25 Ocak 2009
<b>ANKARA</b><br>CHP’nin İstanbul Büyükşehir Başkan adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile İl Başkanı Gürsel Tekin, aynı çizgide iki isim. Bana sorarsanız, bu ikili ile CHP’nin İstanbul umudu/iddiası 20 yıl sonra yeniden doğdu. CHP’nin, İstanbul’da belediyeyi kazanmasa bile oyunun çok artacağı aşikár.
Ancak CHP’nin Kılıçdaroğlu-Tekin ikilisine uygun vitrin düzenlemesi de şart. İşte bu yüzden, İstanbul adaylarının dört ilçeyle ilgili kaygılarını Genel Başkan’a ilettiği haberi önüme gelince açıkçası şaşırmadım.
Bakırköy, Kadıköy, Beşiktaş ve Avcılar... Bu ilçede aday değişimi istendi mi?
Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara Bürosu’nun kulis haberini doğrulamıyor: "İstanbul’da görev yapan dört belediye başkanımızla da çalışmaktan onur duyarım. Bu konuda Sayın Genel Başkanımızla aramızda bir menfi görüşme olmamıştır. Dört belediye başkanı da beldelerinde sevilen ve hizmet üreten belediye başkanlarımızdır."
CHP’nin İstanbul’daki mevcut dört başkanı çok başarılı olabilir.
Ama siyasette kan uyumu da çok önemlidir.
Tayyip Erdoğan yerel seçime 110 değişik isimle gidiyor.
Bakalım CHP İstanbul vitrini ne kadar değişecek?
1970’te TRT ekranı
TUNCAY Güney’e ekrandan istediğine istediği kadar sövme hakkını "habercilik" niyetine pazarlayan TRT Genel Müdürü’ne... Deniz Baykal’ı en son kaç dakika ekranda tuttunuz veya Güney’in dava arkadaşı Doğu Perinçek’in de ifade özgürlüğüne saygılı mısınız diye sorsam anlayacağını sanmıyorum.
O yüzden TRT’nin kurumsal mazisine dair bir örnekle yetineceğim.
12 Mart baskı rejiminde çoğu kez yersiz ve kanıtsız suçlanan gençlere söz hakkı tanıyan çıkmadı. Gazeteci Aycan Giritlioğlu, aranan bir Dev-Genç üyesini haber bültenine davet edince kıyamet koptu.
Giritlioğlu, savcılığa ifade verdi, günlerce jandarma takibinde kaldı.
Gazeteci ağabeyimiz Giritlioğlu, Ankara Hürriyet Muhabiri Umut Erdem’e TRT’nin bugünkü halini şöyle yorumladı: "TRT’nin bugün yaptığı ile bizim yaptığımız arasında çok büyük fark var. Mahkeme kararı olsaydı iş değişirdi. Bu adam bence çok güzel kullanılmış ve sanıyorum da kullanılmaya devam ediyor. TRT’nin bu kadar uzun süre bu insanı yayına çıkarmasını başka türlü düşünmek yanlış olur. Belli bir amaç doğrultusunda yapılmış bir konukluk söz konusu. Hesaplı kitaplı yapılmış."
Meraklısına dipnot: Yazıda o Dev-Genç’li eylemcinin neden ismi yok diyorsanız... Aycan Giritlioğlu uyarıyor. Bugün Ankara’da öğretim üyesi olan o günün eylemcisiyle ilgili on yıl önce bir haber çıktı. Haber üzerine öğretim üyesinin çalıştığı kurumla ilişkisi kesildi. Yani yargısız infaz zamanaşımı tanımıyor. Hükümete memur yalakalığı da öyle!
Takvim
Piyasalar IMF görüşmelerinin ne zaman tamamlanacağını merak ediyor. Fon’la pazarlıkta son tur için hafta sonunu Eskişehir’de geçiren Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın dönüşü bekleniyor. Ardından Mehmet Şimşek vaziyeti Başbakan’a sunacak. IMF de niyet mektubu taslağı ile hafta ortasında ayrılacak. Gelecek paranın miktarı faiz dışı fazla ve büyüme hedeflerine bağlı olmakla birlikte 20-25 milyar dolardan az olmayabilir.
