Paylaş
1)
Yapay zekanın, insan zekasını satrançta kolayca yenerken, bir başka kadim masaüstü oyunu olan Go'da bunu pek başaramaması (ve en azından 10 yıl daha başaramayacağının öngörülmesi), yakın gelecekte robotların hangi gazetecileri işsiz bırakacağını da gösteriyor aslında.
Satranç bilgi temelli bir hesap yarışı olduğu için artık beynimiz bu oyunda bilgisayarların işlem gücüyle rekabet edemiyor. Oysa "en mükemmel bilgi oyunu" diye anılan Go, çok daha derin bir bağlam ve anlam düzlemi sunduğundan, yapay zeka orada hâlâ insana yetişemiyor. Mealen ne diyordu Nicholai Hel: "Go ile satrancı karşılaştırmak, felsefeyle muhasebeyi karşılaştırmak gibidir."
Bunun gazetecilikle ne ilgisi var, anlatayım:
ABD merkezli uluslararası haber ajansı Associated Press ağustosta, şirketlerin ekonomik verilerine dair haberleri artık "robotların" yazmasını planladığını açıkladı. Ama gazetecilerin, "İşsiz kalacağız" diye robotlara sabotaj düzenlemek yerine, aslında onlara teşekkür etmesi gerekir. Çünkü bu tür uygulamaların medyada yaygın kullanımı sayesinde medya çalışanları "kuru bilgi aktarımını" bırakıp "gazeteciliğe" daha çok vakit ayırabilecek.
Örneğin Kandilli'nin veri tabanına bağlı çalışan basit bir yazılım sayesinde, depremden saniyeler sonra ve hatta ilk sarsıntı devam ederken bunu bir "flaş haber" olarak gazetenin manşetine girmek bugünkü teknolojiyle bile mümkün. Artık gazetecinin görevi bu yüzden "veriyi olduğu gibi sunma" boyutunu aşıyor.
Hızlı ve doğru bilgi aktarımını; yazılımlara, algoritmalara ve veri tabanlarına bırakırken (tıpkı satranç gibi); artık insanın kıvrak zekasını gazetecilik için soruşturmaya, anlamlandırmaya, açıklamaya, derlemeye, hikaye etmeye, hatırlatmaya ve bağlamına yerleştirmeye (tıpkı Go gibi) yönlendiriyoruz.
Sonuç: Gazeteci, öncelikle, kısa sürede işlevini yitirmeyecek katma değerli beceriler de geliştirmeli ve mesleki formasyonunu bu kanallara yöneltmeli.
2)
Bugün gazeteciler bir yandan bilgisayarlarla yarışırken, bir yandan da bilgisayarları daha etkin kullanmak için birbirleriyle rekabet halindeler...
Artık bütün medya kuruluşları yenilikçi olmak ve sürekli "icat çıkarmak" zorunda. Bu yüzden, "gazetecilik ar-ge'si" temelli birimler medya kuruluşlarında giderek önem kazanıyor. Örneğin New York Times'ın "Labs" adı verdiğine birimi, büyük şirketlerin hangi yöntemleri kullanarak dinamik bir start-up gibi davranabileceğini gösteriyor. Geçen yıl açıkladıkları veri görselleştirme uygulaması Kepler, bu birimin ortaya çıkardığı faydalı ürünlere bir örnek.
Gazeteler artık kendi bünyelerinde gelişmemekle birlikte, içeriklerine katma değer sağlayan teknolojilere de hızla adapte oluyorlar. Yine New York Times'dan bir örnek vermek gerekirse, her tür habere, veritabanlarını kullanarak yerelleştirilmiş bilgi parçacıkları ekleyebilen ve MIT'de geliştirilen Datacle'ı hatırlayabiliriz.
