Enis Berberoğlu

Kanadoğlu: Susurluk cezaları olayı çözmedi

10 Ocak 2009
ANKARASUSURLUK davası kritik viraja 2001 yılı şubat ayında girdi. Susurluk sanıklarına ceza yağdıran DGM’nin kararı, Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından bozuldu. Dosyanın DGM’ye geri yollanması ve davanın yeniden görülmesi anlamına gelen bu karara Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı itiraz etti. Yargıtay Ceza Kurulu, Savcı’ya hak verdi. Susurluk çetesine -İbrahim Şahin dahil- cezaevi yolu gözüktü.

Bu Savcı kimdi biliyor musunuz? Sabih Kanadoğlu.

Dün hem "geçmiş olsun" demek, hem de o günleri kendisinden dinlemek için aradım.

- 2001 yılında Susurluk dosyası Yargıtay’da görüşülürken siz devreye girdiniz...

- Tabii. 8. Ceza Dairesi, DGM’nin kararını iki usul noktasından bozmuştu. Bozma sebebi olarak gösterilen gerekçelere hiç katılmadım. Bunun olayı zamanaşımına götürmesi endişem vardı. Ve onun için Yargıtay Başsavcısı sıfatımla Ceza Genel Kurulu’na itiraz ettim, dairenin kararı kaldırıldı.

- Çok hızlı karar verildi, öyle değil mi?

- Tekrar daireye gönderdi ve daire bunu onadı.

- Böylece cezaevi yolu gözüktü.

- Evet. Sonra daire onayınca hüküm kesinleşti. Öylece cezaevine gitme noktasına geldiler.

- Ama bugün sizi Susurluk hükümlüleri ile aynı organizasyon içinde göstermek isteyenler var.

-
Bunun yorumunu herhalde kamuoyuna bırakmak lazım. Söyleyecek bir şey yok. Zaten "rencide oldum" deyişimin nedenlerinden biri de budur.

- Susurluk çözülseydi...

- Bakın hele bugün olay daha da bir netlik kazandı. Yani sorun, Susurluk olayının gerçek soruşturma içerisine alınmamasıdır. O altı kişinin 6’şar yıl hapis cezası alması bu olayı çözmedi. Bilakis daha çok karanlık içine götürdü. Yüzde yüz biliyorum, dosyayı okudum. Siz dokunulmazlıkları kaldırmazsanız, siz bürokratlara ilişmezseniz ve sadece o dar çevre içinde çözmeye çalışırsanız bu olayın aydınlanması mümkün değil. Ve öyle kaldı. Eğer Susurluk çözülseydi o tarihte, herhalde bu olay, bu aşamaya da gelmezdi, bu boyutlara da ulaşmazdı. Yalnız olay geçmiş değil.

- Hálá devam edebilir, çözülebilir.

- Tabii efendim. Hiç kuşku yok. Elbette.

Araçtan teknik takip mümkün mü?

SALI günü bu köşede CHP Lideri Deniz Baykal’ın telekulak olayına duyduğu haklı güvensizlik işlendi. Baykal’ın kuşkularına kanıt gösterdiği örnekler arasında Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt vakası da vardı. 

Deniz Baykal, Osman Paksüt’ün kendisi ve eşinin takipteki polis aracından izlendiği/dinlendiği yönündeki iddiasının o tarihte İçişleri Bakanı ile Emniyet yöneticileri tarafından yalanlandığını hatırlattı. Ancak daha sonra Paksüt’ün dosyasını takip eden Savcı’nın dinlemeyi tespit ettiğini vurguladı, AKP iktidarını ve polis şeflerini doğru söylememekle suçladı.

Baykal’ın bu ithamına polisten itiraz geldi.

Güvendiğim bir dostum dedi ki:

- Paksüt’ün dinlenmesi ile o gün olay yerindeki aracın hiçbir alakası yok. Dinleme mahkeme kararıyla İstanbul’dan doğrudan yapılmış olabilir. Ayrıca şu kadarını söyleyeyim: Poliste araçtan teknik takip imkánı yok.

Yani hem dinleme var, yani Paksüt çifti haklı.

