21 Aralık 2008
<b>ANKARA</b><br>BUGÜN CHP’nin tüzük kurultayı beş yıldızlı otelde toplanıyor. Partinin 85 yıllık tarihindeki en önemli örgüt şeması değişikliği oylanacak. Sadece CHP değil, sol geleneğin kalesi sayılan genel sekreterlik makamından resmen vazgeçilecek. Ama çok muhtemeldir ki, yarınki gazete ve haber bültenlerinde bu değişim yerine Deniz Baykal’ın sözleri yer alacak. Çünkü memleket eskilerin deyimiyle seçim sath-ı mailine girdi. Türkçesi, freni patlamış kamyon misali seçime sürükleniyoruz.
O yüzden halkımız CHP’den (tıpkı diğer partiler gibi) yeni "açılım" bekliyor.
Çarşaf meselesi biliyorsunuz "açılım" sanıldı, CHP de genel (ve yanlış) algılamayı bozmadı ama... Aslında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ifadesiyle, çarşafa takılan rozet "açılım" olmaktan ziyade "katılım" sayılmalıydı.
Mesele CHP’nin ayağına gelen fırsatı tepmemesinden ibaretti. Tabii ki küçümsememek gerek, övgüye değer. Ancak bu yaklaşım Türkiye’nin diğer mega sorunlarında da çalışır mı, açıkçası ciddi tereddüdüm var.
Örneğin, Erzurumlu çarşaflı aile adaylık nedeniyle CHP’nin ayağına gitti, hüsnü kabul gördü.
Ama Güneydoğu’da Kürtler CHP’nin kapısında kuyruk oluşturmuş değil... Aleviler tek adres olarak CHP’yi görmüyor, AKP ve MHP de bu tabanda rakip. Sol gelenek, partideki ulusalcı damardan şikáyetçi!
Ve bu kesimlere dönük "açılım" yapmadan, örneğin İstanbul’u kazanmak mümkün değil. 15 milyar dolar bütçeli İstanbul kalesi düşmeden gelecek genel seçime umut bağlamak hayalcilik.
İşte bu yüzden CHP Lideri Deniz Baykal’ın bugünkü kurultay konuşması çok önemli. Ya katılım taktiğiyle övünüp vakit kaybedecek veya yeni açılımlar sergileyip iktidar iddiasını perçinleyecek.
Bakalım hangi yolu tercih edecek?
Son aday Gürsel Tekin
AKP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı -ki Kadir Topbaş- bugün, yarın açıklanacak.
CHP’ye ulaşan araştırmalara göre İstanbul’da son durum şu: AKP yüzde 50, CHP yüzde 32.
CHP teşkilatı, AKP’ye yakın bir kamuoyu yoklama şirketinin anketinde çıkan bu farkın iyi bir adayla kapatılacağına inanıyor. 39 ilçeden 18’inde seçimi kazanma ihtimaline inanan il yönetimi, üç ilçede kıran kırana yarış bekliyor.
Ay sonuna kadar açıklanacak aday için CHP İstanbul teşkilatı genel merkeze her gün yeni bir isimle gidiyor... Belki çoğunun bizzat haberi olmuyor ama... Hikmet Çetin’in de adı geçiyor, Oğuz Satıcı’nın da...
İl yönetiminin bir numaralı tercihi, başından beri Kemal Derviş.
Süre ilerliyor... Diyelim ki CHP aday beğenmedi... Veya teklif götürdükleri adaylığa yanaşmadı.
O zaman gözüken o ki, görev İl Başkanı Gürsel Tekin’e düşecek.
Ve bana sorarsanız, son tercih olması, en kötüsü anlamına gelmeyecek.
Hatta belki de tam tersini hepimize kanıtlayacak.
