Enis Berberoğlu

Erdoğan neden değişti?

15 Kasım 2008
ANKARAKESTİRME yanıtı girişe koyalım, gerisini merak edenler okusun Recep Tayyip Erdoğan değişti ve değişir, çünkü siyasetçidir.

Peki bu ne anlama geliyor?

Erdoğan, her siyasetçi gibi oy getirecek yolda yürür.

Oyunu alamayacağını anladığı kişi/kesimlere kayıtsız kalır.

Tıpkı Aleviler gibi, son olarak Kürtler gibi.

* * *

2007 seçim sürecinde Başbakan’la birkaç söyleşi imkánım oldu. Yazdıklarımı dün tekrar okudum, meslektaşlarımın haber/yorumlarına baktım. Seçim ve dolayısıyla sorularımız iki ana eksende odaklanmış:

1) Abdullah Gül’ün adaylığı, 2) Kuzey Irak’a askeri operasyon ihtimali.

Doğaldır ki, Gül’ün adaylığı Kürt meselesine baskın geldi. Ama Erdoğan’ın seçim öncesinde sınırötesi operasyona başvurmaması (belki de imkánının olmaması?)... Hatta kimi zaman bu konudaki sorulara "İçeride daha fazla terörist var" türü meydan okuyan (ve rakamsal açıdan yanlış!) yanıtlar vermesi... Bence Kürtlerin AKP’ye yönelmesinde "Müslüman cumhurbaşkanı" istismarından çok daha fazla etkili oldu.

22 Temmuz seçimlerinde AKP, Güneydoğu’nun bazı kentlerinde DTP’yi yakaladı, kimilerinde aştı.

İşte yerel seçimde Diyarbakır’ın AKP tarafından zaptı umudu/efsanesi böyle doğdu. Ayrıca eğer AKP’nin terörle mücadele politikası zorunlu olarak sertleşmeseydi, Diyarbakır’ı kazanması ihtimal dahilindeydi.

Ama Dağlıca baskını bardağı taşırdı, Başbakan ABD’ye uçtu. Anlık istihbarat antlaşması imzalandı, ABD kontrolündeki Kuzey Irak hava sahası yeniden Türk jetlerine açıldı, PKK’nın başına bombalar yağdı.

Ancak Kuzey Irak’a düşen her bomba AKP oylarını eritti. Örneğin Diyarbakır’da, son anketlere göre DTP, yerel seçimde AKP ile yarışını açık ara kazanabilir. O yüzden AKP ve TSK yakınlaşmasından korkanlar... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı "seçim kaybetme" argümanı ile boşuna tehdit ediyor.

Erdoğan başka yolu olmadığı için değişti.

Takvim sanki 10 yıl geri gitti

YAZAR Fehmi Koru, kibarca "Bush’laştı" diyor. Álemde Başbakan için "Çillerleşti" diye konuşuluyor.

Peki değişen Başbakan mı, yoksa koşullar mı?

Eğer koşullar değiştiyse Başbakan’ın da ayak uydurması doğal değil mi? Ve değişim emareleri sadece Başbakan’ın söylem/eyleminden ibaret değilse...

Koşulların değiştiğini kabul etmek zorundayız demektir.

Sınamak için gelin hepimizin gözünün önünde yaşananları başlıklar halinde sıralayalım:

1) Kitlesel gösteriler: PKK, Apo’nun yakalandığı 1999 yılından bu yana ilk kez kentlerde kitlesel gösteri ve eylemlere yönelme cesaretini, zeminini buldu. Demek ki koşullar PKK açısından değişti!

2) Barzani kartı:
Türkiye daha geçen yıl "aşiret reisi" diye aşağıladığı Barzani ile görüşüyor. PKK ile savaşmasına umut bağlıyor. 15 yıl öncesine dönülüyor. Demek ki koşullar Barzani açısından da değişti!

3) Aksu görevde:
Abdülkadir Aksu yani 1990’ların değişmez İçişleri Bakanı, iade-i itibarla artık partinin ikinci adamı. Demek ki koşullar, Türk siyaseti ve özelinde AKP için de değişti!