Yazının Devamını Oku 24 Ocak 2009
<b>ANKARA</b><br>AKP’nin Diyarbakır Büyükşehir adayları içinde siyaseten daha tanıdık isimler vardı. Avukat Ömer Serdar Kaplan ve AKP Milletvekili Abdurrahman Kurt gibi... Ama Başbakan bir işadamını, Kutbettin Arzu’yu seçti. Daha birbuçuk yıl önce AKP’den milletvekili seçilen Arzu, yeniden kolları sıvadı.
Adaylık dedikodusu ilk çıktığında, hafta başında Kutbettin Bey’i aradım, sordum.
İhtimali yalanlamadı, ama Başbakan’ın kararı konusunda emin değildi, isteksiz konuştu.
Dün Trabzon’daki tanıtım töreni öncesinde aradığımda coşkulu ve kararlıydı.
Ama Kutbettin Arzu’yu tarif eden sloganı Diyarbakır İl Başkanı Ahmet Öcal buldu:
"İşin, aşın, projenin... Diyarbakır’ın ihtiyaç duyduklarının yarattığı aday..."
AKP’nin Kutbettin Arzu ismiyle Diyarbakır seçmenine vermek istediği mesaj açık.
"Kazanırsak, kente iş ve aş yaratacak yatırım gelecek, refah artacak."
Dahası, Kutbettin Arzu çoğu yerel işadamı gibi Kuzey Irak’la yakından ilgili. Erbil’i komşu kapısı yapan Arzu ve işadamı arkadaşları... Türkiye’nin PKK’yı dışlamak için Kuzey Irak’la yakınlaşma açılımının iktisadi ayağını temsil ediyor.
Dolayısıyla yörede önemsenen, sayılan Barzani ve Talabani’nin desteği kesin gibi.
Peki AKP’nin Diyarbakır’da seçimi kazanma şansı nedir? Bilmiyorum, Kutbettin Arzu’nun eski başkanı olduğu Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’ndaki son seçim fikir verebilir mi?
Arzu’nun (=AKP) desteklediği başkan Mehmet Kaya, önceki günkü seçimi kaybetti. Diyarbakırlı işadamlarının yeni başkanı, muhalefeti (=DTP) arkasına alan DP İl Başkanı Galip Ensarioğlu oldu.
Başbuğ’un B planı
GENELKURMAY Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, göreve ilk geldiği günlerde radikal bir karar aldı. O güne kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin faaliyetlerini izlemek üzere davet edilmeyen... Hatta bırakın karargáha girebilmeyi, telefonla dahi sorularına yanıt verilmeyen, kısaca muhatap alınmayan iki gazeteyi "akredite etti".
İlker Başbuğ’un medya ile ilk buluşmasına bu iki gazete ile aynı grubun TV kanalları da katıldı.
Çok tartışılan askeri akreditasyonun genişlemesi, esnemesi tabii ki ilgi çekti, haber ve yorum konusu oldu. Ama eşanlı olarak başlatılan başka bir girişime pek dikkat edilmedi.
Genelkurmay, akreditasyonu haklı olarak eleştiren basın meslek kuruluşlarına çağrıda bulundu. "Biz akreditasyonu genişletiyoruz, ama hakkımız çiğnenirse gereğini yapmanızı bekliyoruz" mesajını verdi.
Ve işte o gün geldi çattı. Başbuğ’un B planı devreye girdi. Daha birkaç ay önce Genelkurmay tarafından akredite edilen... Geçenlerde intihar eden devlet madalyalı Albay Abdülkerim Kırca ile ilgili bir itirafçının iddialarına geniş yer veren, yayın yapan gazete için asker, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile Basın Konseyi’ne şikáyet başvurusu yaptı. Eğer bu iki kuruluş, gazetenin yayınlarını yanlı ve haksız bulursa... Belki mesele yeniden akreditasyon iptaline kadar gidebilir.
Bu açıdan bakıldığında Genelkurmay’ın girişimi, önceden haberli, haklı ve doğrudur.
Ve fakat ne yazık ki eksiktir. Çünkü hálá akreditasyon yasağı uygulanan gazete/TV kanalları vardır.
Eğer Genelkurmay medyada haksızlığa uğradığını düşündüğünde basın meslek kuruluşlarına başvuruyorsa... Akreditasyon haksızlığı konusunda yine aynı merkezden gelen seslere de kulak vermelidir.