Zirvede veda
ÇOK klasik bir başlık ama Pendik Belediye Başkanı Erol Kaya’nın yeniden aday olmayacağını duyduğumda aklıma bu iki sözcük düştü. İstanbul’un Anadolu kapısı sayılan, en kalabalık ve sorunlu ilçesinde çok başarılı bir başkanlık sergiledi Kaya. Seçildiğinde 34 yaşındaydı, bıraktığında 49’unda. Siyaset ve belediyecilik için kayıp sayarım.
Yazının Devamını Oku 20 Aralık 2008
ANKARASÖZÜN kılıçtan keskin olduğu yine hatırlandı. Aydınların 100 yıl öncesi için özür dileme girişimini eleştiren çok oldu... Yetmedi, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve son olarak da Genelkurmay pozisyonunu açıkladı. Sıra milli iradenin tek temsilcisine yani Meclis’e geldi.
İki ayrı partinin, MHP ve CHP’nin aydın bildirisine karşı imzaya açtığı metinler var. Vekillerin imzasıyla bu metinler Türk milletinin tavrına dönüşecek.
Diğer kurum ve kuruluşlar bir yana ama Yüce Meclis’ten bir ricam var.
Dil yarasının, kılıç yarasından ağır olduğu, aydın bildirisinin nasıl can yaktığından belli. Bu bildiriye gösterilen haklı tepkide aynı hataya düşülmemeli...
Mesela metinlerden birisini okurken şu satıra takıldım:
"Türkiye’yi en ağır insanlık suçu işlemekle mahkum etmeye çalışan ve Ermenilerin sahte soykırım yalanının sözcülüğünü yapanlara bu gerçekleri hatırlatmak isteriz."
Bu cümlede geçen Ermeni sözcüğü çok dikkatle seçilmiş gibi gelmedi bana...
Çünkü acaba hangi Ermeniden söz ediyoruz?
Türkiye Cumhuriyeti’nin 60 bin Ermeni vatandaşından mı? Ekmeğini vatanı yerine Türkiye’de kazanmak isteyen ve çoğu kaçak, ağır koşullarda çalışan 80 bin kadar Ermeniden mi?
Hatta daha ileri gideyim...
İlişkilerin giderek geliştiği Ermenistan’ı mı kastediyoruz.
Hiç sanmıyorum... Soykırım her Ermeninin değil sadece Diaspora’nın davası.
O yüzden Meclis’in vatandaşını, komşusunu, kendisine sığınan çaresizi kırmayacak üslup kullanacağını umuyorum.
Yeni liste lazım
29 Mart daha şimdiden seçmen kütüklerindeki hataların gölgesinde kaldı. Hileli seçim ihtimali akılları karıştırdı. Skandalsız bir gün geçmediğine göre, MHP’ye katılıyorum. Önce bizi bir gün eve kapatıp seçmen kütüklerini yenilesinler, ardından seçim yapsınlar.
Altındağ alternatifi
DAHA önce de yazdım, tekrarlıyorum. Melih Gökçek bence başarılı bir belediye başkanı... Ama çoğu kez sinirine yenik düşüyor. Kemal Kılıçdaroğlu ile girdiği tartışma ve sonrasındaki üslup başkentin başkanına hiç yakışmıyor.
Dün Başkan Gökçek’in bir yakını ile konuştum... Aktardığına göre Gökçek’in morali Star’daki düello sırasında değil, çok daha önce bozulmuş.
"Acaba partiden bir haber mi geldi?" sorusu takıldı aklıma.
Çünkü başkentte son bir haftadır ilginç bir kulis bilgisi dolaşıyor: AKP’nin ne Melik Gökçek’i, ne de Turgut Altınok’u aday göstermek istemediği... Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığı için Altındağ’ın başarılı Belediye Başkanı Veysel Tiryaki’yi düşündüğü konuşuluyor.
Açıkçası ben bu kulise pek itibar etmiyorum. Önünde sonunda Melih Gökçek aday olacak, sel gidecek kum kalacak, bu çirkin üslubun yarattığı siyasi enkaz sırıtacak.
