15 Şubat 2009
ANKARAERGENEKON’un BDDK baskını haberi hurriyet.com.tr’de manşete çekilince inanın yorum ve ihbar yağdı. Turkcell’de çalıştığı belli bir okurum ismiyle şu bilgiyi iletti: "L.E’nin (Ergenekon tutuklusu) kızı hálá Turkcell’de görev yapmakta ve işe bile gitmeden maaşını her ay eksiksiz olarak almaktadır. Umarım işinize yarar."
Yetmedi, bir başka okur da, Ümraniye bombalarından sonra gözaltına alınanlar arasında bir H.Ş. olduğunu hatırlattı, "Acaba aynı kişi mi?" diye sordu. Malumunuz 2003 yılında BDDK’yı tehdide giden iki kişiden birisi kendisini H.Ş. diye tanıttı.
(Dün de yazdığım gibi, kendisine ulaştığım işadamı H.Ş. olayla hiç ilgisi bulunmadığını, BDDK’ya gitmediğini söyleyince... Yargısız infaz olmasın diye BDKK kayıtlarında açık kimliği bulunan H.Ş.’nin ad ve soyadının baş harflerini vermekle yetindim.)
Tekrar Ümraniye’deki H.Ş.’ye dönersek... Cumhuriyet Savcılığı’ndaki ifadesinden sonra serbest bırakılan bu kişiye, Ergenekon tutuklusu Ergün Poyraz ile ilgili sorular yöneltildiği anlaşılıyor. Ama asıl ilginci, H.Ş. için aynı dalgada gözaltına alınıp ifadeden sonra salıverilen başka bir zanlının tarifi: "H.Ş.’yi 2001 senesinden beri tanıdığını, kendisini Karadayı’nın yeğeni olarak tanıtan, sempatik, yedek parça işleriyle uğraşan bir kişi olduğunu..."
Dahası aynı zanlıya Ergenekon tutuklusu Atilla Uğur’dan gizli bilgi alıp almadığı da soruluyor.
Hatırlayacaksınız, H.Ş.’nin şirketinde Uğur’un gizli ortak olduğu iddiası yaygın.
Okurlar sağolsun, varolsun ama... Ama bir bilgi var ki, resmi teyidi gerekiyor.
BDDK’yı basan, batık bankayı kurtaran, elindeki GSM operatörünü telekulağa çeviren çete.
Haberleşmede kriptolu cepler kullanmış. Yani resmi dinlemeden kurtulmak istemiş...
Cürüm raporuna bakınca bu önlem normal... Ama kayda değer başka bir soru daha var.
Kriptolu telefonlar Türkiye’de üretilmiyor, ithal ediliyor.
Dinlemeye karşı telefona tabir yerindeyse zırh çekenler...
Aynı zamanda o telefonu hiç fark ettirmeden dinleyebiliyor.
Yani kriptolu cep çetesi Türk polisinden, savcısından korkuyor.
Ama telefonu aldığı yabancı üreticiye güveniyor.
Nasıl oluyor?
Ve Ergenekon çetesinin yolu neden hep Rusya’da kesişiyor.
Bence Cahit Karakaş değil
DÜN sabah gazeteleri okurken Yaşar Öz’ün Mehmet Ağar’a beş sayfalık mektubuna rastladım.
Üçüncü sayfasında Yaşar Öz bakın ne yazıyor: "...Nedense bir türlü yakalanamayan insan simsarıyla (Mehmet Ağar, Yaşar için böyle demişti) randevulaşıp kadim dostu tekstilciler birliği başkanı Cahit Karakaş’ın Ankara’daki fabrikasında buluşup ortak strateji belirlemelerini nasıl açıklamak ister acaba?"
Cahit Karakaş ismini hatırlayacak yaştayım. 12 Eylül darbesinden önceki son TBMM Başkanı’dır. Mühendistir (İTÜ mezunu), Ulaştırma ve Bayındırlık bakanlıkları vardır. Ama tekstil veya konfeksiyon alanında mesleki örgüt başkanlığı yaptığını hatırlayan, bilen çıkmadı.
Merak ettim, Yaşar Öz’ün avukatı Suat Narin’i aradım. Mektupta "Cahit Karakaş" diye yazdığını teyit ettim. Ama Suat Bey de, bir isim karışıklığının söz konusu olabileceğini söyledi.