Yazının Devamını Oku 20 Ocak 2009
<b>ANKARA</b><br>ANLADIĞIM kadarıyla Türk diplomasisi son Gazze krizinde masanın dışına itilmiş olduğu iddiasını haksız buluyor. Dış politikanın mimarları, Hamas’ı ateşkese Ankara’nın ikna ettiğini ileri sürüyor, ki haklı olabilirler. Zaten AKP’nin Ortadoğu politikasının temelinde bu tür bir meydan okuma yatıyor.
2002 yılında Suriye tüm medeni coğrafyadan dışlanmış iken Türkiye yardımına koştu. Gazze krizi patlak vermeseydi Türkiye, İsrail ve Suriye arasındaki dolaylı barış görüşmelerinin beşinci turuna ev sahipliği yapacaktı.
İran’ın nükleer enerji ısrarı, ABD’nin sıcak savaş tehdidi başka bir sınavdı. Abdullah Gül Dışişleri Bakanı sıfatıyla ve Avrupa Birliği’nin desteğiyle İran’ın Batı’ya açılan penceresi oldu.
Lübnan’daki Cumhurbaşkanlığı krizinde Türkiye yine devredeydi ve Hizbullah’ı ikna edebildi.
Yani Türkiye, Batılı diplomatların, devlet adamlarının açamadığı kapıları aralayan...
Kimseyi muhatap almayan ülke ve liderlerle diyaloğu koparmayan büyük ağabey gibiydi.
Zaten Hamas’ı ateşkese ikna etme çabaları bu rolün parçasıydı.
Hamas’ı resmi muhatap saymayan İsrail’in tek taraflı ateşkesi önemli adımdı.
Ama eğer Hamas ateşkese uymasaydı, unutmayın ki akan kan durmazdı.
Madem ki Türkiye, dünyanın istediği ateşkesin sağlanmasına yardımcı oldu... Sizce neden bu kadar eleştiriliyor?
Galiba halimiz biraz Irak’ta diktatör Saddam’ı devirse de, Başkan Bush’un "haçlı savaşı" gibi abes lafları nedeniyle derdini anlatamayan ABD yönetimine benziyor.
Kapalı kapılar ardında sağlanan başarı, Tayyip Erdoğan’ın kürsü kabadayılığına kurban gidiyor.
Erdoğan’ın diplomasi sanılan seçim nutukları, Ortadoğu merkezli iki risk yaratıyor:
1) Hamas’ı baskıcı ve adaletsiz rejimlerine tehdit sayan Arap liderleri, Türkiye’nin bu örgüte cesaret vermesine elbette sevinmiyor. Krize karşı umut haline getirilen Körfez sermayesi ürküyor.
2) ABD’de sözde Ermeni soykırım yasa tasarısı her gündeme geldiğinde Türkiye’nin yardımına koşan Musevi lobisi artık isteksiz. Yasa bu yıl çıkarsa, sadece İsrail ile ilişkiler gerilmekle kalmaz... ABD ile derin kırılma yaşanır.
Kuyudaki 2. bahar
HÁKİMLER ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Ergenekon davasına yeni savcı atanması projesi tartışılıyor.
Muhafazakár medya kıyameti kopartıyor, yeni savcı atamasının davayı sulandıracağını düşünüyor. (Daha hızlı bir soruşturma ve tutarlı/rötarsız iddianame imkánı/ihtimali bu kalemleri nedense pek ilgilendirmiyor.)
Her neyse, duyduğum kadarıyla eğer geçen pazartesi günü Yenikent’teki cephanelik bulunmasaydı...
Bugün artık proje ve ihtimalden değil, Ergenekon davasına atanan yeni savcılardan söz edecektik.
Ama Yenikent cephaneliği sadece benim gibi bazı gazetecileri değil, herkesi şaşırttı anlaşılan.
Kuyudan savcı heyeti için ikinci bir şans çıktı.
"Adalet Bakanı Ergenekon savcı heyetinin sayısı artsa da Zekeriye Öz ve arkadaşlarının yetkilerinin tırpanlanmayacağını açıkladı."
Bakalım Ergenekon’un ikinci baharı ne kadar sürecek?
Yazının Devamını Oku 18 Ocak 2009
BUGÜN size bir iddia ve en yetkili ağızdan yanıtını aktaracağım. İddianın önemli aktörleri, ABD Büyükelçiliği ile tutuklu Ergenekon zanlısı Levent Ersöz Paşa.
