29 Kasım 2008
ANKARABU köşede 10 yıl kadar evvel (tam tarihiyle 16 Mart 1998’te) Antalyalı meçhul kadından söz ettik. Resmi görevi olmayan ama "itirafçı" sayılabilecek bu kadın İstanbul polisinde bazı sorgulara katılıyordu. İşin ilginci bu kadının yönelttiği soru ve yanıtlar asla resmi zabıtlara yansımıyor, Ankara’da meraklısına özel olarak sunuluyordu.
(Yani Susurluk’un son günlerinde işler, bugünkü Ergenekon sürecinden farklı yürümüyordu. Ama bu meçhul kadın ve etrafında yer alan hamilerinin amacı biraz değişikti. Kadın cinayete kurban giden Ömer Lütfü Topal’ın yakınıydı, ticari işleri ve tabir yerindeyse gizli zulalarından haberdardı. O yüzden devlete ve maliye’ye verdiği bilgi karşılığında ciddi ihbar ikramiyesine hak kazanacağını umuyordu. O parayı alabildi mi bilemem!)
* * *
Antalyalı meçhul kadının katıldığı sorguların sorumlusu Adil Serdar Saçan’dı.
Yani yıllar sonra Ergenekon soruşturması nedeniyle tutuklanan polis şefi.
İlginçtir sorgu tekniklerini sorgulayan yazımdan sonra bana ilgi ve alaka aniden arttı.
Öyle ki, Antalyalı meçhul kadının telefon kayıtları bile bana ulaştırıldı.
Özellikle Emniyet’teki irtibatının teşhir edilmesi için binbir takla atıldı.
Ama nereden geldiği ve amacı olmayan bu bilgiyi emniyet nezdinde araştırırken... Hayırlı bir sonuca yol açtım. Yıllar sonra Telekulak Skandalı olarak anılacak yasadışı teknik takibin ilk izini bıraktım, soruşturmayı tetikledim.
* * *
Ben bu anlattıklarımı unuttum ama herhalde birileri beni unutmadı ki, yıllar sonra bir hahamın ifadesine monte edildim. Adım Ergenekon’un medya kanadında bir gün bile çalışmadığım gazetenin yazarı diye eklendi.
İsmimi ananı hiç tanımam, soran ve kayda geçirenle ilişkimi yukarıda özetledim.
Asıl merakım, "Bu saçmalık nasıl olup da MİT’e ulaştı?" sorusuydu.
Geçenlerde çarpıcı bir hikáye dinledim, doğru olabilir mi, bilemem.
Anlatanın yalancısıyım; Adil Serdar Saçan arşivini Beşiktaş’ta bir depoda saklarmış. (Depo 2004 yılı ocak ayında polis tarafından basıldı.) Bunu öğrenen polisteki aktif bir ekip 2001 yılında bir gece depoya girmiş. Belgelerin kopyasını temin etmiş. Ancak polis şefleri bu belgelerle ilgili işlemden kaçınmış.
Neticede Saçan’ın arşivi bir yoldan (posta bile olabilir) MİT’e ulaşmış.
Gerisi zaten malum, MİT’teki işgüzarlar da... Ne zaman atladıkları bir terör saldırısı veya Şemdinli gibi kriz patlak verse... Yedekteki örgüt olarak Ergenekon’u Başbakanlığa, askeriyeye ihbar etmiş.
Etmiş de kimse ciddiye almış mı? Hayır, ne gezer!
Ta ki dört yıl sonra muhalefeti sindirme amaçlı operasyonlar başlayana kadar kimse Ergenekon’a ihtiyaç duymamış.
* * *
Ergenekon davasının ekseni artık kaydı. Savcılığın önünde iki yol kaldı: 1) Ya Ergenekon’u darbe soruşturmasına dönüştürürler, 2) Ya da generallerin dosyasını ayırıp Genelkurmay’a yollarlar.
Bakalım hangi yolu seçecekler?
