Paylaş
Siyasetin sınırları yeniden çiziliyor (2)
TÜRKİYE 28 Şubat'ın adını siyaseten koyup, daha fazla demokrasiyle aşamamanın günahını çekiyor. 28 Şubat'ı algılama ve tavır almadaki zafiyet siyaset arenasındaki merkezkaç eğilimine güç katıyor. Çünkü;
1) Geçmişteki üç askeri darbede kurulan denklem bu kez işlemedi. Yönetimi halk nezdinde yıpratan, sevimsiz kılan, demokrasi karşıtı söylem ve icraatın muhalefeti, sistem partileri safından çıkmadı.
Daha açık deyişle, 27 Mayıs'ın rantını yiyen Adalet Partisi, 12 Mart'a muhalefetiyle seçim kazanan CHP veya Kenan Evren'in boşboğazlığı sayesinde oy patlaması yaşayan ANAP örneği bugün için geçerli değil...
Hatta tam aksine siyasi icraatına zerre kadar katılmamakla birlikte haklarını teslim etmek gerekir ki, 28 Şubat'ı en doğru formatta algılayan ve itiraz eden kesim, siyasi İslam ve türevleri konumundaki cemaatlerdir.
2) Sistem partilerinin bırakın 28 Şubat'a itirazı, iktidarı askerle paylaşmak konusundaki hevesi siyaseti kurumsal açıdan yıprattı...
18 Nisan seçimlerinin galibi hakkında rivayet muhtelif, ama 28 Şubat'ı başbakanlığa tayin emri sayan ANAP ile darbe sözcüsü gibi davranan CHP'nin uğradıkları hezimet tartışma götürmez.
* * *
28 Şubat'tan bu yana -haydi moda deyimiyle ifade edelim- siyasetin normalleşmesi bu yüzden mümkün değildi. Darbeden normal düzene açılan siyasi tahliye kapısının eksik kaldığının askerler de farkındaydı.
Ve bu nedenle tıpkı 12 Eylül Anayasası gibi kucağımıza ucube bir siyasi miras bırakmak üzereler. Devletin sivil kanadını askeri modele uygun düzende yeniden örgütlemek gibi çok tehlikeli bir fikri tartışmaya açtılar.
Tehlikeli diyoruz; çünkü bırakın teknik detayını, ordu-millet betimlemesi akla garip çağrışımlar getirir. Askerdeki hiyerarşi savaş düzeni açısından zorunludur, en disiplinli ordu, en iyi-güçlü ordudur. Ama aynı komuta düzenini siyasete yansıtmaya kalkan, her dilde faşist diye anılır.
* * *
Israrcı askeri kanat ile beceriksiz siyasiler arasındaki sağırlar diyaloğu kimi zaman yerleşik nizamın zavallılığını en çarpıcı haliyle gözler önüne seriyor. Mesela, Fethullah Gülen'in mahkemesi...
Başbakan Bülent Ecevit, Gülen hakkındaki tutuklama kararı için ‘‘İnsan olarak Fethullah Gülen hakkında verilen karara çok üzüldüm. Bu yargı sürecinin aklanma ile sonuçlanacağını temenni ediyorum’’ demedi mi, dedi...
Peki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, tutuklama kararının kaldırılması konusunda, ‘‘Farklı kararlar, ancak mahkemelerin kararları yargılamanın bittiği anlamına da gelmez. O dava sürecek. Yargıya da sızmış durumdalar’’ demedi mi, dedi...
Ne olacak şimdi?
Biz siviller hem Başbakan'ı, hem de paşayı memnun edecek yargıcı nereden bulalım?.. Hayır olsa dükkán onların, ama yok vallahi...
* * *
Aslında sorun da belli, çözümü de... Eksik kalan cesaret.
Asker kışlasına dönecek, Meclis işine bakacak.
Başka seçenekleri akıldan geçirmenin bile álemi yok.
KARŞI GÖRÜŞ-KATKI
‘‘Ne yani, devleti yıkmak isteyen binlerce memur ve özel sektörde de binlerce çalışan varsa hepsini öldürecekler mi? Kimin devleti yıkmak istediğine nasıl karar verilecek? Kurunun yanında yaş da yanacak mı? Yanacaksa adalet kavramı niye var? Sivil otorite, askeri otoriteden üstün değil ise Atatürk niçin askerliği bırakıp Meclis'in başına geçti ve askerin siyasete karışmaması gerektiğini söyledi?’’
(İ.T)
‘‘İrticai tehdit olduğu söylenerek üzerine gidilen grupların ne kadar güçsüz olduğu ortaya çıktı. Peki Susurluk tipi çetelerin üzerine gidilmemesi, onların gücünden kaynaklanmıyorsa neden kaynaklanıyor? Asıl güçlü çetelerin üzerine gidilmiyor, örtbas ediliyor?’’
(S.A)
Paylaş