Olayı köşeye taşımadan iki ayrı kaynaktan teyit aldım. Ersöz’ün yakınları ile görüştüm. Ancak olayın geçtiği tarihte yetkili görevde bulunan üçüncü ve kilit bir isim hatırlamadı/doğrulamadı.
Yine de yazdım, çünkü ABD’nin Ergenekon soruşturmasında çok tartışılan rolüne ilişkin ipucu veya en azından fikir verebileceğini düşünüyorum.
Anlatacağım olay zinciri 2003 yılı sonunda geçiyor.
ABD’nin o tarihteki Ankara Büyükelçisi olan Eric Edelmann’a iş dünyasını temsil eden bir dernek ziyarete geliyor.
Derneğin başkanı, Büyükelçiye eski Deniz Kuvvetleri Komutanlarından Özden Örnek’e ait olduğu ileri sürülen günlüklerin birkaç sayfasını takdim ediyor.
"Bu sayfalarda yazılanlar doğruysa Türk ordusu içinde Rusya yanlısı, ABD karşıtı eğilimin nasıl yükseldiğine kanıttır, bilmenizi istedik" diyor.
Büyükelçi, günlükten alındığını iddia ettiği sayfaları siyasi müsteşarı olan J.K.’ya veriyor, araştırmasını istiyor.
Ama Amerikalı diplomat, bir Türk dostunu arayarak, bu bilgiyi TSK’ya ulaştırmasını öneriyor.
Türk aracı, önce o tarihte Jandarma İstihbarat’tan sorumlu Levent Ersöz’e giderek günlük sayfalarını veriyor. O da komutanı Şener Eruygur’a yazıyor.
Aracı ABD’li diplomatın, "Türk Silahlı Kuvvetleri içine bir cemaat sızması var, ABD’liler bilmenizi istiyor" mesajını da iletiyor.
Ardından dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri’ne aynı bilgi ve belgeleri veriyor. Neticede bazı subaylar ve komutanların emekliliğiyle sonuçlanan süreç başlıyor.
Analiz
Eğer iddia doğruysa, ABD, 2003-2004 yıllarına rastlayan süreçte ve kimilerine göre hükümete karşı darbe hazırlığı sırasında tavrını askerden yana koymuş. (1 Mart 2003 Irak tezkeresi krizi yüzünden olabilir mi?). Ama bugün belli ki bu akim kalmış darbeyi soruşturanlara yardımını esirgemiyor. Çelişki mi, bence değil. ABD’nin her zaman kazananla çalışmak istediği düşünülürse...
Komutanın yanıtı
BU iddiayı o dönemdeki en yetkili komutanlardan birisine elektronik posta ile sordum. Kendisi, ismini saklı tutmam şartıyla şu bilgiyi verdi:
"Böyle bir olayı hatırlamıyorum. Ancak iddiayı dikkatlice incelerseniz kendi içinde çok tutarsız olduğunu anlarsınız. Belki anlamışsınızdır da. Böyle bir dernek niye ABD Büyükelçisi’ne gitsin ki? Dernek yerine niye Büyükelçilik bu bilgiyi bir Türk aracıyla Jandarma İstihbarat Başkanı’na versin ki? Niye önce değil de sonradan Genelkurmay Genel Sekreteri’ne verir ki? ABD düşmanlığı ile cemaat sızmasının ilişkisi ne olabilir ki? (Hangi cemaatse?) Bu nedenle bu haberiniz bence tutarlı ve önemli olmayabilir. Tabii ki takdir sizindir."
Yazının Devamını Oku 17 Ocak 2009
<b>ANKARA</b><br>TUNCAY Güney’in tüm soytarılıklarına rağmen Ergenekon soruşturması Ankara’da (Sincan-Yenikent) ele geçirilen cephanelik sayesinde yeni boyut kazandı. Mesele telefon geyiği/dedikodusu olmaktan çıktı, kanıttan (silah) zanlıya mesafe aldı. Cephanelik ortaya çıktığında en doğru tespiti Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül yaptı. "Muhtemelen MKE gibi görünüyor. Ama yazılıp sorulduğu zaman anlaşılacaktır" dedi. Bu açıklamadan sonra Bakan’la bir telefon görüşmesi yaptım, sürecin nasıl yürüyeceğini sordum. "Ben devrede değilim artık. Savcılık doğrudan MKE’ye soracak" bilgisini verdi.