Sanırım bu üç bariz örnekle sadece koşulların değiştiğini kanıtlamakla kalmadım... Siyah-beyaz Türk filmlerindeki gibi kahramanları oturtabileceğiniz fonu da tarif edebildim.

Başardıysam, Başbakan’a yanlış gerekçeyle kızmayın...

Değiştiği için değil, son 6 yılı boşa harcadığı için suçlayın.
Yazının Devamını Oku

The deep Kurdish divide between Turkey's PM and president

11 Kasım 2008
The disagreement between Prime Minister Tayyip Erdogan and conservative pro-government Zaman daily's columnist Fehmi Koru came under the spotlight of the Turkish media at the weekend.

Fehmi Koru said the reason for the situation emanated from a disagreement over the Kurdish issue that exists in Turkey's southeastern region after he defended the freedom to both 'criticize the prime minister’, and ‘be criticized by the prime minister’.

 

It may seem a simple excuse and might not even be a consideration if Koru's political stance is overlooked. The outcome of considering this issue so simply could be major mistake.

 

* * *

 

The Kurdish issue has caused many governments to lose their positions of power.

 

Yazının Devamını Oku

Derin Kürt çatlağı

11 Kasım 2008
<b>ANKARA</b><br>BAŞBAKAN ile Fehmi Koru arasındaki görüş ayrılığı hafta sonu medyanın gündemindeydi.

Açıkçası Taha Kıvanç (=Fehmi Koru) dün Yeni Şafak’ta değinmeseydi pas geçecektim.

Ama Fehmi Koru, "Başbakan’ı eleştirme" ve "Başbakan tarafından eleştirilme" özgürlüğüne sonuna kadar sahip çıktıktan sonra... Düğmeye neden basıldığını kayda geçirdi: Güneydoğu (Kürt) politikasında anlaşmazlık...Fehmi Koru’nun durduğu yerin siyasi koordinatlarını ıskalarsanız, bu gerekçeyi hafife alabilir, hatta bahane sayabilirsiniz. Fevkalade yanılırsınız!

* * *

Güneydoğu (Kürt) meselesi bu ülkede çok hükümeti iktidarsız bıraktı.

Yazının Devamını Oku

DTP’den PKK’ya 88 kez terör örgütü tescili

9 Kasım 2008
ANKARAGÜNEYDOĞU (Kürt) sorununda gün geçmiyor ki "U dönüşü" yaşanmasın, ezber bozan yeni söylem duyulmasın... Örneğin, medyada Dengir Mir Mehmet Fırat’ın gidişi tartışılıyor... Oysa bana sorarsanız asıl önemlisi Abdülkadir Aksu’nun dönüşüdür.

Abdülkadir Bey’i Gaziantep Valiliği günlerinden tanırım. O yüzden iddialıyım: Aksu’nun partide ikinci adamlığa yükselişi, Tayyip Erdoğan’ın savaş düzenine geçiş işaretidir. Artık Güneydoğu ve DTP için eski günler geride kalacak, yeni dönem başlayacak.

* * *

Madem bozulan ezberden ve değişimden söz açtık, Nevruz Raporu’na değinmeden olmaz.

Malum bu yılki Nevruz’da olaylar çıktı, ölümler yaşandı. Araştırması Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na düştü.

Dört partiden dört vekil, alt komisyon kurdu: AKP’den Abdurrahman Kurt, CHP’den Çetin Soysal, MHP’den Mehmet Ekici ve DTP’den Akın Birdal, Zafer Üskül başkanlığında rapor hazırladı.

Rapor kamuoyunda daha çok Apo’ya hangi sıfatın takıldığı yönüyle tartışıldı. Oysa raporda;

PKK ve DTP’nin Nevruz’u bahane ederek olay çıkarttığı,

Eylemlerin suç unsuru taşıdığı,

Güvenlik güçlerinin müdahalesinin meşru sayıldığı,

Sadece kolu kırılan bir çocukla, ölümlerin etkin soruşturulması gerektiği yer aldı.