Ve fakat Emniyet de doğru söylüyor olabilir mi?

Bence mümkün.

AB tekeli

SEÇİMDEN bu yana AB heves ve mesaisi Çankaya Köşkü’nün tekelindeydi. Ama Egemen Bağış’ın atanması, AB hedefini eski ve asli adresine geri taşıyor. İnisiyatif yeniden Başbakanlığa geçiyor.
Yazının Devamını Oku

Baykal: Polise değil telekulağa güven yok

6 Ocak 2009
<b>ANKARA</b><br>CHP Lideri Deniz Baykal’ın "Polise güvenmiyorum" açıklaması geniş yankı buldu. Ama bu sözlerin arkasındaki mantık yeterince sorgulanmadı. Baykal, neden ve hangi soru üzerine böyle bir açıklama yaptı, üzerinde pek durulmadı. O yüzden dün CHP liderine yeniden ve açıkça sordum:

- Polise neden güvenmiyorsunuz?

- Mesele polise güvensizlik değil, tepki kuruma yönelik algılanmasın. Ama maalesef telekulak, yani telefon dinlemesiyle ilgili olarak emniyet güçlerinin ortaya koyduğu tablo güven verici değildir.

* * *

Böylece tartışma alanını daralttıktan sonra Baykal tezini daha kolay izah ediyor.

"Hatırlayacaksınız, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt ve eşi bir aracın onları izlediğinden kuşkulandı. Araçtan dinleme teçhizatı çıktı. Ne oldu, olay yerine gelen Ankara Emniyet Müdürü, sonra Emniyet Genel Müdürü açıklama yaptı. ’İzleme yok, dinleme yok’ diye. İçişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı da aynısını söyledi."

CHP lideri bu girişten sonra takvimi birkaç ay ileriye alıyor:

"Aradan bir süre geçti, Paksüt dosyasına bakan savcı İstanbul’a gitti, telefon dinlemelerine, Ergenekon savcılarının itirazına rağmen el koydu, baskın verdi. Sonra bir açıklama yaptı ve dedi ki, ’Evet dinlenmiştir’. Yani Bakanlar, Emniyet Genel Müdürü, Emniyet Müdürü, ’Oradaki araç başka iş içindi’ diye konuşurken, meğer dinleme yapılıyormuş. Bu bir vakıa, Bu ortada duruyor. Bunu göre göre ben nasıl inanayım sana? Senin ne yaptığın belli değil. Ancak savcı burnunu sokarsa durumu o kanaldan öğreniyoruz."

* * *

CHP
Genel Başkanı Baykal, telekulak konusundaki güvensizliğini daha kurumsal çerçeveye de oturtuyor:

"Ayrıca bir mesele daha var ki yeterince bilinmiyor. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, idare sistemimizin tamamen dışındadır. Devlet kurumuna atamaların belli mantığı vardır. Tek başına bir kişi atama yapamaz. Üçlü kararnameler, Bakanlar Kurulu kararları gibi. Oysa bu başkanlığa Başbakan tek başına, bir imzayla atama yapabiliyor. Denetimi yine kendisinin elinde. Böyle bir düzen faşist ülkelerde dahi yoktu. Tamamen şahsa bağlı istihbaratı tekele almanın hukuki yapısı getirildi."

* * *

Özetlersek, Baykal’ın da her Türk vatandaşı gibi Emniyet kurumuna güven duyduğu anlaşılıyor.

Ama telefon dinlenmesi meselesinde yine her Türk vatandaşı gibi endişeli.

Bu yüzden, "Bu işi şakaya vurup, magazin hale getirmeyelim, ciddiye alalım, çare bulalım" çağrısını yapıyor.

İlgili, ilgisiz bakanların devletin polisine sahip çıkmaları doğal ve doğru.