Kısa adıyla MKE, yani Makine Kimya Endüstrisi Kurumu, Bakan’ın güvenini haklı çıkartacak kadar geniş ve eski arşive sahip. Yurdun dört bir yanından silahla, bombayla ilgili 30-40 yıllık kayıtlar bu kuruma soruluyor.
MKE’nin hem bilgisayar hem de evrak arşivi mevcut. MKE yönetimi olaya değil silaha bakıyor.
Yani savcılıklar sadece silah veya bombanın seri numarasını veriyor, kime teslim edildiğini öğreniyor.
MKE’nin ana ilkesi belli, sipariş üzerine çalışıyor. Örneğin, Türk Silahlı Kuvvetleri "3 milyon adet el bombası ihtiyacım var" diyor. MKE çalışmaya başlıyor. Talep yoksa, tezgáh duruyor.
Her üretimin adedi ve tarihi belli olduğu gibi senet karşılığında kime teslim edildiği de kayıtlı.
Dolayısıyla savcılık sorusuna karşılık örneğin bir el bombasının, 1) üretim tarihi, 2) aynı dönemde üretilen kaç bomba arasında olduğu, 3) kim tarafından sipariş edildiği, 4) tesellüm makbuzunda kimin imzasının yer aldığı bildiriliyor.
* * *
Ergenekon sözlüğünde özel yeri olan el bombası "kafile numarasının" ne olduğunu da sorup öğrendim.
Diyelim ki MKE sipariş aldı, 100 bin el bombası üretti. İşte bu 100 bin bomba bir kafile sayılıyor.
Tabii ki her kafilede yer alan her bir bombanın ayrıca bir de seri numarası var.
Yani iki ayrı olayda kullanılan veya ele geçen bombaların kafile yoldaşlığı önemli işaret.
Hele seri numaraları da birbirini takip ediyor veya yakınsa aynı merkez kaynaklı saymak yanlış olmaz.
* * *
16 Mart 1978 günü, yani 31 yıl önce İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde öğrencilerin üzerine bomba atıldı. 7 öğrenci öldü, 41 öğrenci yaralandı. Olayda kullanılan patlayıcılar ordu malı çıktı.
M.E.Ç. isimli bir yüzbaşının Seferberlik Tetkik Kurulu silah deposundan saldırganlara patlayıcı temin ettiği iddiası yıllarca tartışıldı. Aynı patlayıcıların izine Kahramanmaraş katliamında da rastlandı.
O yüzden Ankara cephaneliği ile ilgili olarak gözler yeniden Türk Silahlı Kuvvetleri’ne çevrildi.
Genelkurmay Sözcülüğü’nün dünkü açıklamasında yer alan Sauna Çetesi, Atabeyler ve Karargáh Evleri örnekleriyle vermek istediği mesaj belli: Hukuk çerçevesinde hepsinin gereğini yaptığını anlatmaya çalışıyor asker.
Dileriz aynı hassasiyeti son cephanelik meselesinde de gösterir.
Bombaları, bubi tuzaklarını kimin, ne zaman, hangi amaçla o tarlaya gömdüğünü...
Senetlerle, makbuzlarla, kısacası belgesiyle ortaya koyar, sorumluların cezası kesilir.
Takipçisiyiz.
Yazının Devamını Oku 13 Ocak 2009
<b>ANKARA</b><br>BELLİ ki Ergenekon örgütü iyice sahipsiz kaldı. Çünkü diyelim ki örgüt 10 kişi öldürecek...Hemen kağıt kaleme sarılıp isimler alt alta sıralanıyor. Bakkal efendiye sipariş listesi gibi özensizce ortada bırakılıyor. Veya Ankara’yı uçuracak cephanelik unutulmasın, polis de kolay bulsun diye krokisi çiziliyor! Ama öyle veya böyle...Dün yine bir cephanelik yakalandı.
Ve eğer bu silahlar Seferberlik Tetkik Kurulu’nun (kontrgerilla) Türkiye işgale uğrarsa kullanacağı cephanelik değilse...İtiraf ediyorum ki, bir buçuk yıldır süren soruşturmada ilk kez korktum. Çünkü bu kaos bombaları Türk demokrasisini havaya uçurmaya yeter.
O yüzden silahların sahibi üniformalı darbeci çeteyse, uzatmadan yakasına yapışsınlar.
Ama sakın "kırk katır mı, kırk satır mı?" cambazlığına başvurmasınlar.