Yazının Devamını Oku 16 Aralık 2008
<b>ANKARA</b><br>BUGÜNLERDE medyanın en sevdiği gündem başlığı fakir-fukaraya yardım konusu. Bayram ruhuna uygun haberler birbirini kovalıyor... Sanılıyor ki, memlekette ne kadar işsiz, aç ve açıkta varsa yerel seçim öncesi paraya boğulacak. Keşke hayat bayram olsa... Ama tabii ki öyle değil.
İyi haberlerin ömrü de bayramdan öteye geçmedi.
Devlet dün itibarıyla mesaiye dönünce anlaşıldı ki;
Çalışma Bakanlığı’nda taslak halinde bir çalışma var.
Başbakan Yardımcılığı, sosyal yardım profili çıkartıyor.
Ve bu iki çalışmanın birbiriyle hiçbir alakası yok.
* * *
Biliyorsunuz, emeklilik diye tabir ettiğimiz süreç için prim ödenir.
Eğer sizin yerinize işvereniniz prim ödüyorsa, sigortalısınız demektir.
Eğer kendi priminizi ödüyorsanız, Bağkur’a bağlısınız anlamına gelir.
Bir de prim ödemeden sunulan sosyal güvenlik şemsiyesi vardır... 65 yaş ve üstüne uygulanır.
Sosyal güvenlik reformu çerçevesinde tek taraflı yardımların tek elden yürütülmesi isteniyor.
Yani şehit ve gazilere bağlanan maaştan, sel ve depremde afet yardımına kadar... Belediyenin kömür dağıtımından, vakıflardaki sıcak yemek tenceresine uzanan yelpazenin tek çatıda planlanması hedefleniyor.
Aslında düşünce ve taslak çalışması yeni değil, 2003’e kadar uzanıyor.
Ancak anladığım kadarıyla AKP hükümeti tek çatı fikrine hiç sıcak bakmıyor.
Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, bu tutumu iki gerekçeyle açıklıyor:
Tüm yardımların tek elden yürütülmesi, merkezi hale getirilmesi, çok yakındığımız bürokrasiyi hortlatır. Çünkü, örneğin 65 yaş üstü maaş bir kez bağlanır, ondan sonra katsayıya göre artar. Oysa biz mesela Sosyal Yardımlaşma Fonu’ndan her ay ihtiyaca göre ödeme yapıyoruz. Kışın sobaya ihtiyaç varsa artıyor, kimi zaman tamamen kesiliyor. Bu esnekliği korumalıyız.
Çalışma Bakanlığı’nın taslağı eski tarihli olduğu için yer alan bazı önerileri zaten hayata geçirdik. Mesela taslakta asgari ücretin 34 katı kadar iş kurma yardımı hükmü var. Sosyal Yardımlaşma Fonu’ndan 15 milyar YTL kredi veriyoruz. Bugüne kadar yararlanan, işini kuran ve hatta yanında işçi çalıştıran çok kişi oldu.
* * *
Sosyal Yardımlaşma Fonu, AKP iktidarında genişledi, örgütlendi. Başbakanlık’ta genel sekreterlik birimi iken, genel müdürlüğe dönüştü, taşra teşkilatı kuruldu. Şu sıralar ülkedeki yardım haritasını çıkarmakla meşgul.
2009 yılı için bütçelenen 5 trilyon YTL ve DPT ile TÜBİTAK’ın yardımıyla veri tabanı hazırlıyor.
"Bütünleşik Sosyal Hizmet Projesi" yardımda şeffaflığı ve kaçakların önüne geçilmesini hedefliyor.
Örneğin, vakıfların 85 bin kişiye ulaşan kuru gıda yardımı veya öğrenci kredisi... Ya da sosyal yardımlaşma fonundan ödenen nakit para, kışlık kömür... Hepsi merkezi kayıtla izlenecek. Kimin ne aldığına bakılacak.