Ama anamuhalefet liderini -tıpkı toplumun ezici çoğunluğu gibi- telefon fobisine sokan sakilliği ortadan kaldırmak da yine aynı iktidarın sorumluluğunda değil mi?
Yazının Devamını Oku

Gazcı müdür ifade özürlü

4 Ocak 2009
<b>ANKARA</b><br>ÜSLUBUYLA Türkiye’yi ayağa kaldıran Veysel Karani Demir’in istifa haberini Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı (ve adayı) Melih Gökçek, dost yemeğinde aldı. Açıkçası pek şaşırmadı. Çünkü Müdür Bey, önceki günden bu yana istifa ısrarındaydı. Veysel Karani Demir, olay sabahı Melih Gökçek’i arayarak, "İstifa edeyim" dedi, ancak başkan engel oldu.

Dün sabahki manşetlerden sonra yine Gökçek’i arayan Demir, bu kez kesin kararlıydı:

"Başkan bu mesele üzerinden sadece beni değil sizi de yıpratacaklar. Ben onurlu adamım, artık duramam."

Peki gazcı müdürün açıklamaları, özellikle "Kimisinin belden üstü çıplaktı" sözü Melih Gökçek ile Büyükşehir yönetimi tarafından nasıl karşılandı?

Bu soruyu Gökçek’e doğrudan yöneltme fırsatım olmadı.

Ama yakın çevresine yaptığı tek cümlelik yorum bana ulaştı:

"Müdür Bey tecrübesiz, ifade özürlü."

Aktarıldığına göre Gökçek, "Yarı çıplaktılar" ifadesini ilk duyduğunda çok kızıyor. Ama ardından Demir bu sözlerine açıklık getiriyor, Başkan Gökçek de basın toplantısının tamamını banttan izliyor ve şu noktaya geliyor:

"Veysel Bey de çoluk çocuk sahibi... O sözlerindeki kasıt şu: Çocuklardan biri maalesef boğulurken yakasını yırtıyor. Genel Müdür aslında bunu söylemeye çalışıyor, ama derdini anlatamıyor."

Zaten Veysel Karani Demir de, iş işten geçtikten sonra, dün öğle saatlerinde yazılı istifa açıklamasında Gökçek’e anlattıklarını tekrarlıyor. Aslına bakarsanız Melih Gökçek de bu süreçten ders çıkartıyor. Canlı yayın tecrübesi olmayan hiçbir çalışanını kamera önüne geçirmeme kararını alıyor.

Kara savaşının eli kulağında

BAŞBAKAN, Gazze Savaşı’nı durdurmak için çıktığı Ortadoğu turunun son durağından, Suudi Arabistan’dan döndü. Teyit edilmemiş haberlere göre Tayyip Erdoğan bu turda Arapları Gazze’de ortak bir barış gücü kurmak için iknaya çalıştı.

Suriye ve Mısır gibi düşman kardeşler yan yana gelir mi bilinmez... Ayrıca Gazze gibi karmaşık coğrafyada askeri görevin riski ortada. Ama daha da önemlisi, Türkiye’nin iyi niyetli bu girişimine şans ve zaman tanıyan çıkmıyor.

İsrail medyasına göre, Gazze’ye kara harekátının eli kulağında...

Ve kara savaşı başladıktan sonra sadece silahlar konuşacak.

Barış elçilerine sıra çok sonra gelecek.

O önermedi

BÜLENT Arınç dün Melih Gökçek’in adaylığına itiraz ettiği haberlerini yalanladı, ádettendir diye medyayı suçladı. Elhak doğrudur ben duydum, Gökçek’e hiç ama hiç itiraz etmedi.

Hatta medyaya yansıyan, saçma sapan "Gökçek yerine Cemil Çiçek’i hatta o olmazsa Ali Babacan’ı bile aday gösterebiliriz" önerisinin sahibi ve fikir babası da Bülent Arınç değildir.

Bülent Bey’e yakışan düzeltme budur!
Yazının Devamını Oku

Medeniyet çatışması ve sadaka tartışması

3 Ocak 2009
<b>ANKARA</b><br>SADAKA tartışmasını izlerken bir kere daha iman ettim ki, bu ülkeyi yönetenlerle, eski tüfek kanaat önderlerinin çoğu aynı dili konuşmuyor, aynı kültürü paylaşmıyor. Kültürden kastımın (tıpkı Medeniyetler Çatışması’nın müellifi Huntington gibi) din olduğunu itiraf edersem belki de meramım daha iyi anlaşılır. Yaşı artık kemale ermiş sol gelenekten aydınların çoğunun yolu gençlikte varoşlara düşmüştür. Gecekonduları yıkıma karşı savunanlar da onlardı, kurtarılmış bölge ilan edip, asayişi, adaleti sağlayanlar da...