Askeri darbeyi önleyeceğiz bahanesiyle muhalifleri sindirmeye kalkmasınlar.
Askeri darbenin alternatifi sivil darbe değildir.
Çünkü teğet geçmiyor
DENİLEBİLİR ki, "Dilinde tüy, kafanda tel kalmadı, sana ne?"
Öyle olmuyor... Çünkü bu ülkede intikam hukuku ne zaman işlese...
Ne yazık ki, sizin gibi benim de canım yanıyor.
Örneğin 27 Mayıs’ta kurulan üç darağacının diyeti...12 Mart’ta üç genç fidanın asılmasıyla ödendi. 12 Eylül’de ’bir sağdan bir soldan asalım’ tarzı sözde adalet yaratıldı. 28 Şubat’ın eseri zaten iktidarda...Yani hiçbirisinde teğet geçmedi, hepsi tam 12’den isabet etti.
Bu kez de öyle oluyor, gelecek seferden de eminim.
Bir de mesleğimiz gazetecilik. Bu meslekte elinde kalem varken yanlışı görürsen...
Ya yazarsın veyahut kalemini kırıp cebine koyar gidersin.
Üçüncü seçeneği ararsan mecburi istikamet yandaş medyadır.
Pax Americana=Amerikan Barışı
PEKİ Ergenekon davası küresel denklemde nereye oturuyor derseniz...
Size üç vektör üzerinden izaha çalışayım:
1) 2007 sonuna rastlayan Dağlıca baskınına kadar çoğu hayalperest, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ABD ordusuna rağmen Kuzey Irak’a gireceğine inanıyordu... Dağlıca’dan sonra herkes dersini aldı. TSK ile Pentagon arasında irtibat kuruldu. PKK havadan bombalandı, kara harekátı yapıldı.
Ama unutmayın ki, Kuzey Irak yönetimiyle yıllar sonra resmi temas da kuruldu.
2) 2007 genel seçiminden zafer sarhoşu çıkan AKP, kapatma davasıyla ayıldı.
Kapatma riski, ancak AB ve sonlara doğru ABD’nin aktif yardımıyla atlatıldı.
AKP yeniden ABD ve IMF çapalarına sarılmak üzere.
3) AKP ve TSK’nın güç kaybı, marjinal ve ABD karşıtı gruplara zemin yaratabilirdi.
O yüzden Ergenekon icat oldu, muhaliflerin sesi kesildi.
Ezcümle, Ergenekon bu ülkede zorla/kanla kurulan Amerikan Barışı’nın parçasıdır.
Yazının Devamını Oku 12 Ocak 2009
Turkey’s capital Ankara is sifting through the remains of the Susurluk case since it failed to obtain the desired results in the Ergenekon probe.
This is why the ammunition uncovered in an excavation investigation launched after the discovery of sketches at the home of the former head of the Special Forces Ibrahim Sahin, also fingered in the Susurluk case, has caused such excitement.
What we understood from this picture is:
An attempt is being made to formulate an equation that "Ergenekon, is the continuation of Susurluk," or in other words "those left over from the Susurluk case are the subcontractors in Ergenekon".
Efforts are underway to create an atmosphere that suggests Ergenekon was formed as the successor to Susurluk.
Is this the true situation?
Maybe some of you already know or have heard that I was once extremely interested in the deeper issues, including the Susurluk case.
I published hundreds of articles and three books regarding this issue...
Let me give you some information about Sahin's relations, which can be summarized in one page.
Yazının Devamını Oku 11 Ocak 2009
ANKARAERGENEKON soruşturması karaya oturunca, mecburen Susurluk enkazında define aranıyor. Susurluk mahkûmu eski özel harekátçı İbrahim Şahin’in krokilerine göre kazılan çukurlarda bulunan cephane bu yüzden heyecan yaratıyor.
Ve anlaşılan kafalarda;
"Ergenekon, Susurluk’un devamıdır"
"Veyahut Susurluk’un kılıç artıkları Ergenekon’un taşeronudur" denklemi şekillensin isteniyor.
Sonradan çıkan boynuz (Ergenekon), kulağı (Susurluk) geçti havası yaratılıyor.
Hakikaten öyle mi?
Belki aranızda bilen, duyan vardır...
Bir zamanlar Susurluk gibi derin meselelere kafayı fena taktım.
