi unutkanlık yaşıyordu(!). Bülent Orakoğlu ise önce Peker’le hiçbir ilişkisi olmadığını açıkladı, ama sonra Arif Albay aracılığıyla Peker’le tanıştığını kabul etti. (Vatan, 9 Ocak 2005)

* * *

Yukarıda geçen isimlerden Veli Küçük içeride, Sedat Peker de aynı çeteden suçlanıyor.

Emekli Albay Arif Doğan da gözaltında. Sahi sayarken aklıma geldi.

Ergenekon’un 86 zanlısı arasında siyasetçi var, asker var, işadamı var, medya patronu, gazeteci var. Yani Ergenekon’un meslek seçimi yelpazesi gökkuşağı gibi...

Ama aralarında tek bir görevli/emekli polis yok... Bir de çeteden yatanlara pasaport veren, Yüksek Yargı’da işlerini takip eden MİT mensuplarının isimleri eksik.

Aman canım, o kadar eksik kadı kızında da olur.

Zaten hepimizi öpen de aynı kadıysa boş verin gitsin!
Yazının Devamını Oku

Kafkas satrancında PKK yeniden piyon

12 Ağustos 2008
<b>ANKARA</b><br>BAŞLIĞI yadırgayan çıkabilir, saygıyla karşılarım. Ama on yıl aradan sonra PKK’nın yine ve yeniden Rus piyonu olarak Kafkas satrancında Türkiye’nin önüne sürülmesi için başka bir ifade kullanmak içimden gelmedi. (Bu vesileyle, PKK’yı İran’a karşı cepheye sürmeye çalışan ABD’li büyük strateji uzmanlarına da selam ederim. Ama işin o kısmı ayrı bir yazı konusu!)

* * *

Erzincan Kemah’ta patlayan mayına ilk doğru teşhisi Hürriyet İnternet Genel Yayın Müdürü Fatih Çekirge koydu. Dedi ki, "Bu basit bir terör eylemi değildir. Bu Türkiye’nin geleceğini ve enerji güvenliğini ilgilendiren uluslararası bir savaştır".

Sonuna kadar haklıdır. Zaten yakın tarih bu tespite en iyi tanıktır.

Gürcistan’ın toprak bütünlüğü, siyasi ve ekonomik istikrarı Türkiye açısından hayati önem taşır. Çünkü ancak bu sayede Bakü-Tiflis-Ceyhan hattı açık kalabilir. Türkiye, Rusya’yı by-pass ederek Batı’ya güvenli bir enerji güzergáhı sunabilir.

* * *

Sanmayın ki, bu hat sadece Türkiye’nin kaderini değiştiriyor.

Tam 10 yıl önce bu sütunda iki ayrı haber analizi yer aldı.

10 Şubat 1998 tarihinde Gürcistan’ın o tarihteki lideri Eduard Şevardnadze’ye roketle suikast düzenlendi. Bağımsızlıktan (1992) itibaren ülkeyi yöneten Şevardnadze yara almadan kurtulduğu bu suikastın ardından ilk açıklamasında, "Suikastın ardında Bakü-Ceyhan hattını engellemek isteyen güçlerin parmağı olabilir" dedi.

Aradan 8 ay geçti, Gürcistan’da askeri darbe girişimi oldu, hükümete bağlı birliklerce bastırıldı. Azerbaycan’ın deneyimli Devlet Başkanı Haydar Aliyev, hemen "Bakü-Ceyhan boru hattını engellemek istiyorlar" yorumunu yaptı.

* * *

Gürcü muhaliflerin o tarihteki adresi Rusya idi, hoş bugün de öyle.

Olağan şüpheli Rusya’nın boru hattına sıcak bakmadığı zaten belliydi.

Ama 1998 yılının Ağustos ayında Moskova’da yapılan bir basın toplantısı, projeye karşı açık tehdit anlamına geldi. PKK’nın sözde askeri kanadı ERNK’nın Bağımsız Devletler Topluluğu Temsilcisi Mahir Welat, Moskova’da, Rus-Amerikan Basın Merkezi’nde yapılan toplantıda medyanın önüne çıktı.

Aslında verdiği mesajın muhatabı Türkiye değil yabancı petrol şirketleriydi.

PKK’lı terör sözcüsü, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinden geçecek bütün boru hatlarından haraç istedi, büyük şirketlerin örgüt temsilcileri ile görüşmelerini önerdi. Aksi halde "Bakü-Ceyhan dahil" bütün projeleri engelleyecekleri tehdidini dile getirdi.

İlginçtir aynı tehdit 13 Ekim 1998 günü Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te yeniden dillendirildi. Tiflis’teki PKK yanlısı örgütün sözcüsü, yabancı gazetecilere, "Bakü-Ceyhan hattını engelleyecekleri" mesajını verdi.