148 sayfalık raporda, PKK için; 88 kez terör örgütü, 20 kez bölücü örgüt, 12 kez ayrılıkçı örgüt ve 2 kez PKK terör örgütü ifadesi kullanıldı. Ve bu rapora diğer vekillerle birlikte DTP’li Akın Birdal da imza koydu.

Benim için ve bu toplumun kahir ekseriyeti açısından PKK terör örgütüdür. Akın Birdal’ın attığı imza bu nedenle önemlidir...

Ama daha önemlisi, bu imzaya uygun politika izlenmesidir.

Yanlış şeytana taş

ULAŞTIRMA Bakanı Binali Yıldırım’ın tarihi Antalya konuşmasını dün Hürriyet’in manşetinde herhalde okudunuz.

Gazete, Bakan’ın polis ve jandarma ile ilgili rüşvet ihbarı sayılabilecek sözlerini başlığa taşıdı.

Ben petrol fiyatlarıyla ilgili ifadesini tartışmaya açmak istiyorum. Bakan diyor ki: "Petrol fiyatı 140 dolar iken de, 70 dolara inmişken de benzin fiyatı aynı, oysa yarı yarıya olmalı..."

Diyelim ki doğru, ama Bakan Bey devam ediyor: "Rekabet Kurulu bakıyor, yakında petrol dağıtıcı şirketlere ceza gelirse şaşırmayın."

Şimdi bu lafın neresini düzelteyim, gerçekten bilmiyorum. Ama yine de deneyeyim:

1) Petrol dağıtıcı şirketler, isimlerinden belli sadece dağıtıcı, yani üretici değil.

2) Akaryakıt ürünlerini rafineriden alarak istasyonlarda tüketiciye satıyorlar.

3) Rafineri fiyatları düşmeden onların da fiyatlarını geri çekmeleri mümkün değil.

4) Rafineriler yüksek maliyetli stok nedeniyle çıkış fiyatını aşağı çekemiyor.

5) O yüzden pompadaki fiyat da ne yazık ki düşmüyor.

6) İthalat tabii ki mümkün, ama yüzde 30 kur artışı nedeniyle daha düşük fiyat zor.

Ulaştırma Bakanı ya bu gerçeklerin farkında olmadığı için yanlış hesap yapıyor...

Veya hükümetinin sıkça başvurduğu yöntemle, hayali şeytan yaratıp taşlıyor.
Yazının Devamını Oku

135 binde bir nasıl ’kişiye özel’ olabilir?

8 Kasım 2008
<b>ANKARA</b><br>BU ülke kişiye adresli ihalelere, nama yazılı kredilere alışıktır. Hatta bazen "kişiye özel" yasa çıktığı bile olur. Sanırım gazete ve TV’lerini bu sayede edinen... Dolayısıyla rakibini de kendisi gibi belleyen patronun medyasında dün şöyle bir haber vardı: "AYDIN DOĞAN AYARI: Hükümet, komisyon görüşmeleri sırasında sürpriz bir şekilde gündeme getirdiği geriye dönük vergi incelemelerini kapsayan ve Aydın Doğan’ı kurtaracak diye yorumlanan düzenlemeyi geri çekti." (Sabah Gazetesi, Ekonomi Sayfası)

* * *

Okuyan sanacak ki, hükümet Doğan Holding’i kurtaracak vergi düzenlemesinden son anda vazgeçti.

Mantık şu: 1) Aydın Doğan şirketlerinde vergi incelemesi yapılır, 2) Meclis’teki tasarı aynen geçseydi, inceleme sonucunda ceza çıksa bile ödenmeyecekti, 3) Ama bu madde değişti, hükümet Aydın Doğan’ı kurtarmıyor.

Gazete öyle yazıyor... Hangi gazete, hükümet eliyle 900 milyon dolar kamu kredisi kullanan, Çankaya çöpçatanlığı ile Katar Emiri ile ortak edilen patronun gazetesi... Öyleyse hükümetin de bu yoruma/ithama katılması lazım... Üstelik kurtarmadan vazgeçtiğine göre...