Yüzlerce makale, üç kitap yazdım.
Demem o ki, şimdi İbrahim Şahin gündemde ya...
Gelin size Şahin’le ilgili sadece tek sayfaya sığacak ilişki ağı çizeyim.
Siz de o kadarcık bilgiyi 1200 küsur sayfalık iddianame ile kıyaslayın.
Susurluk hangi maddi delillere rağmen aydınlatılamadı.
Ergenekon balonu nasıl üfürülüyor, kararı size bırakayım.
* * *
Tarihin çukurunda, 1980 öncesinde, Mehmet Ali Ağca’dan Abdullah Çatlı’ya kadar uzanan çok sayıda isme sahte pasaport düzenlenen (ve sonra Pasaport Dairesi yakılan) Nevşehir’de başlıyor tek sayfalık yolculuğumuz.
1978 yılında genç bir komiser, ilk görev yeri olan Nevşehir’in Kısıklı İlçesi’ne geldi. Kalacak yer bulamadı. Kederoğlu Ailesi ile tanıştı, bir süreliğine evlerinde yerleşti. Genç polisin adı İbrahim Şahin’di.
Kederoğlu Ailesi’nin beşi erkek, dördü kız 9 üyesi var. 1990’lı yıllarda TIR garajı işleten Avşar Kederoğlu’nun ismi Susurluk tutanaklarına sadece İbrahim Şahin’le dostluğu nedeniyle değil, Tarık Ümit’in kaçırılması olayı yüzünden geçti.
2 Mart 1995 günü Bağdat Caddesi’ndeki Divan Pastanesi’nden iki polis memuruyla birlikte ayrıldıktan sonra bir daha izine rastlanmayan Tarık Ümit, son olarak Avşar Kederoğlu üstüne kayıtlı cep telefonundan arandı.
Olayı araştıran Astsubay Ahmet Altıntaş, Kederoğlu’nu buldu. Kederoğlu telefonunu, polis memurları Ziya Bandırmalıoğlu ile Ayhan Akça’ya verdiğini söyledi. Altıntaş, Akça’ya ulaşamadı, soruşturmayı Şahin’in engellediğini ileri sürdü.
Susurluk davasında Şahin’e soruldu, o da anlattı: "Ben olayın ne olduğunu öğrenmek için astsubayı aradım. Bizim tahkikatı engellememiz söz konusu değil. Hatta durumu Mehmet Ağar’a bildirdim, o da jandarmaya söylemiş."
Tarık Ümit olayında adı geçen polis memuru Ayhan Akça, "kurye kız" Dilek Örnek’in taşıdığı ve uyuşturucu parası olduğu ileri sürülen dövizleri aklayan Azer Döviz’in ortaklarından birisine ait lüks BMW marka otomobili kullanıyordu.
Bir süre İbrahim Şahin’in yakın korumalığını yapan Ayhan Akça, polis lojmanlarından çıkarılınca Kederoğlu Ailesi’ne ait Avcılar semtindeki bir eve taşındı, ev kirası (1996 rakamlarıyla) 15 milyon liraydı.
* * *
Eğer Agarta’dan miras bin yıllık örgütten söz ediyorsanız...
Bir zahmet herhangi bir Ergenekon zanlısının tek sayfalık ilişki coğrafyasını çıkarsanız ya! Kim kiminle kaç yıldır tanışıyor, birlikte çalışıyor, otomobilini kullanıyor, evinde kalıyor, para yardımı alıyor, adam kaçırıyor falan...
Ama Susurluk kara deliğinin arkasına sığınıp muhalif isimlere gözdağı vermek daha kolay ve işe yarıyor, öyle değil mi?
Yine de, tıpkı Sabih Kanadoğlu’nun söylediği gibi... Ergenekon soruşturması, kör taşı misali, kapanmamış Susurluk hesabının temizlenmesine bir şekilde hizmet ederse... İlk bayram edecek inanın yine ben olurum.
Ama maalesef her geçen gün umudumu daha da yitiriyorum.
Karışmayın
Ergenekon davasına kimse karışmamalı. Hukukun yanlışı varsa yine hukuk içinde, adalet yara almadan düzeltilmeli. Bu ülkede herkesin güvendiği Yargıtay var, Hákim ve Savcılar Yüksek Kurulu var. Sabretmeyi, beklemeyi bilmeli.
Yazının Devamını Oku