* * *

Rusya’nın o tarihte taşeron PKK üzerinden Ankara’ya yolladığı mesaj belliydi.

Devrin hükümetinin Çeçen eylemlerine karşı yumuşak ve hoşgörülü duruşuna tepkiliydi. Ankara dış politikada ince ayar yaptı, ABD ve Rusya ile anlaşarak umut projesini hayata geçirdi.

Bu denklemde üstü çizilen PKK, Gürcistan savaşı nedeniyle yeniden tahtaya sürüldü mü? Yoksa kendiliğinden durumdan vazife mi çıkartıyor, işin o kısmı bilinmiyor, çok da önemli değil.

Çünkü Kafkaslarda taşlar yerine otururken PKK’nın mezar taşı da unutulmayacak.
Yazının Devamını Oku

Çeteci hayır için çalışmaz

10 Ağustos 2008
ANKARASUSURLUK dosyasının şeytanı Abdullah Çatlı olarak seçildi. Abdullah Çatlı’nın yurtdışında devlet adına kurşun atıp kurşun yediği varsayıldı, eroin kaçakçılığına bulaştığı mahkeme hükmüyle kesinleşti. Hapisten kaçabildi, Türkiye’de devletin zirvesiyle çalıştı. Yine kurşun attı, bu sefer yemedi.

Hikáye uzun, ama beni ilgilendiren filmin son karesi.

Abdullah Çatlı, Susurluk’ta trafik kazasında öldüğünde ailesine bıraktığı miras 2 milyon Alman Markı’ndan ibaretti. (Kaynak: Kutlu Savaş’ın Susurluk Raporu, gizli sayfalar 81.)

Sadece Ömer Lütfü Topal’dan sızdırılan milyonlarca dolar, çetenin sözde lideri Çatlı’dan çıkmadığına göre, kimler tarafından, nasıl ve hangi hiyerarşi gereği paylaşıldı?

Bana göre, bu sorunun yanıtı ciddiye alınmadığı için Susurluk çözülemedi...

Bugünlere yani Ergenekon ilişkilerine gelindi.

* * *

Sanıyor musunuz ki, Kutlu Savaş, raporunun 95. sayfasına şu notu tesadüfen düştü:

"...Sedat Peker, Veli Küçük’ü pek çok kere arıyor. Telefon ayrıntı faturalarının toplamının ise bu kişilerin legal gelirlerini aştığı görülecektir."

Yani daha on yıl önce Veli Küçük’ün gelir-gider farkı telefon faturasından bile belli.

Albay rütbesindeki Veli Küçük’ün ismi devletin tek resmi Susurluk belgesinde geçiyor.

Ama kimse umursamıyor, Küçük tuğgeneral rütbesine terfi ediyor, bölge komutanı oluyor.

Gelelim bugüne... Veli Küçük malumunuz Ergenekon çetesini yönetmekle suçlanıyor.

Çeteci neden suç işler, kazanç sağlamak için öyle değil mi?

Demek ki 10 yıl önce maaşı yüklü bir telefon faturası ödemeye yetmeyen Küçük’ün şahsi serveti ve mal varlığında ciddi bir artış olmalı... Tabii ki Küçük Kızılay gibi hayrına çalışmıyorsa!

Şaka bir yana, Savcılık Danıştay saldırısında hükümlünün babasının hesabına yatan paraları haklı olarak sorguluyor. Veya avukat bir şüphelinin bilgisayarında ele geçirilen banka hesap numaralarıyla ilgili araştırmayı derinleştiriyor...

Ama gördüğüm kadarıyla Veli Küçük’ün çete işinden ne kazandığı belli değil.

Veya eğer belliyse bile, bu bilgi henüz kamuoyu ile paylaşılmıyor.

İşin bu kısmına neden taktığımı merak edenlere hatırlatırım ki...

Eğer Ergenekon çıkar amaçlı bir çete değilse...

O zaman cuntadan söz ediyoruz demektir! Adını koyalım.


Dolaptaki iskelet

BAŞLIKTAKİ ifade İngilizcede "saklanan suç" anlamına gelir. Ergenekon iddianamesinin eklerinde Susurluk Raporu’nun (1998) gizli tutulan sayfaları da açıklandı.

Böylece sözlük anlamıyla dolaptaki iskeletler ortaya çıktı.

Olağanüstü Hal Bölgesi’nde faili meçhule kurban giden 8 medya mensubunun ismi raporda yer aldı, bir anlamda özeleştiri yapıldı. İşte faili meçhul kurbanı isimler: Hafız Akdemir, Yahya Orhan, Mecit Akgün, Burhan Karadeniz, Halit Güngen, İzzet Keser, Cengiz Altun, Çetin Ababay.