Halbuki hükümetin Kemal Abisi, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan bu yorumu yazanlara ateş püskürüyor:

- Böyle şey mi olur? Maliye Bakanlığı olarak Meclis’e gönderdiğimiz tasarılarda, yapılmakta olan incelemeler her zaman ayrı tutulur. Yani Maliye’nin geleneksel tavrıdır bu. Doğrusu da odur. Ama Meclis’te birileri önerge veriyor, değişiyor. Baktık ki, Maliye dedi ki, "Aman sayın bakanım"... Zaten Meclis Genel Kurulu’nda çıkartıldı... Neymiş, Aydın Doğan maddesiymiş. Ya ne alakası var, Aydın Doğan ile. Çıkıyor oradan iki-üç tanesi yazıyor. Kişiye özel kanun çıkar mı? Bunlar bir álemler.

Gazete yazıyor, Bakan yalanlıyor. Haksız mı, değil! Çünkü;

a) Hükümetin tasarısı zaten kimseyi kurtarmayı amaçlamıyor,

b) Bu madde Doğan Grubu’ndan hazzetmeyen AKP’liler tarafından önergeyle ekleniyor.

c) Genel Kurul’da görüşülürken Maliye’nin uyarısıyla madde çıkartılıyor.

* * *

Mesele
aslında bu kadar basit...

Ama yine de söz konusu maddeye Komisyon ve Genel Kurul aşamasında itiraz eden CHP Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi’yi soruyorum:

- Sizce çıkartılan madde, Aydın Doğan maddesi mi?

- Kesinlikle böyle bir şey yok, alakası yok. Muhalefet ederken hiçbir şirketi hedef almadım. Bu teknik bir konudur. Zaten Genel Kurul’da konuşurken laf attılar, "Önergede kimlerin imzası var?" diye. Orada da söyledim. Önergeyi veren arkadaşların da suçu yok.

Demek ki neymiş?.. Hükümet de, muhalefet de gazeteyi yalanlıyor.

Peki rakamlar ne diyor?

Bu haberi yazan ve basan arkadaşlar, cahil cesaretine yenik düşmeyip... Maliye Bakanlığı’nın internet sitesine göz atsaydı... Gelir İdaresi Başkanlığı’nın 2007 Faaliyet Raporu’ndaki verileri okusaydı, göreceklerdi ki;

Geçen yıl toplam 135 bin 847 inceleme yapıldı.

63 milyon 409 bin 73 YTL tutarında matrah incelendi.

30 milyon 450 bin 980 YTL matrah farkı bulundu.

Gazete diyor ki, "Aydın Doğan şirketlerinde inceleme var"...

Doğan Grubu’nun her gün Maliye ile, SGK ile, bankalarla işi oluyor.

Bilmiyorum bugün, bu saat itibarıyla inceleme var mı?

Ama velev ki var... 135 bin 847 incelemeden bir tanesi...

Böyle kişiye özel kanun, kurtarma olur mu?

Olacağına inanıyorlarsa hemen piyango bileti alsınlar...

Belki onlara da çıkar.
Yazının Devamını Oku

Ne zaman ve nasıl biter?

4 Kasım 2008
<b>ANKARA</b><br>TABİİ ki ekonomik krizden söz ediyoruz. Ve sadece Türkiye ayağından... Kriz kimine göre Türkiye’yi teğet geçecek.

Başkaları çok derinlerden dip dalgası bekliyor.

Bendeniz tahmin için erken olduğunu düşünüyorum.

Çünkü bugünkü dengeler, gelecek beklentisine göre şekilleniyor.

Çok basit örnekle, döviz borcunuz varsa, kur artışından korkmanız doğal.

Hele gelecekteki gelirinizden de emin değilseniz, yapacağınız belli.

İleride daha da pahalılaşır diye dövizi şimdiden alır, borçtan kurtulursunuz.

Ama belki de döviz siz ve sizin gibilerin artan talebi yüzünden yükseliyor, bilemezsiniz.

* * *


Beklenti idaresi, giderek ekonomi yönetiminin odağına yerleşiyor.