30 yıl sonra, bugün artık AKP’ye oy veren o mahallelere dağıtılan erzak paketlerine ve kömür kolilerine bakarken acaba ne düşünürler? Bence, kızmasalar bile en azından uyuz oluyorlardır.

Çünkü onların (bizim) geleneklerinde hediye, sadaka yoktur. Kömür ocağını, fırını, tarlayı, çalışana teslim vardır. Fakir fukaraya, garip gurabaya gönlünden kopanı vermek yerine üretileni hakça paylaşmak esastır.

Bugünkü iktidarsa sol geleneğin anlamadığı, anlasa da burun kıvırdığı kültür kodlarıyla konuşuyor.

Sadaka bizim lügatte aşağılanır... Oysa Başbakan’ın söylediği gibi dinimizde sadaka övülür.

Sadaka, bilmeyenler için aktarayım, muhtemelen İbranice kökten (şedaka) gelir ve "doğruyu söylemek" anlamında kullanılır. Dolayısıyla sadaka verenin dini doğrudur. Sadaka Allah’ın emirlerine sadakatin şahididir.

Sadakanın makbulü gizlisidir. Ancak Kuran açıkça dağıtılan sadakaya da karşı değildir:

"Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da kefaret olur. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır." (Bakara suresi, 271)

Biz eşitliğe oynuyorduk, şimdiki iktidar cemaate dayanıyor.

Şimdilik oyunu kazanmış görünüyorlar, zaten ismi üstünde iktidardalar.

Ama Bosna katliamı, Irak işgali tepki yaratmasaydı... Küresel sermaye bu ülkeye akın etmeseydi, 11 Eylül’den sonra laik fakat ılımlı İslam yükselmeseydi, iktidarları bu ölçüde sağlam olur muydu?

Bu temeller tek tek çökerken, yerine ne koyacaklar bir bakalım.

Bekleyelim, görelim.

Kürtçe TV ne yapamaz?

BAKIYORUM, TRT’nin Kürtçe kanalına iltifat eden çok. Bendeniz muhalefet şerhimi koruyorum.

Çünkü Kürtçe’yi bir özgürlük meselesi olarak algılıyorum, devletin yeni propaganda dili olarak görmüyorum.

Karışık geldiyse, testi kolay.

Almanya’da yaşayan Şivan Perwer’in adını duydunuz mu bilmem? Kürt hareketinin ruhunu temsil eden ben yaşta bir sanatçı. (Lafı uzatmadan bizim kuşak için Zülfü Livaneli ne idiyse, işte o diyeyim gerisini siz anlayın.)

Siyaseten tarif edersek... PKK Şivan Perwer’e sahip çıkmak istiyor, tekelinde görüyor. Ama anlaşılan o ki Perwer örgüt ipoteğinden hoşlanmıyor. TRT 6, eğer samimiyse Şivan Perwer’i ekranına taşıma cesaretini gösterir.

Bir Kürt sanatçıyı Türkiye’ye armağan eder.

Unutturdu

Melih Gökçek tahmin ettiğim gibi yeniden aday. Süreç neden uzadı... Yazılan çizilenle ansiklopedi çıkar. Ama Melih Gökçek’in adaylığının tartışılması farkında mısınız bilmem, 20 gün süreyle çok meseleyi unutturdu. Krizi, terörü bıraktık, Gökçek’i konuştuk. Belki de bir amaç da buydu, ne dersiniz?
Yazının Devamını Oku

Ergenekon bile o kadar deli değil

30 Aralık 2008
<b>ANKARA</b><br>ERGENEKON’la ilgili toplumda yaratılmak istenilen algıdaki mantıki çarpıklık Murat Karayalçın ekseninde patlak veren tartışmalara da yansıdı. Tecrübeli gazeteci Hadi Özışık’a göre, Karayalçın, "AKP’nin oyu 29 Mart’ta düşmezse, siz Ergenekon’un delisini görün o zaman" demiş veya bu anlama gelecek ifade kullanmış.