Ben Ankara’da Mehmet Ağar’la ahbaplığını bildiğim, başkente moda günlerini kazandıran tek isim tanırım. Ankara Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Canip Karakuş. Dün kendisini aradım, rahatsızlığı nedeniyle görüşemedim.
Özetle bence Yaşar Öz’ün kastettiği kesinlikle Cahit Karakaş değil, ama kimdir bilemem.
Yazının Devamını Oku 14 Şubat 2009
<b>ANKARA</b><br>İŞADAMI Mehmet Emin Karamehmet’e Jandarma Genel Komutanlığı’nda sorulur:<br><br>- Ne yapıyorsunuz, ne var ne yok. Keyfiniz nasıl? - Uğraşıyoruz efendim, işte borcumuzu ödemek için müracaat ettik, hepsini birden. Onun kararının çıkmasını bekliyoruz.
- Nasıl, ümit var mı sizce?
- Şey çok direniyor tabii. Bürokrasi kısmı. Yukarısı istiyor, ne de olsa 14 senelik borç yedi ayda ödenecek.
Karamehmet’in işleriyle yakından ilgilenenler yabancı değil... Birisi o tarihte (2003) Jandarma İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Levent Ersöz.... Diğeri Jandarma İstihbarat Teknik Takip Daire Başkanı Albay Atilla Uğur... İkisi de bugün Ergenekon davasında tutuklu bulunuyor.
Peki Jandarma’nın merak ettiği, Karamehmet’in "Bürokrasi direniyor" dediği iş acaba neydi?
Anlamak için biraz geriye dönmek gerekiyor.
Mehmet Emin Karamehmet’in iki bankasından Pamukbank’a 18 Haziran 2002’de el konuldu. Karamehmet diğer bankası Yapı Kredi ve en kıymetli şirketi Turkcell’i kurtarmak için arayışa girdi.
Tesadüfe bakın ki, Pamukbank kararından bir süre sonra BDDK’ya iki ziyaretçi gelir.
Güvenlik bankosunda bir tanesinin nüfus cüzdanı alınır, kimlik kartı verilir.
Diğerinden kimlik alınmadan sadece ismi not edilir.
Bu iki ziyaretçi doğrudan Başkan Engin Akçakoca’nın odasına çıkar.
Odaya girer girmez, Akçakoca’yı tehdide başlarlar:
- Siz ulusal sermayeyi yok ediyorsunuz... Pamukbank’ı, Yapı Kredi’yi batıyorsunuz. Bir gün hesabı sorulur.
Esrarengiz ve fakat cüretkár tehdit ziyareti BDDK’yı karıştırır. Akçakoca bir tanesinin asker kökenli olduğundan kuşkulandığı için gelişmeyi dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a aktarır.
Ancak ne Ö.K.D, ne de H.Ş.’nın izi bulunamaz, mesele kapanır gider.
Aradan kısa süre geçer, Danıştay sürpriz bir kararla Pamukbank’ı sahibine iade eder.
Daha birkaç aydır iktidarda olan AKP iktidarı telaşlanır. Çünkü el konulan Pamukbank’ı sahibi bir günlüğüne bile açsa müşteri paniği nedeniyle sadece bu banka değil sistemin tamamının batması riski ortadadır. BDDK mecburen Karamehmet’in koşullarını kabul eder, işadamı ikinci bankasını ve Turkcell’i kurtarır.
* * *
BDDK’ya baskına gidenlerden bir tanesiyle aynı ismi taşıyan kişi 2003’te bir şirket kurar. Şirketin gizli ortağının Karamehmet’i karargáhta adeta sorgulayan Atilla Uğur olduğu söylenir. Hatta Uğur’un BDDK’ya giden iki kişiden biri olduğu, o ziyarette sahte kimlik kullandığı bile iddia edilir. Yüksek yargıda iş takibi ve rüşvet iddiasıyla Neşter-2 operasyonunda gözaltına alınan bir CEO da Ankara’daki bu şirkete sık uğrayan konuklar arasındadır. Şirketin Turkcell’in Ukrayna’daki yatırımlarında yer aldığı kulis bilgisi de iş dünyasında konuşulur.
* * *
BDDK kayıtlarındaki tehdit ziyaretine katılan isimlerden birisine ulaştığımı sandım. Ancak kendisine telefonla ulaştığım işadamı meselenin isim benzerliğinden ibaret olduğunu söyledi. BDDK’ya gitmediğini, diğer ismi tanımadığını anlattı.