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2008
The bargaining between Turkey and the IMF continues via the telephone and emails. So neither the prime minister's India visit, nor Economy Minister Mehmet Simsek's Iran trip affected the process; as the stance of the sides is clear and on the table:
What does Turkey want?:
In the past an IMF program was perceived by global investors as "Things are improving in Turkey, it is time to invest" and this triggered fund inflows. But today, not only Turkey, but the world is in crisis, so it is difficult to see new fund inflows to the country. Therefore Turkey does not want to shrink the economy any further than is already happening.
What does the IMF offer?:
The queue at the door of the IMF lengthened while Turkey delayed cutting a deal. The IMF needs more than $100 billion to finance the existing demands. So it does not want to give loans to finance the Turkish economy's rapid growth. The IMF does not say outright that "Turkey should dwindle", but putting limits on the loan and the credit means just that.
* * *
Under this framework, talks on the 2009 budget are still underway. The IMF, who previously demanded a half point increase in the primary surplus ratio, now asks for savings of 7-8 percent of the budget as a result of the deepening global crisis.
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2008
<b>ANKARA</b><br>TÜRKİYE ve IMF pazarlığı telefon ve elektronik posta trafiğiyle sürüyor. <br><br>Yani Başbakan’ın Hindistan’da veya Mehmet Şimşek’in İran’da olması süreci aksatmadı.
Çünkü tarafların pozisyonu gayet açık ve masada:
Türkiye ne istiyor?:
Eskiden IMF programı dış dünyada, "Türkiye’de işler düzeliyor, yatırım zamanı" diye algılanır, dış kaynak girişi hızlanırdı. Ama bugün sadece Türkiye değil, dünyada da kriz var, ülkeye yeni kaynak girişi zor. O yüzden Türkiye, zaten küçülecek ekonomide IMF freni ile ek daralma yaşamak istemiyor. IMF ne öneriyor?:Türkiye anlaşmada gecikince IMF kapısındaki kuyruk uzadı. IMF’nin mevcut talepleri karşılamak için 100 milyar dolardan fazla yeni kaynağa ihtiyacı var. Bu nedenle Türk ekonomisinin tempolu büyümesine kredi açmak konusunda isteksiz. IMF, doğrudan "Türkiye küçülsün" demiyor; ama borç ve kredi miktarına sınır bu anlama geliyor.
* * *
Yazının Devamını Oku 23 Kasım 2008
<b>ANKARA</b><br>CHP lideri Deniz Baykal’a, CNN Türk’te programından önce kahvesini yudumlarken önerdim: - Artık türban sorununu da çözseniz...
Deniz Bey önce ciddiye alacak oldu, "Sipariş mi veriyorsun?" diye ağzımın payını verecekti... Ama nedense çevredekiler hep birlikte kahkahayı basınca Baykal da işi şakaya vurdu, "Bizi bitireceksin" diyerek noktayı koydu.
Açıkçası ciddiye alınmadığıma pek üzülmüyorum.
Çünkü her şakanın altında bir gerçek yatar.
Mademki meslektaşlarım CHP’nin türban sorununun çözümüne katkısı ihtimaline bile gülüp geçiyor...
Baykal o yönde atılacak bir adımın partisine "bitirecek" ölçüde ağır fatura keseceğine inanıyor...
Demek ki, muştular olsun, laikliğin son kalesi dimdik ayaktadır.
"Peki çarşafa takılan rozete ne demeli?" diye meraktaysanız...
O mesele, kitle partisi refleksinden ibarettir. Ayağına gelen fırsatı tepmemektir.
CHP’nin sermayesi iktidara yetmiyor, kredi kullanıyor anlamına gelir.
Bu yöntem çalışır mı? 30 yıl önce denendi, uygulandı, tuttu.
"Hatırla Sevgili" isimli dizide, CHP’nin 3 Haziran 1977 tarihli Taksim mitinginin bant kayıtlarına tesadüfen rastladım. Ve inanın seçimde CHP’ye atılan yüzde 41.8 oyun sebebini ancak 30 yıl sonra anladım.
Meydan Türkiye’nin devasa, 100 bin kişilik örneklemi gibiydi.
Hicaplı kadınlar, başörtülüler, kasketliler, öğrenciler, memurlar, fabrika işçileri hepsi oradaydı.