Son kriz gösterdi ki, önce sorunun adını koymak gerekiyor. Örneğin ABD bankaları ipotek kredileri nedeniyle zorlandığını... Evini barkını, işini kaybeden hane halkının tüketimden vazgeçtiğini gördü. ABD yönetimi, 1) Bankalara para pompaladı, 2) Halka çek dağıtıp tüketimin tamamen kesilmesini önlemeye çalıştı.

Buna karşılık Avrupa Birliği, işi ağırdan aldı. Piyasa hemen cezasını kesti.

Merkel-Sarkozy ikilisi dersini çabuk öğrendi, paketler birbirini izledi.

Güney Kore’den Brezilya’ya, Macaristan’a kadar örnek çok, yerimiz dar.

Meselenin özeti şu: Bu krizde varlıklar eriyor. Yani şirket değeri, gayrimenkul fiyatı düşüyor. Buna karşılık borçlar ya aynı kalıyor veya (Türkiye gibi) yükselen kur ve faiz nedeniyle şişiyor.

Aradaki farkı veya benim deyimimle karadeliği kapatmak şart.

Aksi halde alacaklılar (örneğin bankalar) gidecek...

Veya borçlu (mesela şirketler) can verecek.

Paranın kaynağı konusunda rivayet muhtelif: IMF kredisi, Körfez parası, Varlık Barışı, şirket satışı, doğrudan yatırım, sıcak para... Bana sorarsanız hepsine ihtiyaç var.

Peki para diyoruz da... Kaç paradan söz ediyoruz?

Deutsche Bank’ın hükümeti ve yandaş medyayı kızdıran hesabı ortada. 50 milyar dolar cari açık artı 100 milyar dolar düzeyinde dış borç ödemesini üst üste koyuyor Alman Bankası...

Üçte biri oranında yeniden borçlanmayla 90 milyar dolar kaynak ihtiyacı hesaplıyor.

Hadi diyelim ki, yarısını yeniden borç aldık, yine 70 milyar dolar lazım.

Eriyen varlıklarla, şişen borçların farkını bu hesaba hiç karıştırmadık dikkat edin...

Çünkü o faturayı şimdiden kestirmek zor.

Bu nedenle benim, "Kriz ne zaman ve nasıl biter?" diye soranlara yanıtım hazır.

Hükümet karadeliği kapatmaya ne zaman karar verirse o gün, o saat.

Bence beklentiler ancak paranın sıcak yüzü görüldüğünde değişir.

Kur da düşer, faiz de...

Tabii bir de faturanın kime kesileceği belli olduktan sonra.

Tek cephe PKK

ORGENERAL İlker Başbuğ, bugün Başbakan’la birlikte Isparta Eğirdir’e gidecek. Başbakan ve heyeti, terörle mücadele eden askerlerin nasıl yetiştiğini yerinde görecek. Genelkurmay Başkanı Başbuğ ile Başbakan’ın birlikte görüntü verdikleri terör konulu toplantı ve zirvelerden bir tanesi daha böyle hayata geçecek.

Askerdeki genel kanaat, TSK’yı yıpratmak isteyenlerin terörle mücadelede ödenen bedeli bahane ettiği... Çok karmaşık ve güçlü bir odağın, uluslararası yardımla kampanya yürüttüğü...

Bana sorarsanız eğer böyle bir odak varsa, artık işi zorlaşıyor.

Çünkü 27 Nisan’da hükümetle arası bozulan asker, şubat ayındaki kara harekátından sonra CHP ve MHP’yi de karşısına aldı. Medyanın bir bölümüyle hiç teması yoktu.

Başbuğ gelir gelmez muhalefet partilerini ziyaret etti, hükümetle terörle mücadele konusunda ahenk sağladı, muhafazakár medyanın bir bölümüyle yeniden ilişki kurdu.

Bu değişikliğin yarattığı rüzgár ortada. Güneydoğu kararları asker ve siyaset ortaklığı ile alınıyor. Asker aynı anda birden fazla cephe açmak zorunda kalmıyor. Enerjisini PKK ile mücadeleye harcıyor.
Yazının Devamını Oku

2 ucu da pis değnek

2 Kasım 2008
ANKARAÖNCE Başbakan’ın hakkını teslim edelim: Panik yapmamasına kızanlara hayret ediyorum. 2001 krizini, havada uçan Anayasa kitapçığına bağlayanlar... Merhum Başbakan’ın iki gözü iki çeşme "devlet krizi çıktı" açıklaması ile izaha çalışanlar... Şimdi gösterilen liderlik sükûnetini nimet bilmeli.