* * *
Türkiye yerel seçime küresel kriz nedeniyle artan işsizlik ve yoksullukla koşuyor.
Yardım haberlerinin her zamankinden fazla ilgi çekmesi bu yüzden.
Yazının Devamını Oku 7 Aralık 2008
ANKARABUGÜN köşeyi iki adet cevaba ayırdım. Bir tanesi, bu köşede çıkan ve Ergenekon zanlısı Adil Serdar Saçan’ın adının karıştığı makaleye itiraz. Diğeri, Ankara mahreçli haber üzerine Emrullah Uslu’nun kısaltmak zorunda kaldığım uzun yanıtı.
* * *
Adil Serdar Saçan, tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nden yolladığı mektupta, sorgulama tutanaklarını ayrı bir depoda sakladığı iddialarını yalanlıyor.
İfadeleriyle Ergenekon soruşturmasını yönlendiren Tuncay Güney’in sorgusuyla ilgili şu bilgiyi veriyor: "Ben Tuncay Güney’i hayatımda görmedim. Sorgusuna girmedim. Sorgulayan Emniyet Amiri Ahmet İhtiyaroğlu yaşadıklarını bir dilekçeyle savcılara iletti. Ergenekon soruşturmasını yürütürken sizin de adınızın geçtiği belge Tuncay Güney’in evinde bulunmuştur. (MİT’in dört kez Başbakanlık ve Genelkurmay’a yolladığı dosyadan söz ediliyor. EB) Bu belgeye itibar etmediğimden ve şüpheli bulduğumdan o zaman sizi gözaltına almayıp soruşturmayı, doğruları ortaya çıkartmak amaçlı yürütebilmek için projeli çalışma izni aldık. Ben Tuncay Güney’i organize suç örgütü oluşturmaktan Adliye’ye sevk ettim. Halen o davada yargılanmaktadır. Ayrıca bu belgeleri hazırlayan F tipi örgütlenmeyi açığa çıkartmak amacıyla aynı yılın Temmuz ayında Emniyet içindeki Fethullahçı örgütlenme başta olmak üzere tüm Fethullahçı örgütlenmelerin ortaya çıkartılması amacıyla projeli çalışma izni aldım."
* * *
Ankara Bürosu’nun tecrübeli ve başarılı İçişleri muhabiri Soner Gürel, halen ABD’de doktora çalışmasını yürüten emniyet görevlisi Emrullah Uslu’nun 2003’ten bu yana sağlık raporu yollayarak Türkiye’ye dönmediğini yazdı.
Uslu bana yolladığı elektronik postada, geçirdiği kaza sonucunda 2007 yılından itibaren sağlık raporu yolladığını kaydetti, gerekçesini ücretsiz izin talebinin karşılanmamasına bağladı.
Uslu, yazısında, 2007 yılında Nokta Dergisi’nde Andıç belgesinin yayınlanması olayına isminin karıştırılmasından dolayı duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Gerisini, Uslu’nun kaleminden okuyalım: "Özetleyecek olursak;
1) Birtakım gazeteciler Genelkurmay Başkanlığı tarafından açılan soruşturma kapsamında adımın olduğunu iddia etmişlerdir.
2) Ne bu konuda, ne de başka herhangi bir konuda TSK’yı yıpratıcı eylem içinde olmadığımı, yolsuzluk.com, denizcilersitesi.com, Nokta dergisi veya herhangi bir medya organı ile irtibatım olmadığını beyan ederim.
3) Eğer bana düşen bir şey varsa, her türlü yardıma açığım, her türlü soruyu açık yüreklilikle cevaplarım.
4) Bu eylemi yapan grup veya kişi ile hiçbir şekilde, hiçbir zaman bilerek temasım olmadı.
5) Bu alçakça eylemden medyada çıkan olaylar üzerine haberim olduğunu bilmenizi istiyorum.
6) Adımı gazetecilere fısıldayan kimselerin de soruşturma kapsamına alınıp bu iftiranın önlenmesi için yardımlarınızı bekliyorum.