Yargısız infaz olmasın diye BDDK’da kayıtlı isimlerin ad ve soyadlarını başharfleriyle vermeyi uygun buldum.
Çünkü mesele isim teşhirinden çok daha önemli ve resmin tamamını görmek lazım. Belli ki kimilerinin Ergenekon ismini verdiği çıkar örgütünün ilk ve başarıyla tamamladığı görevi hortumcu kurtarmakmış.
Bu çetenin medya ve siyaset ayağı zaten belliydi, bir kısmı Ergenekon sanığı.
Askeri kanat sorumluları da ortaya çıkınca tablo netleşti.
Bitmedi, devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku 10 Şubat 2009
<b>ANKARA</b><br>SUÇ örgütlerini izlerken, dinlerken özel yaşam nasıl korunur? Geçenlerde bir polis dostumla sohbette ilginç bir yorum dinledim: Emniyet, telefon dinlemelerinde suçla alakası olmayan bölümlerin silinmesinden yana... Ve bu konudaki sorumluluğun, tek yetkili makam sayılan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB) ait olduğunu düşünüyor.
Hakikaten öyle mi diye TİB’i aradım.
Başkan Fethi Şimşek’e sordum, yanıtladı.
* * *
İletişim tespit tutanaklarında özel yaşamla ilgili ve suçla alakasız bölümleri polis veya savcı ayıklamaz ve silmezse sizin yapmanız gerekmiyor mu?
- İletişimin tespiti dediğinizde dinlemeyi kastediyorsunuz. Bizde herhangi bir ayıklama, imha işlemi yapılmaz. İletişim Başkanlığı’nda herhangi bir imha işlemi söz konusu değil. Özellikle CMK 135 anlamında yapılan dinlemelerle ilgili olarak... Burada sadece yapılan konuşmalar sistemlerimizde kayıt altına alınır. Dinleme şeklinde değil de sürekli kayıt. Hákim kararında aidiyet numarası bildirilen görevli, ki hákim kararında açıkça belirtilir.
Yani şu görevliye yetki verilecektir diye.
Evet. O kişi elektronik ortamdan, internetten herhangi bir program indirir gibi, bizim buraya elektronik ortamdan ulaşarak zaman zaman bu tedbir süresi içerisinde, yani kararda 3 aylık süre öngörülmüşse, bu süre içerisinde müteakip defalar; günlük de olabilir, haftalık da olabilir, aylık da olabilir, bu konuşmaları kendi alt veri taşıyıcısına nakleder. CD’ye veya herhangi bir kayıt cihazına. Bu konuyla ilgili imha işlemi tümüyle Cumhuriyet Savcısı’nın gözetiminde yapılır.
Nasıl imha ediliyor?
Cumhuriyet savcıları benim bildiğim kadarıyla bunu iki türlü yapıyor. Ya tamamını getirip okuduktan sonra ilgili kısımları imha ediyor, imha edilmesini istiyor veyahut da o kolluk görevlisine yetki veriyor. Diyor ki "İçerisinden suç konusu olabilecekleri ayır, diğerlerini imha et" diye ona yetki veriyor. Bizim sistemlerimizde aidiyet numaralı, ulaştığı ara yüz içerisinde gereksiz ise suç oluşturmuyorsa sil butonları var onlara da ulaşarak onları da silebilir. Eğer Cumhuriyet Savcısı yetki vermişse.
Yani siz silmiyorsunuz. Görevlinin silmesini bekliyorsunuz.
Bizim öyle bir yetkimiz yok. Tümüyle Cumhuriyet Savcısı gözetiminde bu kollukla Cumhuriyet Savcısı arasında.
Sizin yaptığınız aslında server olarak hizmet vermek. Dolayısıyla sizin imha yetkiniz olmadığı için görevli de eğer silmiyorsa, orada duruyor.
Hayır. Biraz önceki belirttiğim 3 aylık süre hákim kararında yazılı tedbir süresi. Sonunda ister alsın, ister almasın onlara 10 günlük opsiyon tanıyoruz. 10 günün sonunda bizim sistemler otomatik siliyor.
Bu izin 3 ayda bir yenilenebiliyor mu?
Terör suçlarında süre sınırsız. Aylık yapılabiliyor, ama üç aylık sürenin de normal TCK kapsamındaki terör oluşturmayan o katalog suçları dediklerimiz de sınırlı. Çok sayıda yenilenemiyor. Terör suçları gibi değil.