CHP amblemindeki halkla buluştuğu gün, seçim zaferini garantiledi.
O gün meydanı dolduran kalabalığı, kılık kıyafetine, etnik kimliğine, hatta daha önce oy attığı partiye göre bile ayırmadan kucaklayan CHP, bugün üniversite kapısında bekleyen türbanlı genç kızlara neden sırt çeviriyor ki?
CHP’nin üniversitede türban sorununu çözmesi halinde... Eğitim hakkından yoksun kalan binlerce genç kız ve ailesini kat kat aşan seçmen teveccühü yakalayacağına inancım tam.
Nereden mi çıkarıyorum?.. Çarşafa ilişik CHP rozetinin yandaş medyada yarattığı panik havasından.
Çünkü hep yazdım, muhafazakár iktidarlar asla türban sorununu, çarşaf meselesini çözmek istemez.
Çözermiş gibi yapıp, istismar edip, oy toplar. O yüzden çözüm ihtimali aslında en çok sahte dindarları korkutur.
Neyse, siz yine beni ciddiye almayın!
Kırmızı çizgi yok
İRAN’ın yeni büyükelçisi, diplomattan çok işadamını andırıyor. İstanbul Başkonsolosu iken iki ülke arasındaki 350 milyon dolarlık ticaret hacmini milyar dolara çıkarma çabalarıyla övünüyor.
Bugün de Türkiye-İran ticaret hedefini 20 milyar dolar düzeyinde koyuyor.
Büyükelçi Bahman Hüseyinpur’un Türk kamuoyuna ilk mesajları da ekonomik içerikli:
Turkcell ve TAV: Ulaştırma Bakanlığı’na yazdım, bu şirketleri yeniden ihalelere davet etmeliyiz. Türk şirketleri, düşüncesi, eğilimi ne olursa olsun, İran’da çalışmalı. Türk şirketleri için hiçbir kırmızı çizgimiz yok. (Tercümesi, İsrail’le iş yapmaları Türk şirketleri için İran’da yasak nedeni sayılmayacak.)
Yeni boru hattı: İran, Türkiye’ye sattığı doğalgazı taşıyan boru hattını, şehirlere giden gazı sağlayan hattan ayırdı. Türkiye’ye dönük yeni hattın inşaatı tamamlandı. Bu sayede Türkiye’ye doğrudan basılan gazda kesinti, arıza ihtimali azaldı.
Yazının Devamını Oku 22 Kasım 2008
<b>ANKARA</b><br>ANLATACAĞIM iki kardeşin öyküsüdür. Birisi şehit, diğeri dağda. <br><br>Şehidin kahramanlık haberi Hürriyet’te... Dağdaki ağabeyin sicili Vatan’da yayımlandı.
Her iki haberi kestim, önüme koyup derin düşünceye daldım.
* * *
PKK üç gün önce Lice Kayacık Jandarma Karakolu’na saldırdı.
Bomba yüklü kamyon akşam inerken karakola yaklaştı.
Nizamiyede görevli jandarma er Fevzi Güngör, kapalı tenteden ve kum torbalarından kuşkulandı. "Dur" ihtarına uymayan kamyona ateş açtı, bir PKK’lı etkisiz hale getirdi. Kamyondan inen teröristlerin attığı el bombası Fevzi Güngör ile İsmail Uygun’u şehit etti. Karakol komutanı ile üç asker çatışmada yaralandı.
Yine de karakol ucuz kurtuldu... Çünkü 30 er yemekhaneye toplanmıştı.
Fevzi ile İsmail’in kahramanlığı çok hayat kurtardı.
Fevzi’nin hikayesi 20’sinde bitti...
5 yaş büyük ağabeyi Ferdi’nin yaşamı dağda geçiyor.
Fevzi vatan uğruna şehit düşüyor, Ferdi askere kurşun sıkıyor.
Aynı ailenin iki evladı... Fevzi neden askerde, Ferdi neden dağda?