Ama ne yazık ki Türk kamuoyu bu resmi özürden hiç haberdar olamadı.

Ta ki bugüne kadar. Keşke Ergenekon’u soruşturanlar fantezi peşinde koşmak yerine bu tür somut suçlamaların üstüne gidebilse, dolaplara temiz hava girebilse...
Yazının Devamını Oku

Ali Kalkancı yine hatırlandı

9 Ağustos 2008
ANKARABAZI isimler köşelerine çekilse bile medyatik malzeme olmaktan kurtulamıyor. Ali Kalkancı ve Fadime Şahin... Daha doğrusu bir şeyh ile müridin aşk ilişkisi 28 Şubat sürecinde ünlendi, ardından unutuldu gitti... Veya biz öyle sanıyorduk... Çünkü Ergenekon iddianamesi ile yeni ve sürpriz tartışma alevlendi. Muhafazakár gazeteler, Kalkancı’yı "devletin adamı" ilan etti.

* * *

Ali Kalkancı bu sütuna ilk kez İsmailağa Cemaati’ndeki cinayetten sonra konuk oldu. Trakya’da ticaretle uğraşan Ali Kalkancı’ya telefonla ulaştık, ama konuşmak istemedi. Sadece "Bir insanın bir haftada nasıl canavar haline getirildiğini gördünüz" dedi. (9 Eylül 2006, Hürriyet Gazetesi)

Ben de 28 Şubat sürecinden bu yana yanıtını bulamadığım soruları sıralamakla yetindim:

Ali Kalkancı-Fadime Şahin skandalı İsmailağa Cemaati’ndeki liderlik mücadelesi nedeniyle mi patlak verdi?

Tarikat lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun damadı Hızır Ali Muratoğlu’nun 10 yıl önce ve yine İsmailağa’da öldürülmesi Kalkancı olayına misilleme midir?

* * *

Aradan neredeyse iki yıl geçti... Ergenekon sanıklarıyla yakın ilişkide olduğu ileri sürülen Ali Kalkancı ile ilgili iddialar gazete manşetlerine taşındı. Kalkancı’yı aramak farz oldu.

Yine kısa bir telefon sohbetimiz oldu, kapsamlı soru-yanıtları yüz yüze görüşmeye bıraktık.

- Nasılsınız?

- Yaşamaktan insan bıkar mı? Bıktım. Bulmuşlar bir tane merkep, sırtına vuruyorlar tokmak.

- Ne diyorsunuz bu Ergenekon yayınlarına?

- Saçmalık. Benim öyle bir konumum olmuş olsaydı devletin savcısı orada kardeşim.

- Zamanlama açısından ne düşünüyorsunuz?

- Vallahi onu karşılıklı oturup konuşmamız lazım.

- Duyduğum kadarıyla yerel seçimde Esenyurt adaylığınız söz konusuymuş.

- Ben böyle bir şey istemedim. O bölgede bizim halkımız biraz yoğunlukta, talep ettiler. Düşünürüz dedik.

- Halkımız derken Karslılar herhalde?

- Karslılar, Ardahanlılar bizim oranın insanları. Hepsi bizi severler, sayarlar. Dedelerimizden, babalarımızdan dolayı, bizim şahsımızdan dolayı. Ama daha fol yok yumurta yok.

- Fadime Hanım, o tarihten sonra ne oldu biliyor musunuz? Ne yaptı, ne etti?

- Valla hiç haberim yok, yuvamı yıktılar, ocağımı söndürdüler. Malzeme olacak ki Enis Bey, savaş yapılsın, gazete satılsın. Reyting rantında bu sefer biz yiyelim diyen gruplar var şimdi. O zaman başkaları yedi, şimdi bunlar diyor ki, biz yiyelim.

* * *

Ali Kalkancı’nın şimdilik kaydıyla anlattıkları böyle.

Kalkancı İsmailağa’da liderliğe oynuyor, ayağı kayıyor. Esenyurt’ta siyaset teklifi alıyor, 12 yıl aradan sonra yine manşete çıkıyor. Tesadüf mü, belki...

Ama Kalkancı ile ilgili iddialar aslında Ergenekon mantığına çok uyuyor.

Çünkü iddianameyi iki cümleyle özetlersek, deniliyor ki: Bu ülkede terör sorunu yoktur... Terörün sahibi ya sivil veya üniformalı devlettir.

Sizce de öyle mi?
Yazının Devamını Oku

Çeteyle kavga cezasız kalmaz

5 Ağustos 2008
ANKARAOn yıl kadar önce Susurluk’la ilgili inatla yazıp çizerken... Sivil ve askeri kanatla ilgili iki kitaba teoriye kaçan üçüncüsünü eklemeye çalışırken, birileri hep uyardı. "Bu işin yarını da var..." diye.