Ama Ergenekon, terör suçu olduğu için yenilenebiliyor.
Evet yenilenebiliyor.
* * *
Aslında sistem, káğıt üzerinde son derece sağlam gözüküyor. Kaçak halinde kimin sorumlu olacağı da belli. Yine de tanık veya sanık bile olmayan kişilerin özel yaşamları, faili meçhul tespit tutanakları ile yara alıyor.
O yüzden yeniden soruyorum: Özel yaşam kime emanet?
Bu sorunun yanıtını almadan bu ülkede kimseye rahat yok.
Men dakka dukka, yani çalma kapını, çalarlar kapını.
Yazının Devamını Oku 8 Şubat 2009
<b>ANKARA</b><br>DÜN sabah erken saatte Cihan Kamer aradı, Hürriyet’in "Ekrem Tosun vakasını" yansıtma üslubundan ötürü teşekkür etti. Bu vesileyle, Hürriyet’te ve medyada çıkan diğer iddiaları, soru işaretlerini kendisine hatırlattım. Kısa sohbetimizi soru-yanıt formatında aktarıyorum:
- Ailenizin yarısına sahip olduğu Atagold’un ortakları arasına Başbakan’ın oğlu ve gelininin katıldığı dönemde şirkete destek olunsun diye pırlantada KDV’nin kaldırıldığı söyleniyor, ne diyorsunuz?
- Birincisi, KDV’nin kaldırıldığı tarihte yani 2004 yılında ben pırlanta ticareti yapmıyordum. İkincisi, kaldırılan KDV’nin yerine hemen çok daha ağır oranda ÖTV geldi. Ben de 2005 yılında yani ÖTV yürürlükte iken pırlanta işine girdim. Hálá pırlantada ÖTV’yi düşürmeye çalışıyorum, beceremiyorum. Ve daha da önemlisi nedir biliyor musunuz?
- Nedir?
- Bizim Erdoğanlar’la ortak olduğumuz mağaza, İstanbul Atatürk Havalimanı’nda gümrüksüz sahada, yani free-shop statüsünde... KDV’den, ÖTV’den bize ne? Biz KDV, ÖTV ödemiyoruz ki, böyle bir ayrıcalık sağlanmış olsun. Ve karşılığında Erdoğan Ailesi şirkete ortak edilsin.
- Peki Kemal Kılıçdaroğlu, Bilal Erdoğan ile Sema Erdoğan’ın şirketteki ortaklığı neden saklanıyor diye soruyor...
- Söyler misiniz neyi gizliyorum ki ben... Ortaklıktan hemen sonra Genel Kurul hazırun cetveli ticaret siciline gönderildi. Başka türlüsü zaten mümkün mü?
- Neden Erdoğan soyadı ile ortaklık...
- Bakın bu şirketin vergi öncesi kárı 40 bin TL... Yani adam başına yılda topu topu 10 bin TL kazandırıyor ortaklarına... Ben diğer free-shop mağazalarında zarar ediyorum inanın. Son cümlem şu olsun: Başbakan ile dostsak, çocuklarına doğru ve düzgün ticaret yaşamına katılmaları için yardımcı olmamızda ne sakınca var ki?
- Ayrıcalık sağlanmadığı sürece herhalde...
- Tabii ki... Ama şirketimize diğer free-shoplardan farklı bir ayrıcalık zaten tanınmadı. Devletle iş yapmıyoruz.
- Mali Müşaviriniz Ekrem Tosun, Bilal Erdoğan ve Sema Erdoğan’ı temsilen oy kullanıyor, Başbakan nasıl tanımaz?..
- Sadece Başbakan değil, Bilal Erdoğan ile Sema Erdoğan da tanımaz Ekrem Tosun’u... O şirkette muhatapları benim. Genel Kurul’dan önce kendilerine bir yazı yolluyorum, üzerinde Ekrem Tosun’un ismi yazıyor. Onlar da imzalayıp Genel Kurul için yetki veriyorlar...
- Tosun’a yetki sadece bu kadarla mı sınırlı?..
- Evet sadece bu kadar... Ama Ekrem Tosun’u gizli kasa filan sanıyorlarsa çok yanılırlar. Benim şirketlerimde denetim amaçlı küçük hisseleri vardır, o kadar.
- Sizin Erdoğan Ailesi’yle başka bir ortaklığınız var mı?