Anlamak için 6 çocuklu aile hakkında biraz daha bilgi edindim. Baba Güroymak Belediyesi’nin geçici işçisi... Ailenin tek geçim kaynağı İstanbul’da avizeci dükkánında çalışan merhum Fevzi Güngör... Ağabeyi Ferdi işsiz güçsüz, Fevzi’nin küçüğü gasptan hapiste. Yani işi güç sahibi, ailesine bakan oğul askere gidiyor ve ne yazık ki şehit oluyor. İşi gücü, eğitimi olmayanların yolu ya dağa ya da hapse düşüyor.
* * *
Genelkurmay’ın Diyarbakırlı 30 genci nasıl meslek sahibi yaptığı haberini üç gün önce yazdım. Askerin işsiz, umutsuz, çaresiz gençlere meslek kazandırma girişiminin örnek olmasını dilerim. Hatta iş dünyasına, sivil topluma bir an evvel bu meseleye el atmalarını şiddetle tavsiye ederim.
Çünkü gözüken o ki... Biz Fevzi’lere yardım etmezsek...
Ferdi’ler eksik olmayacak.
Onlar da bizim çocuklarımız.
Ben olsam sorardım
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan krizi kabul ettiği günden bu yana bankalara yükleniyor.
Bankaların kredileri kesmesini, faizi yükseltmesini fırsatçılık sayıyor.
Hakikaten öyle mi? Ben olsam bu ağır ithamdan önce kurmaylarıma tek bir soru yöneltirdim.
(Ama sakın yanlış anlamayın, Başbakan’a akıl vermek ne niyetim, ne de haddim, sadece yanıtını merak ediyorum.)
Derdim ki: "Söyleyin bana yurtdışında dolar faizi kaç, bizim bankalar dolar cinsi döviz hesaplarına yüzde kaç veriyor, dolar döviz kredilerine hangi oranı uyguluyor?"
Tabii ki bu asıl sorunun girizgáhı olurdu. Çünkü oranlar ortada: Dolar faizi dışarıda yüzde 1 düzeyinde. Ama Türk bankaları döviz mevduatına yüzde 5-6 ödüyor. Döviz kredisine de yüzde 12 faiz uyguluyor.
Oranları öğrendikten sonra işin özünü merak ederdim:
- Peki Türk bankalarını enayiler mi yönetiyor ki... Yurtdışından yüzde 1’le borçlanacağı dövizi yurt içinden yüzde 6 ile topluyor. Ya da şirketler 12 kat pahalı döviz kredisi kullanıyor?
Hakikaten sizce neden bu fark?
Bence bankalar da, şirketler de artık dış kaynak bulamıyor.
Faizler o yüzden yükseliyor, krediler bu nedenle geri çağrılıyor.
Ama ben gazeteciyim, yanlış, eksik biliyor olabilirim.
Başbakan’ın yanındakiler, yakınındakiler uzman ve kurmay kadro.
O yüzden tekrarlıyorum, Başbakan benim önerdiğim soruyu kurmaylarına sorsun.
Onların farklı cevabı varsa, sadece herkes öğrensin!
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2008
Turkey silently entered on a new course at the weekend:
1) Turkey’s Kurdish politics will change due to the U.S. withdrawal from Iraq.
2) The country’s economic parameters will be formed more clearly following the determination of the International Monetary Fund agreement which is agreed in principal.
* * *The withdrawal of United States soldiers from Iraq until the end of 2011 was already clear. Furthermore, Obama gained votes by promising to fulfill this withdrawal pledge one-year ahead of schedule. Therefore the withdrawal action should not be considered a surprise.In this context, the fate of Kurds, or in other words, oil, is clearly the most important issue for the United States. To state it more obviously, who will protect the Kurds that cooperated with the invading U.S. forces during the Iraq war from the Arabs?The U.S. administration has not a lot of choices at this point:They can have a military base in the north, but this would not be sufficient.
They can leave protection of the Kurds and sustaining of general security to the control of the British forces, but can they trust this task to them?
They can delegate northern Iraq to Turkish protection.I am not saying that this is what will happen… But I have heard that talk of the third choice being more seriously evaluated has reached Ankara. As far as I see, the pulse of Turkey is being taken regarding the proposal.
If Kurds came under Turkey’s protection; what would be the signals?