7) TSK, Genelkurmay Askeri Savcılığı veya Washington Askeri Ataşeliği’nde, adımın karıştığı iddia edilen "andıç sızdırma" konusunda soruşturma var mıydı? Sonucu ne oldu? Açıklama yapmasını bekliyorum. Açıklama gelmezse basın mensuplarından TSK İletişim Dairesi’ne bu soruyu sormalarını bekliyorum."
* * *
İlk günlerinde Ergenekon’u neden yazmadığımı merak edenler vardı... Ben de sabırsızlıklarını anlamamakta zorlanıyordum. Gün oldu, devran döndü onların diyecekleri çabuk tükendi, hatta iddiaların büyük bölümünün balon olduğu ortaya çıktı. Ama bakın bugün herkes doğruları konuşmaya başladı... Ve bana sorarsanız Ergenekon asıl şimdi başladı.
Yazının Devamını Oku 6 Aralık 2008
ANKARACUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün Diyarbakır gezisini ertelediğini duyduğumda böyle düşündüm. Keşke Cumhurbaşkanı bayram namazını Diyarbakır Ulu Cami’de kılabilse, çarşıda vatandaşıyla kucaklaşsaydı. Diyarbakır’dan gelen haberler hepimize bayram ettirseydi. Ne güzel olurdu!
* * *
Sakın bu geziye verdiğim önemi yanlış anlamayın. Diyarbakır’ı asla "kaybedilmiş toprak" saymam, zaten Abdullah Gül de komşu ülkeye giden "barış elçisi" değil. Açıkçası benim derdim Diyarbakır’ın haksız yere katlandığı imajıyla ilgili.
İmaj denilince... Mesela Diyarbakır "terör başkenti" değildir... Son on yılda asayişi İstanbul’dan bile düzgündür.
Yine sıkça düşülen yanlış, Diyarbakır’ı öteki siyasi haritanın parçası sanmaktır.
22 Temmuz seçiminde Türkiye’nin diğer bölgelerinde kim hangi partiye oy attıysa, Diyarbakır’da da aşağı yukarı aynısı oldu. AKP oylarını üç katına çıkarttı, 190 bin seçmenin teveccühünü kazandı.
Türkiye’nin dört bir yanında ne konuşuluyorsa, Diyarbakır’da da gündem odur. Kalıbımı basarım ki şu sıralar sur dibindeki kahvelerde işsizlik, durgunluk, düşük tarım fiyatı muhabbeti yapılıyordur.
Peki, mademki Diyarbakır ve halkı bu kadar tanıdık...
Abdullah Gül’ün gezisine neden önem/anlam veriyorum?
Sebebi yakın mazide gizli.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır gezisini hatırlayın.
Kıymeti kendisinden menkul siyasi muhtarların "sakın gelmeyin" saçmalığı... Ziyaret sırasında tehditle indirtilen kepenkler, çocukların eline tutuşturulan taşlar. Medya merceği sayesinde büyüyen olaylar.
Diyarbakır’ı tanımayanın aklında kalan resim ne yazık ki bundan ibarettir.
Cumhurbaşkanı’nın ziyaretiyle işte bu haksız itham/imaj ortadan kalkabilirdi.
* * *
Dediğim gibi benim önceliğim Diyarbakır... Ama Ankara’yı unutmuş değilim.
Ankara soru kılığında dolaşan tezvirat muhtelif... Örneğin deniyor ki; Başbakan’ın kötü karşılandığı yerde, Cumhurbaşkanı’na iltifat, Türkiye’nin terörle mücadelesine zarar verir mi?
Veya iddia ediliyor ki; Kürt meselesinde Başbakan "şahin", Cumhurbaşkanı "güvercin" olduğu için bu oyun tezgáhlanıyor, tuzağa düşmemek gerekiyor. Hatta daha ileri gidenler, gezi iptalini Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında önceki gün yapılan görüşmeye bağlayanlar bile çıkıyor.