- Hayır yok!
İstanbul’da Davos reytingi
CHP Lideri Deniz Baykal, medyanın Davos’a takılıp kaldığını düşünüyor, gündem değişikliği istiyordu. Baykal’ın gönlünden geçeni Kemal Kılıçdaroğlu-Gürsel Tekin ikilisi başardı. Ekrem Tosun vakası Davos’u eskitti.
Dün CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin’i aradım, İstanbul’daki Davos reytingini sordum.
"Aç insanın Davos umurunda mı?" dedi Gürsel Bey ve ekledi:
- İnanmayacaksınız ama mahallenin yolu, suyu yok. Sakini yol, su istemiyor. "Hesap sorun, yolsuzlukların üzerine gidin" diye haykırıyor.
Bu seçmen birilerini işletiyor ama acaba kimi?
Hamiş: Son anketlere göre, medya zaten elde var bir...
Ben hangi partiyi diye soruyorum.
Yazının Devamını Oku 3 Şubat 2009
<b>ANKARA</b><br>BAŞBAKAN’ın Davos çıkışı AKP, tabanına seçim öncesi moral verdi. Ekonomik kriz, Ergenekon davası unutuldu, seçim kampanyası Davos eksenine girdi. Peki muhalefet bu gidişattan hoşnut mu, ne düşünüyor? CHP Lideri Deniz Baykal’a sordum, işte yanıtları:
Belediye başkan adaylarında önce Ankara’yı açıkladınız. İzmir veya İstanbul’da zorlandınız mı?
İstanbul’da geç aday belirledik ama uygun biri olduğu görüldü. Başarılı bir seçim oldu. İzmir’deki, görevdeki başkanımız. Doğal olarak onunla yürüyelim diye baktık.
Ama Adana adayını son anda değiştirdiniz.
Adana’da adayı değiştirme kararı aldık. Tabloyu kökten değiştirdi. Birdenbire Adana’da hava değişti. Bursa’da bir kadın adayımız var. Aydın’da yine aynı şekilde.
Ankara Çankaya’yı ne yapacaksınız?
Çankaya’yı açıklayacağız. Önemlilerden Çankaya kaldı şimdi.
İstanbul’da mevcut başkanları yeniden aday gösterdiniz.
Seçilmiş başkanlarla devam. Güzel bir tablo ortaya çıktı.
Peki Başbakan’ın Davos çıkışı?
Bu konuya medya çok taktı. Dördüncü gün artık insaf edin. Yabancı medyaya bakıyorum kimsenin taktığı yok. Davos uluslararası bir olay.
Yerel seçimi etkiler mi sizce bu olay?
Toplumda da böyle bir hikáye yok, yansıyacağını sanmıyorum. Yerel seçimin şartları farklı.
Önemi yok diyorsunuz.
Hem dibi yok hem de ciddi bir şey değil. Yeter artık. Tam tersine şimdi hasar tespiti çalışmasına ihtiyaç var. Bu kaça mal oldu Türkiye’ye? Obama’nın Ortadoğu özel temsilcisi Mitchell uğramıyor Türkiye’ye. Önce ilan etti, sonra iptal etti. Daha önemli olanı İsrail büyükelçisi olağanüstü söyledi: "Türkiye’nin dış politikasını AKP’nin tabanı mı belirleyecek?" Yani diyor ki, "Sen artık popülizme, sokağa teslim oldun". Yani sokağın anti Yahudi duygularına dayalı politika getiriyorsun. Buna gık diyen yok, çünkü adamın söyledikleri doğru. Çok ağır bir itham.
Zammı da indirimi de aynı ağızdan duyalım
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, doğalgaz fiyatlarında indirim haberini son zamanlarda benimsediği üslupla, yani sapla samanı karıştırarak verdi. İndirimi anlatırken, doğalgaza 1 Kasım 2008’de gelen yüklü zammı eleştirenleri hedef aldı, "Acaba felaket tellalları ne diyecek, onu da merak ediyorum" diye meydan okudu.
Mademki söz hakkı doğdu. Diyeceğimiz şudur:
Doğalgaza son zam yüzde 22 düzeyindeydi, yüzde 17’si geri alındı. Yani bakiye yüzde 5 kazık hálá cepte. 2008 tamamında, doğalgaza gelen zammın oranı yüzde 70-80’i buldu. Bu bir.