* * *

Bu krizi size fil misali, kuyruğundan, hortumundan, bacağından tutarak anlatan çok. O yüzden tarifi, kiminiz yılan, diğeriniz boru, bazınız sütun sanıyorsunuz. İtirazım yok, ama bir de benden dinleyin.

Boş beyaz káğıda yukarıdan aşağı bir çizgi çekin.

Çizginin sağına borcunuzu, soluna varlıklarınızı yazın.

Örneğin, araç kredi borcunuzu sağa, varsa evinizi, hissenizi sola...

Şimdi son iki ayda bu bilançonun iki yakasında neler oldu hatırlayın.

Borcunuz, döviz kuru artışı ve TL faizindeki yükseliş nedeniyle şişti.

Buna karşılık varlıklarınız, mesela evinizin değeri geriledi.

Yani kişisel bilançonuzda tabir yerindeyse kara delik oluştu.

İşte aynı misal, şirketlerin de varlıkları eriyor, borçları şişiyor.

* * *

Şimdi asli soru, karadelik nasıl kapatılacak?

Yanıtı basit; ya borçla veya satışla...

Tercihen iki yol birden!

Borç alacak kapı çok değil. IMF ve Körfez sermayesi gözüken iki seçenek.

İş dünyası şirketlerini, bankalarını, otellerini ucuza satmamak için IMF parasını istiyor.

Hükümet ise; 1) Arap parasına 2) Yurtdışına kaçırılan servete güveniyor.

Değneğin iki ucu da pis dememiz bu yüzden.

IMF parasını alırsak, büyüme olmaz, işsizlik patlar.

Şirketler ucuza giderse, ekonomide yabancılaşma artar.

Krizden kolay çıkış yolu yok!

Derviş heyecan yaratmadı

GEÇEN hafta bugün bu köşede Kemal Derviş’e ilişkin bir duyum aktardım. CHP’nin Derviş’e İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığını teklif ihtimalinden söz ettim. Aradan bir hafta geçti, Derviş ismi tartışıldı.

Ama CHP yönetimi, Derviş isminin kamuoyunda fazla heyecan yaratmadığını gözlemledi.

Örneğin, AKP’ye muhalif MHP eğilimli seçmen Derviş’e 2001 krizi yönetiminden dolayı kızgın... DSP seçmeni de Ecevit hükümetinin son günlerindeki siyasi duruşundan ötürü kırgın... Dolayısıyla bu kesimlerden oy akışı zor.

Özetle Derviş’in ismi adaylar arasında yer alabilir, ama öne çıkan özel konumu yok.

Kamera arkası

MUSTAFA filminin içeriği kadar sponsorluğu da tartışılıyor. Haberleri medya savaşı ile izaha çalışanlar nedense madalyonun öteki yüzüne değinmiyor. 1) Türkiye ve ABD’de halka açık bir şirket, medyanın yarısıyla neden kavgalı, iş ortaklığından kaçınıyor, 2) Halka açık şirket paralarıyla besleme medya emzirme suç değil mi?
Yazının Devamını Oku

Kürt sorunu, Apo sorunu

1 Kasım 2008
ANKARAKİMİLERİ ve/veya PKK’ya sempati duyanlar bu başlığa bakıp, "Ne fark var?" diyebilir. Ben tamamen farklı düşünüyorum, hatta çözüm için bu özdeşliğin/irtibatın mutlaka kırılması gereğine inanıyorum.

* * *

Okuyanlar bilir, lafı dolaştırmayı, havada bırakmayı sevmem.

AKP ve DTP arasında başlayan diyalog sürecini fevkalade önemsiyorum.

İlk deneme 1991’e rastladı, Kürt sorunu DEP’li vekiller sayesinde Meclis zeminine taşındı. Açıkçası kamuoyu pek hazır değildi, DEP’liler de üniversite kantinindeki eylemciler kadar acemi davrandı.