Hemen söyleyeyim... Bu dedikoduları, itibar ettiğim, inandığım için sıralamadım.
Tam aksine, fısıltı gazetesiyle kulağınıza gelirse vakit kaybetmeyin istedim. Çünkü;
1) Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan on yıllardır birlikte çalışıyor. Mutlaka görüş ayrılıkları vardır; ama anlaşmazlık boyutu devlet idaresine yansımaz.
2) Cumhurbaşkanı aynı zamanda başkomutandır, MGK’nın başıdır. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün Güneydoğu ve Kuzey Irak’ta uyguladığı politikanın onay makamıdır.
Ayrıca bırakın teknik izahı bir yana...
Velev ki, Başbakan’ı protesto eden Diyarbakır, Cumhurbaşkanı’nı kucaklamaya hazırlanıyordu.
İnsanların yanlıştan dönme hakkı yok mudur?
İki gün sonra bayram...
Hangimiz affı hak etmedik ki?
Yazının Devamını Oku 2 Aralık 2008
The recent move of Turkey's main opposition Republican People's Party, in which it pinned a party rosette on veiled women, has been widely debated.
The fact it is being widely debated does not mean that "it has been discussed thoroughly".
For example…Yes, the CHP opens its doors to veiled women and those who wear headscarf.
But, the question should also be asked from another angle.
Why are veiled women coming to CHP?
Yazının Devamını Oku 2 Aralık 2008
<b>ANKARA</b><br>CHP’nin çarşaflı kadınlara parti rozeti takması çok tartışıldı. Ama fazlaca konuşulması, "eksik tartışılmadığı" anlamına gelmiyor.
Örneğin... Evet, CHP çarşaflı, tesettürlü ve türbanlılara kapısını açıyor.
Ama neden soruyu ve tabii ki eylem denklemini tersten kurmuyoruz.
Çarşaflı, tesettürlü veya türbanlı kadınlar neden CHP kapısına geliyor?..
Neden AKP’den, SP’den, MHP’den, diğer sağ partilerden umut kesmişe benziyor?
CHP lideri Deniz Baykal’a kafama takılan soruları yönelttim:
- Türbanlı kadınların parti toplantılarına katılması meselesi nedir?
- "Sizin parti toplantılarınıza türbanlı gelse alır mısınız?" diye sordular. "40 yıldır alıyoruz. Bütün bizim grup toplantılarımıza bakın, yığınla türbanlı insan vardır, bunu izler. Gayet tabii bizim toplantılarımıza gelir, herkes gelir. Bizim böyle bir kıyafet kontrolü yapmamız söz konusu olmaz, Meclis’e de geliyor nitekim dedim."
- Peki istisnası yok mu?
- Bir provokasyon amacıyla olmamak kaydıyla... Onu da şart koştum. Provokasyon amacıyla değil ise herkes gelir, bundan daha doğal ne var.
- "Neden daha önce yoktu, bu yeni bir açılım mı?" diye soranlar var...
- Açılım diye bir şey yok, diye ısrarla söylüyorum. Ben insani bir tavır takındım. Bir yıl önce de bu durum ortaya çıksaydı aynı şekilde davranırdım. Ama bir yıl önce bir başı örtülü insan AKP’den kopup CHP’ye gelme noktasında değildi. Şimdi o noktada. Öyle olduğu için bu olay önüme geliyor. Geldiği zaman benim hayır demem mümkün mü? Bu bir siyasi mesele değil. Öyle yasak yok kardeşim. Nitekim, bizim toplantılarımıza bir sürü insan gelir, milletvekillerinin türbanlı eşleri vardır, partiye destek veren yığınla türbanlı insan vardır, bizim mitinglerimizde, toplantılarımızda en ön saflarda türbanlılar vardır.