BOTAŞ, 2 Kasım’da zam haberini sabaha karşı saat 02.00’de açıkladı, indirim Başbakan’ın meydan mitingiyle duyuruldu. Mümkünse bundan böyle zam ve indirim haberlerini aynı ağızdan duyalım. Bu iki.
Başbakan zam haberini güler yüzle veremese bile kendisini "felaket tellalı" ilan etmeyeceğim, söz. Bu da üç!
Yazının Devamını Oku 1 Şubat 2009
<b>ANKARA</b><br>BENCE Davos krizi için en anlamlı çağrıyı Ertuğrul Özkök yaptı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ı, Gazze üzerindeki haklı itibarını/gücünü Hamas’ı terörden vazgeçirmek için kullanmaya davet etti. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na akıl vermek haddim veya niyetim değil. Ancak Erdoğan meselenin sadece belagat kısmına yüklenir ve Hamas’ı yola getirmek için üzerine düşeni yapmaktan kaçınırsa... İşte o zaman kıyamet kopar, çünkü;
1) Filistin (Arap)-İsrail savaşı, tıpkı Azeri-Ermeni, İran-Irak, hatta Türk-Yunan örneklerinde görüldüğü gibi toprak konulu etnik anlaşmazlık ve sıcak çatışmadır, meseleyi din üzerine inşa etmek yanıltıcıdır.
2) Oysa Hamas, Hizbullah gibi Ortadoğu örgütleri, çatışmayı İslami çerçeveye oturtmayı yeğliyor. İsrail’e karşı verilen savaşı kutsamak için "cihat" ilan ediyor. Savaşa karşı çıkanı káfir sayıyor.
3) İsrail’in son Gazze katliamının ardından Türkiye’nin tutumu bu açıdan önemliydi. Saldırgan taraf olduğu için sadece İsrail’e karşı sert tutum izlemesi, Hamas’ı kolluyor izlenimi yaratırsa...
Türkiye’nin politikası, dünya kamuoyunda Musevi-İslam savaşı başladı diye algılanır mı?
Üstelik unutmayın ki Türk Başbakanı, Katolik İspanyol mevkidaşı ile birlikte... BM destekli Medeniyetler İttifakı’nın iki eşbaşkanından birisidir. Bu girişimin temel hedefi, ideolojilerin çöktüğü bu asırda dünya ahalisinin din farkı yüzünden birbirine kıyacağı tahminini/teorisini boşa çıkarmaktır.
O yüzden tekrar etmek zorundayım... Başbakan’ın Davos fırçası Türk ve Arap toplumunun gazını almış, AKP’nin elini yaklaşan seçimlerde güçlendirmiş olabilir. Ama bu restten sonra Türkiye’nin sorumluluğu da inanılmaz ölçüde arttı.
Artık öfke krizlerine, fevri çıkışlara yer kalmadı.
MİT takipte değil
1980 öncesinde örgütlü mücadeleye katılan her tıfıl talebenin paranoyası ortaktı: MİT takibi...
Ancak 12 Eylül’den sonra anlaşıldı ki paranoyak olmamız, haksız olduğumuz anlamına gelmiyor.
Çünkü Milli İstihbarat Teşkilatı (veya İbrahim Şahin miladından sonra yakışan adıyla Sosyal İlişkiler Teşkilatı (SİT)) darbeye hazırlanan askerler yerine sokaklarda birbirini kıran bizleri izlemeyi yeğlermiş meğer.
Neyse artık bu takip bitiyor anlaşılan...
Çünkü yeni teşkilatlanma şeması ve anlayışı ile MİT sokaklardan çekiliyor. Artık PKK’lı üç kişilik bir timi takip etmeyecek, bu işi polise bırakacak. Günlük iş yerine tehdit sayılan örgütlerin genel stratejisini izleyecek, muhtemel değişimi önceden görecek, teşhisle kalmayıp tedavi için politika önerecek.
Karşı casusluk takibi ve yurtdışı istihbarat toplamaya devam edecek.
Ne diyelim, Yunan ve Rus üniversite talebeleri korksun artık!