Bir şans heba oldu, 30 bin hayata mal oldu.

Yıllar sonra bu kez DTP, Meclis’e girdi. Ortam 16 yıl öncesine göre çok değişikti.

MHP hiç tahrike kapılmadan DTP’nin elini sıktı. Türk Silahlı Kuvvetleri, sivil otorite ile birlikte hareket edeceği mesajını hiç tereddüde meydan bırakmayacak açıklıkta verdi. Ama iktidarla, sorunlu bölgenin vekilleri nedense (belki de Kürt oyları rekabeti yüzünden?) pek sıcak teması tercih etmedi.

Bu mesafeli politikanın bilinen tek istisnası Dengir Mir Mehmet Fırat (AKP) ile Ahmet Türk’ün (DTP) önceki hafta yedikleri yemek oldu. Peki masada ne konuşuldu?

Kürt sorunu mu, bölgenin geri kalmışlığı mı, eğitim ve sağlık sorunları mı, yetersiz yerel yönetimler mi?

Tabii ki hepsine değinildi ama ana gündem İmralı eksenliydi.

Ahmet Türk ve arkadaşları daha önce Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e aktardıkları iddiaları Dengir Mir Mehmet Fırat ile paylaştı: Abdullah Öcalan’a işkence, eziyet yapıldığını ileri sürdü. Başbakan’dan yemekten 48 saat sonra yapacağı Diyarbakır gezisini "muhtemel tepkiler" nedeniyle ertelemesi istendi.

Böylece, "Bir şans daha tepildi" demesem bile en azından eksik/yetersiz kullanıldı.

Çünkü bir yandan sınır içi/ötesi harekát emirleri veren siyasi otoritenin... Diğer yandan, tam aksi yönde politikayla İmralı mahkûmunu muhatap alacak bir pazarlık başlatmasını beklemek abesti.

* * *

Haberlere göre, AKP ile DTP arasında ikinci tur yemekli görüşme söz konusu. AKP kulislerinde, bu kez işaret ve teşvikin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den geldiği bilgisi konuşuluyor.

Ama ilk tecrübeden sonra herkes temkinli yaklaşıyor:

AKP’nin Apo gündemli bir masaya oturmayacağı biliniyor.

Bu şans da kullanılmazsa ne olur? Önümüz kış ve baharda yerel seçim... Yani dağdaki silahlı eylem azalır... Ama ve lakin düzdeki seçim atmosferinde düşmanlık alır başını gider.

O yüzden haddimiz ve niyetimiz olmasa da, önerimiz basit.

Apo’nun durumu, AKP ve DTP görüşme masasında "neden" ve "önşart" olarak ele alınamaz.

Çünkü Apo’nun durumu, son 25 yıllık silahlı mücadelenin somut sonucudur.

Apo’nun İmralı’da yatmasına yol açan ortam ve nedenler ortadan kalkarsa...

Sonuçları da daha kolay ve medeni ortamda tartışılır hale gelir.

Habeas corpus

YAZIMA bu ilaveyi yapmadan önce Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ile bir kez daha görüştüm.

Abdullah Öcalan’a İmralı’da kötü muamele ve işkence yapıldığı iddialarını ve kendisinin son derece kesin dille yalanlanmasını hatırlattım. "Sayın Bakan, aradan geçen zaman içinde size, iddiaları doğrulayacak yeni bilgi ulaştı mı?" diye sordum. Bakan Şahin, "Hayır" dedi ve ekledi: "Öcalan’a işkence ve kötü muamele iddiaları kasıtlı ve yalandır. Bahane olarak kullanılıyor."

Denilebilir ki, "Bu iddialar doğruysa ne olur?" Hemen söyleyeyim, ayıp olur. Başlıktaki Latince ifade, bizim imparatorluk tarihimiz kadar eski. Diyor ki, "Vücudun senindir"...

Yani mahkûmun fiziki varlığı, cezayı kesen devlete emanettir.

Bebek katili olması, cezasını adil çekmesine engel değildir.

Yazının Devamını Oku