Karayalçın dün başka bir gazetenin de birinci sayfasına yansıyan habere itiraz ediyor:
Neden yok?
BİLİYORSUNUZ, Başbakan’ı çok kızdıran haberler arasında Gaziantep’teki belediye yolsuzluk iddiası ön sıralardaydı. Son günlerde başkan adayları haberlerine göz atabildiyseniz... Gaziantep’teki mevcut başkanın muhtemelen yeniden aday olmayacağını herhalde fark ettiniz. Yani medyaya başka konuşan AKP, geçmişteki çok örnekte olduğu gibi bir ismi daha mı gözden çıkartıyor acaba?


"Deli Ergenekon gibi bir ifade kullanmadım. Ki Ergenekon’un akıllısı mı olur ki delisi olsun. Benim değerlendirmem, ’29 Mart seçimlerinden, yaşanan bütün bu olumsuzluklara rağmen AKP güçlü çıkarsa ya da oyunu artırırsa, insanlarımızda demokrasinin işlerliğiyle ilgili bazı kaygılar ortaya çıkacağından endişe ediyorum’ yönündeydi."

Ben Karayalçın’a inanma eğilimindeyim... Ancak velev ki o ifadeyi kullanmış olsun...

İçerdiği akıl yürütmeye katılmak mümkün değil.

Çünkü Ergenekon iddianamesi, sanıkların çıkar amacıyla işledikleri ileri sürülen suçların listesinden ibaret... Yani Ergenekon denilen, eğer iddialar doğruysa bildiğimiz çete.

Gerçi, "Ne yaptıysam devlet için yaptım" raconu hepsinin ağzına çiklet gibi... Ama bendeniz nedense her çetecide olduğu gibi sadece para sesi işitiyorum.

Şimdi işbu çete kalkacak, oyunu artırıp iktidarını sağlamlaştıran AKP’ye savaş açacak. Hem de AKP kazandığına göre, muhtemelen seçimi kaybetmiş Karayalçın’ın talimatıyla...

Herhalde bu kadarına sadece Ergenekon’un savcı heyeti inanır.

Yoksa Ergenekon bile o kadar deli değildir.

Diplomasi sanatı: Öfke

BAŞBAKAN’ın öfkeyi belagat (retorik) sanatı olarak tarifi hálá akıllarda. Dolayısıyla İsrail’in Hamas’a dönük ve ne yazık ki sivillere de zarar veren saldırısına yüksek tonlu tepkisi kimseye sürpriz olmadı.

Sakın, "Başbakan bu kez de öfkeyi diplomasi sanatı olarak kullanıyor olmasın" diye düşünmedim değil.

Ama eğer öyleyse işe yaramadığı, İsrail’i durduramadığı belli. Belki de derin bir hayal kırıklığıdır Başbakan’ı böyle konuşturan... Çünkü yakın çevresine bile yansıyan ruh hali ortada:

Türkiye geçen yıl Lübnan Barışı ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde kritik rol oynadı.

İsrail ve Suriye dolaylı barış görüşmelerine ev sahipliğini üstlendi.

İran ve ABD başta olmak üzere Batılı ülkeler arasındaki tansiyonu düşürmeye çalıştı.

Ancak İsrail’in Hamas baskını en hafif deyimiyle bu ortamı "berhava etti".

Türkiye’nin sertliği gerçi askeri harekátı durduramadı, ama işe yaramadı da değil. Uzun süredir abluka altındaki Gazze’ye Türkiye’den ambulans ve tıbbi yardım sevkıyatına izin çıktı.

Tabii ki yeterli değil, ama hiç yoktan iyidir.
Yazının Devamını Oku

Fethi vacip yeni kale

28 Aralık 2008
ANKARAYÜKSEK yargının iki organı arasında çelişki, Anayasa Mahkemesi’ndeki çatlak... Acaba iktidar partisi AKP nasıl yorumluyor diye merak ettim, araştırdım.