Yazının Devamını Oku 31 Ocak 2009
<b>ANKARA</b><br>ÖNCELİKLE Başbakan Tayyip Erdoğan’ı öfke krizine sokan süreci hatırlayalım. Kendi ifadesine göre; 1) Büyük Oyun başlıklı Davos oturumunda, İlham Aliyev ile birlikte diğer katılımcıları 20 dakika beklemek zorunda kalması. (Bu oturum 14.30 yerine 14.50’de başladı.) 2) Gazze oturumunda Şimon Peres’in kendisine bağırması, 3) David İgnatius isimli gazeteci/moderatörün Peres’e, Erdoğan’ın, Ban Ki-Moon, Amr Musa’nın iki katı konuşma süresi tanıması, 4) Yine aynı moderatörün Erdoğan konuşmak isteyince eline, koluna hatta omzuna dokunarak müdahalesi...
Türk Başbakanı sinirine hákim olamayınca;
İsrail Cumhurbaşkanı’na "katil" demeye getirdi,
"Davos benim için bitmiştir" ifadesini kullandı.
Salonu terk edip çıktığında üslubu yine çok sertti.
Emine Erdoğan gözyaşlarını tutamadı.
* * *
Sukûnete avdet edince Erdoğan’da ilk değişim başgösterdi. Daha yarım saat önce eleştirdiği Davos toplantılarını düzenleyen Klaus Schwab ile aynı masaya oturdu, ortak basın toplantısı düzenledi.
Yazılı metinden yaptığı konuşmasında ne Şimon Peres’i, ne de İsrail devletini hedef aldı.
Uzun uzun moderatörün yanlı yönetim tarzından, konuşma süresinde adaletsizlikten şikáyet etti.
Türkiye’ye döner dönmez yine notlarından konuştu, muhalefete ve medyaya yüklendi.
Bence korkulacak mesele yok, Başbakan yeniden Türkiye’nin resmi çizgisine döndü.
* * *
Başbakan’a önyargısız eleştiri yöneltenler veya dış politika riski görenlerin kaygısı ne?
Erdoğan hükümeti, geçmiş iktidarlardan miras dış politikayı -daha da hevesle- sürdürdü.
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Suriye ziyaretiyle başlayan açılım... Bugün Türkiye’nin Suriye-İsrail arasındaki dolaylı görüşmelerin dört turuna ev sahipliği ile devam ediyor. Ankara, nükleer kriz sırasında İran ve Batı arasındaki en önemli arabulucuydu. Lübnan’daki cumhurbaşkanı seçiminde yine Türkiye’nin görüşüne itibar edildi.
Türkiye tarafsızlığını yitirdiği izlenimine rağmen bu rolünü sürdürebilir mi?
Bence evet, çünkü;
Başbakan Erdoğan’ın kişisel üslubu kurumsal dış politikada sapma yaratmaz.
Bizden daha sakin ve çıkarcı analiz yeteneğine sahip Batılılar laftan çok işe bakar.
Türkiye Batı’yı ve çıkarlarını temsilen bölgede "büyük ağabey" rolünü üstlendiği sürece sorun çıkmaz.
(Nitekim bu analizin en somut kanıtını dün Genelkurmay İsrail ile askeri ilişkilerin karşılıklı çıkar ilişkisi çerçevesinde devam edeceği açıklaması ile verdi.)
Başbakan’a gelince... O da bu oyunu bozmaz. Çünkü iktidarını -zaten çoğu İsrail dostu- Arap dünyasına değil, ABD ve AB’nin desteğine borçlu olduğunu en iyi Başbakan bilir. Özetlersek, Başbakan’ın Gazze çıkışı duygusal Türk milleti nezdinde muhtemel seçim zaferine yol açabilir. Ama Erdoğan’ın iktidarı, dış politikayı öfkesine kurban etmemesine bağlıdır!
Özür haberi Baba yumruğuna benzedi
Başbakan’ın sinirlerine hákim olmakta zorlandığı belli. Üstelik çevresi de fevri çıkışlara çanak tutuyor. Akıl yoluyla hazar telafisi yerine yalan yanlış haberlerle yangına körükle gidiyor. Davos krizinde AA’ya "Peres Başbakan’dan telefonla özür diledi" haberini yazdırdılar. Dün ortaya çıktı ki, Peres özür dilememiş, "Üzgünüm" demiş.
Başkasını bilmem ama yaşım tuttuğu için bu işgüzarlık bana 1977’deki Süleyman Demirel haberini hatırlattı. O tarihte Kıbrıs nedeniyle Türkiye’ye ambargo uygulanıyordu. ABD Başkanı Carter ile görüşmesi sırasında Demirel’in kızarak önündeki masaya yumruk attığı haberi AA tarafından geçildi. Tabii ki birkaç gün içinde -tıpkı Peres’in özür meselesinde olduğu gibi- işin gerçeği anlaşıldı, şişirme haber en fazla yalakalık yapılmak istenilen lidere zarar verdi.