Heyhat, haklı çıktılar!

Çeteyle kavga cezasız kalmadı.

On yıl sonra intikamı alındı.

Ne oldu biliyor musunuz?

İsmini dahi duymadığım bir çete şüphelisi beni ve onlarca kişiyi alt alta saydı. İşadamlarını, siyasileri, askerleri, gazetecileri çeteci ilan etti.

MİT Müsteşarlığı bu deli saçmasını ciddiye aldı. Son olarak Ergenekon Savcılığı 236 numaralı kanıt klasörüne koydu, kayıtlara geçti. Böylece "çeteciliğim" tescillendi.

Emin olduğum iki konu var:

1- Çeteci değilim.

2- Veli Küçük’ün emrine girmedim.

Ama sanmayın ki bu bir şikáyet yazısı. Benim bildiğim gazeteci okura ağlamaz. Hakkını hukukunu kalemiyle savunamazsa, mahkemeye gider.

Ben de muhtemelen öyle yapacağım.

* * *

Dolayısıyla sizlerle paylaşmak istediğim... Garip bir ihbar, soruşturma, iddia sürecinden ibarettir.

Tuncay Güney isimli şüphelinin el yazısıyla hazırladığı bir kroki söz konusu. 2001 tarihli Ergenekon örgütü şemasının medya bölümünde bendenizin de ismi var.

Var ama Hürriyet başlıklı sütunda değil... Meğer ben aslında Sabah’ta çalışıyormuşum!

Çok kıymetli bir başka Hürriyet yazarıyla birlikte.

Yani biz yıllarca Hürriyet’te çalıştığımızı zannederken... Aslında Ergenekon medya başkanı diye gösterilen rakip medya patronuna mesai veriyormuşuz. (Bari zamanında söyleselerdi de para alsaydık, bugünlerde işleri bozuk, istesek de zor.)

Aynı arşivde MİT’e çalıştığım yolundaki Ergenekon fişlemesi de var.

Artık bu çelişkiyi nasıl izah edeceklerini herhalde Ergenekon’cular bilir. Şaka bir yana, sözde belgede yer alan diğer gazeteci isimlerini açıklamaya niyetim yok.

Ama şu kadarını söyleyeyim, iki tanesinin ismi bile yanlış yazılmış.

* * *

Yeni öğrendiğim kadarıyla bu belge İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nca o tarihte çöpe atıldı.

Ama aynı belge ertesi yıl, yani 2002 yazında postayla MİT’e ulaştığında ciddiye alındı. O gün, bu gündür tam dört kez Başbakanlığa, Genelkurmay’a yollandı. İstanbul bombacıları mı lazım, al sana Ergenekon...

Şemdinli’de işler mi karıştı, acaba Ergenekon olamaz mı? Danıştay dediğin zaten tamamen Ergenekon!

Yoksa değil mi, çünkü MİT mantığını bir yana bırakalım, maddi hataları daha ilk okumada anlaşılan bu belgeyi yayıyor... Ama topu her an taca atmaya da hazırlanıyor gibiydi.

Savcılığa yolladığı 9 Mayıs 2008 tarihli yazıdan aktaralım:

"...bilgilerin bazen verildiği makam tarafından ham duyum-iddia olduğu belirtilmeyerek ’MİT’teki mevcut bilgiler’ olarak kabul ve takdim edilmesi de doğal olarak bilgilerin yanlış yorumlanmasına neden olmaktadır."

Türkçe’ye tercüme edersek... Savcı bu izi sürerken bizleri gözaltına alıp tutuklasaydı, "Söylemiştik..." denilecekti. Aksi halde, postadan çıkıp dört kez postalanan belge için "Zaten ham duyum-iddiaydı" bahanesine sığınılacaktı. Yakışır!

* * *

53 yaşındayım, bugüne kadar devletten himmet ummadım. Aksine her zaman kendimi ve başkalarını devlete karşı korumaya çalıştım. Çoğu kez de beceremedim.

O yüzden ne MİT’ten, ne de Savcılık’tan ismimi belgeden ayıklamasını beklemem.

Ama sormak isterim... Mademki böyle bir çete belgesi önlerine geldi.

Alaattin Çakıcı’ya kırmızı pasaport veren, Yargıtay’da işlerini takip eden MİT mensuplarının isimleri nerede? Çete davasından hükümlü savcı ve hákimlerin isimleri neden eklenmedi?

Cevabını isterse postayla yollasınlar, dilerlerse mahkeme celbiyle...

Her şekliyle kabulümdür.
Yazının Devamını Oku