Paylaş
DEMEK ki tam 20 yıl olmuş... İki kere on yıl önce tam bu gece yarısı (11 Eylül) üç arkadaş otobüse atlayıp Ankara'dan İstanbul'a doğru yola çıktık... Ancak son anda yer bulabildiğimiz için otobüsün en arka ve uzun sırasındaki dört koltuktan üçüne düştük. Yorgunduk uyayakaldık, sabaha karşı otobüsün radyosundan duyulan marşlarla ayıldık...
(Kişisel ilk tepkimin radyodan okunan bildirinin altındaki komutan imzalarını saymak olduğunu iyi hatırlarım...Her zamanki gibi en üstüme vazife olmayanı düşündüğüm için, ordunun emir-komuta zincirini bozmadan, birlik ve beraberlik içinde darbe yaptığını anlayınca biraz rahatladım.)
* * *
Otobüsün ışıkları da yanınca 24 yaşımıza sığan üçüncü askeri darbenin ilk üniformalı temsilcisi ile burun buruna geldik...Arka koltuktaki dördüncü yolcu yani komşumuz bir deniz astsubayıydı.
Takip eden beş-on dakikada tanıklık ettiğimiz iki gelişme vardı ki anlaması ve tefsiri inanmazsınız ama belki de tam 20 yıl aldı...
1) Hafif alkolün etkisiyle sütre gerisinde sızan gencecik astsubay daha ilk marş bitmeden ayıldı, toparlandı, ikinci marşta araç komutanı haline geldi...Kurumsal kimliğin yaşıtlar arasında yarattığı bilinç uçurumu ortadaydı. Otobüs yolcuları daha başına geleni anlamadan, genç astsubayın sanki genetik şifresine kazınmış komutlar refleks olarak harekete geçti. O andan itibaren kimse bu otoriteyi tartışmaya kalkmadı.
2) Otobüsteki darbe atmosferi, arka koltukla cam arasında kıvrılıp uyumayı beceren muavini de ayaklandırdı... Uyku sersemi muavin (halk temsilcisi) ve araç komutanı deniz astsubayı (otorite) arasında şu samimi ve inanılmaz diyalog geçti:
Halk Temsilcisi- Abi, ne oluyor yaa!
Otorite: Uyan, Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu...
Halk Temsilcisi: Hangi Silahlı Kuvvetler abi...
Otorite (Sinirli): Tabi ki Türk Silahlı Kuvvetleri ulan...
Halk Temsilcisi: Ha, iyi o zaman...
Muavinin askeri darbeye getirdiği bu veciz yorum ve gönül rahatlığı ile kafayı vurup yeniden uyuması, halka dayanarak siyaset icra etmeye çalışan biz bebelerin başına geleceklerin en iyi işaretiydi galiba...
* * *
12 Eylül bendenize birkaç ufak yol kazası dışında ciddi hasar vermedi...Ama yaşıtlarımın uğradığı haksızlık, partimin kapatılması yeterince ağır geldi.
Toplumsal hasar bilançosuna gelince, o rakamları da kuruluş hazırlıkları süren 78'ler Vakfı'nın Kuruluş Sözcüsü Celalettin Can aktarıyor:
'12 Eylül darbesiyle 650 bin kişi gözaltına alındı, 98 bin 404'ü örgüt üyesi olduğu iddiasıyla yargılandı, sadece 21 bin 764'ü örgüt üyeliğinden ceza aldı. 630 bin yurttaş haksız ve hukuksuz biçimde işkence gördü, işini kaybetti, 1 milyon 863 bin kişi fişlendi, 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.'
* * *
Vakfın ilk talebi son derece makul... 12 Eylül'ün olağanüstü yargı sürecinde hüküm giyen 21 bin gencin hala siyasi yasağı sürüyor. Şartlı tahliye ile serbest kaldıkları için örneğin trafik suçu işleseler kalan cezayı da yatacaklar. Vakıf bu hukuki kara deliği tartışmaya açıyor.
11 Eylül gecesi otobüsündeki bir yolcu sıfatıyla çok iyi anlıyor, tamamen destekliyoruz. Bu otobüsün son durağa varması lazım artık.
Karşı görüş-katkı
‘‘Evet bu gay'lerden her eve bir tane lazım. Mesela oğlunuzu bizzat teşvik edin. Zaten basın, medya bunu yapıyor. ‘Reklam ve Teşvik.' Oğlunuz da bunlardan biri olunca siz de ‘farklılığın bulaşıcı olup olmadığını' tekrar değerlendirebilirsiniz. Belki zenginlik de getirir. Daha bir beş on yıl geçmedi..Ortadoğulu turistler İstanbul ve Bursa'ya, İzmir'e dolar yağdırmaya başladığında böyle ‘farklılık zenginliktir, bulaşmaz' edebiyatları yapılmıyordu. Ben gündem diye değindiğiniz bu konu sebebiyle bir kez daha utanıyorum.' (M.Y)
Paylaş