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2008
<b>ANKARA</b><br>GEÇEN hafta sonu Türkiye sessiz sedasız yeni kulvarına girdi: 1) ABD’nin Irak’tan çekilme takvimiyle birlikte Kürt politikası değişecek.
2) IMF ile varılan ilke anlaşmasının içi dolunca iktisadi parametreler şekillenecek.
* * *
ABD’nin Irak’taki askerlerini 2011 yılı sonuna kadar çekeceği zaten belliydi. Hatta Obama, çekilmeyi bir yıl öne alma vaadiyle oy kazandı. Ezcümle çekilme sürpriz değil, planlı operasyon sayılmalı.
Bu çerçevede, ABD açısından en kritik sorunun Kürtlerin (=petrolün) kaderi olduğu belli. Daha açıkçası, savaş sürecinde işgalci ABD güçleriyle ittifak kuran Kürtleri, Arapların hışmından kim koruyacak?
ABD yönetiminin önünde fazla seçenek bulunmuyor:
Kuzeyde askeri üs sahibi olabilir, ama yeterli değil.
Kürtleri, genel asayişi İngilizlere bırakabilir, ama güvenebilir mi?
Irak’ın kuzeyini Türkiye’nin himayesine emanet edebilir.
Olacak demiyorum, kesin konuşmuyorum... Ama Ankara’ya üçüncü seçenek üzerinde durulduğu haberlerinin geldiğini duyuyorum. Anlaşılan nabız tutuluyor, zemin yoklanıyor.
Velev ki, Kürtler Türkiye’nin koruma şemsiyesinin altına girecek.
Öncü işaretleri ne olurdu dersiniz?
Kuzey Irak’ın hákimi Barzani ile sıcak temas kurulmalı, ki nitekim aynen öyle oldu!
Irak’ın kuzeyindeki terör odaklarının temizlenmesi, ki PKK’ya karşı ittifak pazarlığı sürüyor.
Bakalım bu iki adımın gerisi nasıl gelecek?
* * *
Türkiye’nin kulvarını değiştiren ikinci gelişme yine hafta sonuna rastladı.
Türk Başbakanı ve IMF Başkanı, ağız birliği edip anlaşmaya çok yakın olduklarını açıkladılar.
IMF ile anlaşmanın günlük yaşama dönük sonuçları ne olabilir, sıralayalım:
Türkiye özel sektörünün gelecek yıl 52 milyar dolarlık dış ödemesi var.
Dış koşullar daha da kötüleşmezse, bu paranın yarısını yeniden borçlanabiliriz.
Geriye kalan 25 milyar doların örneğin 20’sini IMF karşılarsa hiç fena olmaz.
Yalnız imzanın gecikmemesi çok önemli!
* * *
Hemen rahatlamayın, yeni kulvarımız da mayınsız sayılmaz.
Öncelikle Türkiye’nin nüfuz alanı Erbil’e kadar uzanırsa;
a) Sınırın anlamı -tıpkı 1990’larda olduğu gibi- pek kalmayacak.
b) Fiili durumu resmi hale getirmek üzere federasyon tartışmaları alevlenecek.
İktisadi cepheye gelince... Hakkını teslim edelim AKP hükümeti, IMF ile uzun süre sorunsuz yürüdü. Ama yerel seçim öncesinde adeta zorla/gönülsüz varılan anlaşmaya ne kadar uyulur hep birlikte göreceğiz.
Yazının Devamını Oku 16 Kasım 2008
ANKARATABİATIM gereği yaptığımı ayrıca anlatmayı sevmem. İcraatımı süslemeden, kendimi şişirmeden derdimi anlatamıyorsam, inanın kabahati hep kendimde ararım. Ayrıca gazetecilik kadar şeffaf meslekte, ürünü yerine kendisi konuşanı yadırgarım. İzahlı müzik misali her fırsatta gazetesinde, TV’sinde ne kadar başarılı işler yaptığını anlatana kusura bakmayın ama güler geçerim.
Dipnot olarak şunu da ekleyeyim: Sahte tevazu satmıyorum... Meraklısına beni anlatan, hatırlatan yeterince iz bırakacak mesleki kariyere sahibim.