Sonucu sabırsızlar için özetleyeyim: Danıştay yeni risk odağı sayılıyor.

AKP, 27 Nisan bildirisine kadar, yani iktidarın ilk beş yılında, sistemle ciddi yüzleşme yaşamadı. Askerin e-muhtıra sürecini ne kadar tutarsız ve acemice yürüttüğü de ortada. Dolayısıyla iktidar partisinde -hele 22 Temmuz zafer sarhoşluğuyla- sistem riski algısı kalmadı.

Kapatma davasının Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tarifiyle yarattığı "psikolojik zorluk", hazırlıksız yakalanmanın eseriydi. Ve AKP tarafından "yargı darbesi" olarak nitelendi. Daha açıkçası, Anayasa Mahkemesi’nde görülen dava, 27 Nisan ve ülkeyi seçime sürükleyen 367 kararının devamı sayıldı.

Kapatma davasında şansı yaver giden AKP, "Tam asker ve yüksek yargı engelini aştık" diye düşünürken... Danıştay’ın ve YSK’nın belde belediyeleriyle ilgili sürpriz kararı gündeme bomba gibi düştü. Başbakan’ın ilk tepkisi, "İkinci Anayasa Mahkemesi mi çıktı?" olunca... Acaba şu akıl yürütmeyi mi kastediyor diye düşündüm: E-muhtıra, 367 kararı, Kapatma Davası yetmeyince Danıştay kararı... Eğer öyleyse, Danıştay AKP saflarında katli, pardon fethi vacip yeni kale gibi görülüyordur.

Gökçek neden sustu?

BAŞBAKAN bugün Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayını açıklar mı?

Yakınlarına danıştım, "İhtimal dahilinde" havasını aldım. Ama daha önce de yazdığım gibi bugünkü toplantı, AKP’nin 46 belediye başkanından hangisiyle yola devam edeceğinin işareti olacak. Yani Ankara adayı açıklanmazsa kimseye sürpriz sayılmayacak.

Eğer Başbakan dün akşamki MYK’da önüne gelen kamuoyu yoklamalarına bakarak, bugün Ankara adayını da açıklamaya karar verirse... Aday kim olacak?

Medyadaki yaygın kanının aksine ben hálá Melih Gökçek’in şansını yüksek görüyorum.

Zaten Gökçek’in suskunluğu da beklentisine en anlamlı ipucu gibi geliyor bana.

Yazar taraf olur kampanya yürütmez

GENEL Yayın Yönetmenimiz Ertuğrul Özkök’ün, gazetecinin imzasını kampanyalardan esirgemesi yönündeki çağrısına tamamen katılıyorum. İmzacı arkadaş ve meslektaşlarıma saygımı tabii ki koruyorum. Ancak gazetecinin taraf olabileceğini kabul etmekle birlikte kampanya yürütmemesi gerektiğine inanıyorum. Gazeteci halktan, demokrasiden, adaletten, insan haklarından, eşitlikten yana taraftır. Ancak en yüce değerler adına dahi olsa kampanya yürütür veya destek verirse... Propaganda tuzağına çok yakın düşer ve korkarım yandaş medya ile ayrışması zorlaşır.
Yazının Devamını Oku

Hangisinin arkasında hangi ülke var belli

27 Aralık 2008
<b>ANKARA</b><br>PKK’yı dağdan indirme planı hakkında herkes konuşuyor, Türkiye susuyor. Oysa çok değil, tam bir yıl önce, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Portekiz yolunda bu konudaki soruları bakın nasıl yanıtlıyordu: Soru: İl başkanları toplantısında eve dönüşten söz ettiniz, yeni bir çalışma mı var? Yoksa sadece TCK’nın 221. maddesini mi vurguladınız?

Şimdi daha da geliştirebiliriz. Daha önce de kanun çıkardık ama başvuru sayısı istediğimiz ölçüde olmadı. O zaman bir direnç ve defans oldu biliyorsunuz. Şu anda çok daha farklı bir noktadayız. Medyanın katkısıyla daha iyi sonuç alabiliriz, yeni bir çalışmayla dağa çıkışları minimize edebiliriz, yok edebiliriz. Sonra dağdan da inişi sağlayabiliriz.