Deniz Baykal’ın tekrar tekrar anlatmaya gayret ettiği duruşunu ahlaki ve insani buluyorum. Tekrar başa dönüyorum; türbanlıların CHP’ye gösterdiği teveccüh, bu partiyi veya seçmenini rahatsız edecek gelişme olamaz. Çünkü din, siyaset alanında kırmızı çizgi haline gelemez, oy açısından ayırt edici özellik sayılamaz. Bu denklemin tersi de, düzü de çalışır. Din istismarına karşı çıkanlar, mütedeyyin kitlelerin ilgisine bırakın üzülmeyi, sevinmelidir.
Haberiniz olsun
AHAT Andican’ın adını ilk duyduğumda soyadı ilgimi çekti. Beklediğim gibi soyadı tesadüf değildi. 1916 Türkistan isyanında Ruslara kök söktüren Fergana vadisindeki aynı isimli kentte doğan aileden geliyordu. Yıllar sonra Promete isimli, İkinci Dünya Savaşı öncesi kurulan gizli mülteci örgütünü (Alman yanlısı) araştırırken yine yollarımız kesişti.
Ahat Andican’ın akademik titizliğini, Türkistan Mücadelesi isimli kitabını okurken yine hatırladım.
Siyasette de kendisine yakışan yerde durdu, Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerden sorumlu bakanlığı üstlendi.
Ama gözüken o ki, ne kitapları ne de politika Ahat Bey’i asıl mesleğinden uzaklaştırmadı. Profesör Ahat Andican üniversiteye döndü, cerrahlığa devam etti.
Şimdi de her zamanki sakin ve fakat iddialı üslubuyla İstanbul Üniversitesi rektörlüğüne adaylığını koydu.
Haberiniz olsun istedim!
Denge normalleşir
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı yakaladığımda Adana’daki istifayı sormadan edemedim.
- Aytaç Durak’ın istifasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Çok önemli. Çok ciddi bir tablo. Adana’da bir ufuk açılmıştır. AKP, Başkan’ın katkısıyla bu işi götürüyordu. Artık gerçekle yüz yüze gelecek. Saçları kesilecek, önüne dökülecek. Durak’ın ayrılması normalleştirecek dengeyi.
Yazının Devamını Oku 30 Kasım 2008
<b>ANKARA</b><br>ERGENEKON’da son bomba, sanıklardan Ümit Oğuztan’ın mahkemeye verdiği dilekçeyle patladı. Oğuztan dilekçesinde, haham Tuncay Güney ile MİT eski görevlisi Mehmet Eymür arasındaki irtibata, bir telefon konuşması vesilesiyle tanık olduğunu açıkladı. Zaten MİT Müsteşarlığı’nın da aynı yönde iması hatırdaydı.
Her ne kadar Tuncay Güney reddetmiş olsa da...
Bu iddia sadece zabıtlara değil medyaya da yansıdı.
Aslında Ümit Oğuztan’ın dilekçesinde Eymür-Güney irtibatının ötesinde ipuçları vardı.
Çünkü Oğuztan’a göre, Tuncay Güney, Eymür’e İranlı bir diplomat hakkında bilgi ve fotoğraf temin ediyordu.
İranlı diplomatın ismi Muhsin Karger Azad idi. Türk basınında "Cellat" diye anılırdı.
Uğur Mumcu ve Jak Kamhi suikastlarına karıştığı iddiası mahkeme kayıtlarına geçmişti.
Dolayısıyla Oğuztan doğru söylüyorsa;
1) Tuncay Güney’in MİT’in İran masasında çalıştığı teyit ediliyor.
2) Ergenekon ile İran derin devleti arasında ilk resmi temas ortaya çıkıyor.
* * *
Ne var ki bu kocaman iddianın çok fazla derinine gitmeden sorulabilecek amatör sorular da mevcut.
Örneğin, isimlere ilişkin tarih ve takvim incelemesi/kıyaslaması herhalde birilerinin aklına gelir...