* *Ê *
Başbakanlık Basın Merkezi’nin akreditasyon yasağında suskunluğum alışkanlıktandı.
Ama baktım ki; "ayinesi iştir kişinin" ilkem bu kez çalışma arkadaşlarımı ve mesleğin itibarını tartışmaya açıyor... Pozisyonumu açıkça anlatayım istedim.
Önce ne oldu? Başbakanlık, iki arkadaşıma (Turan Yılmaz ve Hasan Tüfekçi) Başbakan’ı izleme yasağı koydu, ben de üç yeni arkadaş görevlendirdim. Çünkü;
Madde bir... Gazetecilik hiçbir yasağı ve ama bahaneyi de kabul etmeyen meslektir.
Madde iki... Başbakanlığın kart vermediği arkadaşlarıma güvenim tamdır. Aksi halde zaten o göreve devam edemezlerdi.
Madde üç... Ancak iki arkadaşıma konulan yasak onların artık Başbakanlık’ta gazeteci sıfatıyla görev yapmalarına imkán bırakmadı.
Madde dört... Bu nedenle iki arkadaşımı gazetecilik yapabilecekleri farklı alanlara (Cumhurbaşkanlığı ve Meclis) kaydırdım.
Madde beş... Başbakanlık’ta görevlendirdiğim arkadaşlarım (Süleyman Demirkan, Ümit Çetin ve Volkan Yıldırım) bayrağı bırakın yere düşürmeyi daha da ileri taşıyacak vasıftadır.
* *Ê *
Bu teknik izahtan sonra dilerseniz, doğrudan ve dolaylı yöneltilen bazı sorulara değineyim.
Deniliyor ki, "Tepki gösterelim, Başbakan’ı izlemeyelim..."
Ben de diyorum ki, "Biz gazeteciyiz, işimizi kesintisiz yaparız".
Savaşta da, arkadaşımızın cenazesinde de haberciyiz.
Zaten o yüzden hiçbir iktidar bizi sevmez.
Habercilikten vazgeçerek kimseyi sevindirme lüksümüz yoktur.
Mesela, Hasan Tüfekçi’nin "Çukurambar Zirvesi" haberini hatırlayın. Kapatma davasından iki gece önce Cumhurbaşkanı-Başbakan buluşmasını yakalayan gazete takdir edersiniz ki akademik tartışmayla vakit kaybetmez.
Çünkü biz Hürriyet’te her köşeden yeni bir Çukurambar haberi çıkacağına inanırız.
Sizi bu haberden yoksun bırakmamak için yırtınırız.
Deniliyor ki, "Gazeteyi Başbakan mı yönetiyor, ya yolladıklarınızı da kabul etmezse"...
Dedim ya, biz büyük gazeteyiz...
Bu üç arkadaşım yasaklanırsa dört kişi daha yollarım. Yeter ki iş görülsün, haber yazılsın.
Son muhabirim de yasaklanırsa gider Başbakan’ı ben izlerim.
Aklınıza, "Ya sana da yasak gelirse" diye bir soru düşerse...
Hemen söyleyeyim, beni bu göreve Aydın Doğan, Vuslat Doğan Sabancı ve Ertuğrul Özkök atadı, ancak onlar alır.
Başbakanlık işverenim değil, haber kaynağımdır. Zaten yandaş medyadakilerle en önemli farkım budur.
Patronuma güvenirim, kompleksim yoktur.
* *Ê *
Buraya kadar mesleğimizi tartıştık... Başbakanlığa da bir çift sözüm var:
a) Hem savcı hem de hákim rolüne soyundunuz.
b) Muhabirlerin kasıtlı, yanlış haber yazdığını ileri sürdünüz.
c) Ama Basın Konseyi’ne veya Okur Temsilcileri’ne şikáyette bulunmadınız.
d) Dahası, haberlerle ilgili yargıya başvurup dava açmadınız.
e) Siz cesaret edemediniz, muhabir mecbur kaldı size dava açıyor.
f) Sonunda gazeteci ile Başbakanlığı mahkemelik ettiniz.
Hayırlara vesile olsun... Yakıştı mı?
Yazının Devamını Oku