Soru: Ya muhalefet yine direnç gösterirse...

Muhalefet partilerinden zaten direnç gösterenler oldu. Bütçe görüşmelerine bakın. ’Silah bırakmaya davet ediyorlar’ diyorlar. Bundan daha doğal ne olabilir? Siyasetçi ne yapar? Silaha mı davet eder? Ama biz kimseyle pazarlık yapmıyoruz. ’Yasa bu diyeceğiz’, ’Gel teslim ol’ diyeceğiz.

Soru: Yeni bir yasa mı var?

Evet, yeni bir yasa çıkartılabilir. Birçok boyutuyla ele alacağız. Ona göre hazırlıklarımızı yapacağız. En yüksek verimi nasıl elde ederiz, bunu nasıl bir yasayla sağlayabiliriz, ona bakacağız. (9 Aralık 2007, Hürriyet)

* * *

Aradan geçen sürede ne oldu? Anayasa değişikliği, türban ısrarı, kapatma davası derken... Sıra Türkiye’nin en önemli problemine, akan şehit kanına, dağda avare, çaresiz gezen gençlere gelemedi.

Resmi söylem belli: Türk Ceza Yasası’nın 221. maddesi yeterli deniliyor.

Sıradan dağ kadroları için belki doğru, çünkü dağdan inenlerin çoğu serbest kalıyor. Ama PKK çetesinin elebaşları için korku dağları bekliyor. Ceza indirimi bile zor.

Haydi en aykırı soruyu yöneltelim: Bölücübaşı dahil herkese af çıksa mesele biter mi? Başbakan Yardımcısı ve Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanı Cemil Çiçek’le sohbette bu sorunun yanıtını arıyorum.

Çiçek zaten bu sürecin ilk gününden, yani geçen yıldan bu yana, affa kategorik olarak karşı.

Ayrıca kendi eseri olan TCK’nın 221. maddesini dağdan inişe yeterli görenlerden...

Ama sohbet sırasında Çiçek daha ileri bir yorumda bulunuyor... Önce PKK’nın sözde yöneticilerinden beş-on tanesinin ismini bir solukta sıralıyor, ardından "Hangi ismin arkasında hangi ülke olduğunu tek tek biliyoruz" diyor.

Bakan Çiçek örnek olarak Rıza Altun dosyasını hatırlatıyor:

"Fransa’da yakalandı, Marsilya’da araçlar yakıldı. Serbest bırakıldığında ’Fransa Gizli Servisi ile çalışıyorduk’ diye açıklama yaptı. Avusturya üzerinden Kandil’e geçti, bir ay sonra İsviçre’de konferans düzenledi."

Bakan Çiçek’in meramı belli: Af da çıksa artık PKK yönetimi için çok geç. PKK, Ortadoğu satrancının küçük piyonu sıfatıyla kendi kararını veremez halde.

Katılırsınız, katılmazsınız... Resmi görüş bu!

Peki o zaman Talabani ve Barzani ile kim ne pazarlığı yapıyor acaba?

Altındağ’ın sırrı

BAŞBAKAN’ın belediye başkanı adaylarını açıklamak üzere yarın Ankara Altındağ’a randevu vermesi heyecan yarattı. Ankara için Melih Gökçek’in yerine Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki’nin adaylığının kesinleştiği yorumu bile yapıldı.

Bana sorarsanız, Ankara için henüz kesin karar verilmedi ama ibre hálá Gökçek’i gösteriyor gibi.