Elimizde üç hatta dört tane isim var: İranlı diplomat Muhsin Karger Azad, MİT görevlisi Mehmet Eymür, haham Tuncay Güney ve iddia sahibi Ümit Oğuztan. Sırasıyla bakalım....
Diplomat Muhsin Karger Azad, İstanbul Başkonsolosluğu Muavin Konsolosu sıfatıyla ve 008166 numaralı diplomatik pasaportla 8 Şubat 1991’de Türkiye’ye geldi. 24 Ocak 1993 tarihinde Uğur Mumcu’ya düzenlenen suikasta adı karıştı. 1995 yılında Türkiye’den ayrıldı, Tahran’da Ankara ilişkilerinden sorumlu göreve getirildi.
En önemlisi ve aklınızda tutmanız gereken tarih 1997...
Türkiye’de 28 Şubat süreci başlarken... Tuncay Güney ile Ümit Oğuztan’ın hizmetine başvurulurken...
Muhsin Karger Azad, Tahran’da görevliydi. Hatta Rıza Zelyut gibi İran’ı ziyaret eden tanıdık Türk gazetecilerle buluşup Caferi mezhebi sohbeti yapıyordu. (Kaynak: Akşam Gazetesi, 12 Mayıs 2000)
* * *
Neden 1997 yılı üzerinde o kadar duruyorum?
Çünkü Ümit Oğuztan ile Tuncay Güney’in yolları 1997’de kesişti.
Tuncay Güney’in -Ergenekon iddianamesinde de bulunan- 2 Mart 2001 tarihli polis ifadesine göre; askerlik dönüşünde Akşam Gazetesi’nde çalışırken Ümit Oğuztan ile tanıştı. Turgut Büyükdağ’ın parasıyla çıkan Strateji Dergisi’nde -Ergenekon iddianamesinin neredeyse dörtte üçü, Danıştay bölümü hariç aynı ismi taşıyan belgeden alıntı- işe başladı.
Amatör sorulardan ilki, işte tam bu noktada aklıma geliyor:
İranlı diplomat Muhsin Karger Azad, Türkiye’den 1995 yılında ayrılıyor.
1997 yılında Tahran’da çalıştığına dair tanıklar var.
Ümit Oğuztan ile Tuncay Güney, 1997’de tanışıyor.
Peki o zaman Oğuztan, Güney’in Azad ile ilgili bilgi toplamasına, aktarmasına nasıl tanık olabiliyor?
* * *
Gelelim diğer kritik ismin kısa özgeçmişine... Tuncay Güney’den Azad ile ilgili bilgi aldığı iddia edilen Mehmet Eymür, 1988 yılında ayrılmak zorunda bırakıldığı MİT’e 1994 Ocak ayında döndü, 13 Şubat 1994’te resmen işbaşı yaptı.
Azad daha önce de yazdığımız gibi Eymür, MİT’e döndükten sadece aylar sonra Türkiye’den ayrıldı.
Bu noktada da tarih çelişkisine işaret eden kara delikler mevcut.
(Ama illa ki İranlı arıyorsanız, ben size Mehmet Eymür’ün ilgilendiği iki ismi vereyim: Asgar Simitko ve Lazım Esmaeili... Bizzat Eymür’ün değerlendirmesine göre, "Esasında uyuşturucu bağlantılı iki İranlının kaçırılması ve öldürülmesi olayı günümüzde ’Susurluk’ olarak bilinen olayın başlangıç noktasıdır" (ATİN, 9 Haziran 2000). Dolayısıyla Eymür’ün eğer irtibatı varsa Güney’den bu iki isimle ilgili bilgi almış olması beni şaşırtmaz.)
* * *
Aklınız karıştı değil mi, zaten beklenen ve amaçlanan da o!
Psikolojik harekátta tek doğru ile 40 yalan söylenir.
Üzüldüğüm, Türk yargısının alet edilmesi.
Yazının Devamını Oku