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2009
<b>ANKARA</b><br>BUGÜN Ergenekon’la ilgili kafama takılan bazı soruları paylaşmak istiyorum. * * *
Danıştay rötarı:
Emniyet Genel Müdürlüğü, geçen hafta Ergenekon soruşturmasının 2001 yılında Tuncay Güney’in verdiği ifade üzerine değil... 2006 yılı Mayıs ayındaki olaylar nedeniyle başladığını açıkladı. Yani Ergenekon’un miladı, sanıldığı gibi Güney’in hezeyanları değil, Danıştay’a kanlı baskın ve arkasındaki karanlık, karmaşık ilişki ağının su üstüne çıkması.
Eğer 2006 Mayıs ayı gazete koleksiyonlarına, hatta bu köşenin arşivine göz atarsanız, Danıştay saldırısıyla ilgili haklı çıkan bazı soru işaretlerine rastlarsınız. Muzaffer Tekin, İbrahim Şahin gibi isimlerin telefon irtibatına "flaş haber" muamelesi yapmazsınız. Yani polisin o tarihte iyi çalıştığını görürsünüz.
Soru bir: Danıştay baskınının daha ilk haftasında bugüne yakın bilgi ve kanıta ulaşılmış olmasına rağmen, neden dosyanın üstü örtüldü, bir yıl beklendi?
* * *
Silah kardeşliği:
Ankara Sincan’da bulunan cephanelik soruşturması sürüyor. Ama nedense daha önceki bomba ve silah kardeşliği üzerinde durulmuyor. İzmir’deki İbrahim Çiftçi cinayetinde kullanılan bombalar Ümraniye (Danıştay) ve Cumhuriyet kafilesinden. (Çiftçi’nin Necip Hablemitoğlu cinayeti faili olduğu yolunda ihbarlar vardı.)
Yine 1999 yılında Şırnak’taki Hizbullah operasyonlarında ele geçen bombalar da aynı kafileden.
Son olarak Ankara cephaneliğinde yakalananlarla MLKP örgütünün bombaları da aynı kafile ve seriden.
Soru iki: Birileri ordu cephaneliğini kevgire çevirmiş, istediği ağır silahı dışarı çıkartıyor. Ya kasıtlı olarak örgütlere dağıtıyor veya sahip çıkamıyor(!). Sonuçta o silahların namlusu bize dönüyor. Neden engellenmiyor?
* * *
Azeri modeli mi?:
1995 yılı Mart ayında Azerbaycan’da Haydar Aliyev’e karşı başarısız darbe girişiminde bulunan OMON birlikleri, Türkiye’deki polis özel harekát timlerini model almıştı. Zaten eğitimlerinden İbrahim Şahin sorumluydu. Şahin ile OMON Komutanı Ruşen Cevadov yakın ilişkideydi.
İbrahim Şahin’in evinde bulunan ve Ergenekon’un 11. dalgasında çok sayıda özel harekátçı polisin gözaltına alınmasına, tutuklanmasına yol açan S-1 listesi... Azerbaycan’da denenen başarısız darbenin benzerinin hazırlığı olmasın.
Soru üç: Bakü’deki darbe hazırlığını 3 ay önceden duyan... Dışişleri, Başbakan ve 9. Cumhurbaşkanı’na haber veren. Bu sayede Aliyev iktidarını kurtaran MİT bu kez Ankara kaynarken, neden kulağının üstüne yattı?
* * *
Karayılan paketi:
2007 genel seçimi öncesinde Murat Karayılan’ın paketlenip Ankara’ya getirilmesi amacıyla özel bir ekibin Başbakanlık izniyle kurulduğu söylentisi yayıldı. Aynı söylentiye göre ekibin başına Ergenekon’un 10. dalgasında tutuklanan Güneydoğu kahramanı emekli albay Levent Göktaş getirildi. Hatta Göktaş’ın MİT’te önemli bir göreve getirilmesi söz konusuydu.
Dördüncü ve son sorum basit: Bu söylentiler doğru mu, Göktaş’a görev teklif edildi mi?
Ve eğer öyleyse, devlet dediğin bu kadar çabuk karar değiştirir mi?
Yazının Devamını Oku