Altındağ’ın sırrına gelince... Başbakan, AKP’li 46 belediye başkanından yola devam edeceklerini Ankara’da topluca açıklayacak. Dolayısıyla bu kalabalık kadroyu ağırlayacak mekán arandı. Altındağ’daki yeni spor salonu uygun görüldü. Toplantının ev sahipliği de Belediye’ye değil, İl Başkanlığı’na bırakıldı. Mesele bundan ibaret.
Yazının Devamını Oku

Kürtçe TRT kötü fikir

23 Aralık 2008
<b>ANKARA</b><br>YENİ yılın ilk gününde Kürtçe TRT yayına girecek. Böylece son derece kötü bir fikir hayata geçecek. Yanlış anlamayın, Kürtçe yayına değil Kürtçe TRT’ye karşıyım. Bırakın işin teorik çerçevesini, vergi mükellefi sıfatıyla şu soruya hakkım olduğu inancındayım: Söyler misiniz, TRT Türkçe TV’yi ne kadar beceriyor ki, sıra Kürtçeye geldi?

Ayrıca dahası da var:

Yeni kanal Kırmanice, Zazaca, Farsça, Arapça yayın yapacak. Mesele devletin halkına demokratik hizmetiyse eğer... Lazca, Gürcüce, Abhazca, Rumca, İbranice, Ermenice yayın bekleyenlerin ne günahı var? Kamu kaynaklarıyla hizmette ayrım neden?

Kürtçe TRT’nin rakibi kim olacak? PKK’nın TV’leri... Peki Türkçe TV’lerle başa çıkamayan, nal toplayan devletin kanalı... Bu kez de bölücü propagandadan daha az izlenme riskini nasıl göze alabiliyor?

Farkındayım, TRT geri dönülmez yola girdi...

Bari bir-iki ek önlemle yapacağı hasarı azaltmasını öneririm:

1) Özel TV’ler RTÜK mevzuatı uyarınca sadece günde birkaç saat farklı dilde yayın yapabiliyor. TRT ile birlikte 24 saat yayın (=Kürtçe) izni özel TV’lere de verilirse, mesele hiç değilse TRT-Roj TV yarışı olmaktan çıkar, normal mecrasına döner.

2) Bu kanalı sadece "bizim Kürtler" izlemeyecek. Damardan propagandaya yönelip ele güne, komşuya rezil olmayalım.

Uydu çanaklarına yüklü kanal sayısını belki bürokrat ve siyasetçi bilmiyor, ama halkımız tamamını izliyor. İstanbul Fatih’ten Kuran, Rize’den yerel siyaset kanalı zaten havada... Yani TRT’nin yok saydığı rekabet zaten tam gaz.

Son söz niyetine, son örneğimi verirsem... Kızının, oğlunun düğününe CD’ye kaydedip, özel bir kanala parasını ödeyip yayınlatan... Almanya’dan Avustralya’ya uzanan coğrafyada eşini, dostunu, akrabasını ekran başında şıkır şıkır oynatan Türk halkının zekásına en büyük hakaret Kürtçe TRT’dir.

3. paket

Başbakan dün gününü vekillere belediye başkanı adaylarını danışarak geçirdi. Biliyorsunuz, Tayyip Erdoğan beş kentin adaylarını iki paket halinde açıkladı. Halen AKP’nin elinde olup da açıklamadığı tek büyük şehir Ankara kaldı. Eğer üçüncü paketten de Melih Gökçek’in ismi çıkmazsa... Ya Gökçek’in işi zor veya bilmediğimiz bir pazarlık var anlamına gelir.

Halep-Antep bankası

BAŞBAKAN Yardımcısı Nazım Ekren ile Merkez Bankası Başkanı ve Hazine Müsteşarı hafta sonunu Suriye’de geçirdiler. Bu ziyaret vesilesiyle anlaşıldı ki, sadece Halep-Gaziantep arasındaki ticaret hacmi 1.5 milyar dolara ulaşmış.

Nakit parayla ticaretin tehlikesi ortada... Suriye bankaları uluslararası ligin biraz altında. O yüzden bu ticaretin finansmanı ve artması açısından Suriye’de bir Türk bankasının kurulması gerekiyor.

Suriye tarafı banka fikrine sıcak bakıyor, ama yüzde 49 hissesini de istiyor.

AKP’nin ekonomi politikasında mutlaka eleştirilecek çok yan var...

Ama komşularla iyi geçinme ısrarı yavaş yavaş meyvesini veriyor.
Yazının Devamını Oku