Örneğin bu uygulamayı kullanan şu linkteki NYT haberinde, ABD Temsilciler Meclisi'nden geçen bir yasa anlatılıyor. Bu habere ABD'nin hangi eyaletinden girerseniz, o eyaletin Temsilciler Meclisi üyesinin yasa tasarısına ne yönde oy verdiğini haberin içinde "doğal" bir paragraf olarak görebiliyorsunuz. İlgili paragraf, yazılım tarafından otomatik olarak habere ekleniyor.
Sonuç: Yeni teknolojilerin "aksatıcı" (disruptive) taraflarından şikayet etmek yerine, onları avantaja çevirmek gerekiyor. Endişeye mahal yok, çünkü her şey eninde sonunda dengeleniyor. Örneğin mobil teknolojiler insanların giderek daha kısa içerikler tüketmesine zemin hazırlıyorsa, bir başka yenilik, -örneğin Spritz- hızlı okumaya yardımcı olarak içeriklerin tekrar uzamasını sağlayabiliyor.
3)
Yeni Medya'nın yükselişiyle "bilgi tekelini" kaybeden gazetecilerin bir "eşik bekçisi" olmaktan çıktıklarına şüphe yok; fakat aynı dinamikler uzun vadede aslında onların yeniden değerlenmesini sağlayacak.
Çünkü "haberlerin" öz kaynağından kitleye dolaysız ulaştırılmasının, yani artık "filtrelenmemesinin" son 10 yılda yarattığı heyecan, bugün sosyal medyada kakofoni ve dezenformasyonun baskın çıkmaya başlamasıyla kayboldu. ABD'de 2011'de yapılan bir araştırmaya göre insanlar her gün, 1986'ya kıyasla beş kat daha fazla bilgiye maruz kalıyor. Tatil günlerinde bile zihnimizde günde ortalama 100 bin sözcük işliyoruz. İnsanlar bu kakofonide, gazetecilik yöntemlerini ve basın ilkelerini uygulayan bir mekanizmanın kamu yararı açısından gerekliliğini anlamaya başlıyor. İyi editörlerin değeri her zamankinden daha iyi anlaşılıyor.
Sonuçta gazeteciler artık "kötülük yapma potansiyeli" de olan bir eşik bekçisi değil, toplumun yeni dinamikleri açısından son derece gerekli bir filtre işlevi görüyor. Bu filtre sadece zararlı veya gereksiz verileri dışarıda bırakmıyor, aynı zamanda yararlı ve gerekli bilgileri düzene koyup daha kolay tüketibilecek şekilde sunuyor.
Bu ortamda "yurttaş gazeteciliği" diye bir şeyin aslında hiçbir zaman var olmadığı da farkediliyor. Veri paylaşımının (örneğin bir olay yerinden fotoğraf gönderiminin), gazetecilik yöntemlerinden (örneğin o fotoğrafın sahiciliğini doğrulama) farkını artık herkes görüyor. Fırtınada, pusulasını (yani ilkelerini ve yöntemlerini) kaybetmeyen gazeteler ve gazeteciler düşmüyor, yükseliyor.
Sonuç: Sadece icat çıkaranlar, ama bunu yaparken gazetecilik ilkelerine ve yöntemlerine bağlı kalanlar var olmayı sürdürecek.
4)
Son 10 yılda gazete tirajlarının ve reklam gelirlerinin hızla düşmesi, okur tabanlarının yaşlanması, genç gazeteciler için moral bozucu görülebilir. Fakat aynı dönemde haber sunan platformların sayısının tarihte hiç olmadığı kadar yüksek olduğu unutulmamalı.
Bezos'dan Omidyar'a yeni ekonominin liderleri gazeteciliğe büyük yatırımlar yapıyor. Huffington Post, Vox, Buzzfeed ve Business Insider gibi çok farklı dijital denemeler özel yatırımcıları çekebiliyor. Henüz ideal gelir modelleri netleşmediğinden, herkes denemeler yapmayı ve tüm yolları açık tutmayı sürdürüyor.
Güvenilir bir sığınak olarak kalan medya kuruluşları dijitalde de başarılı oluyor, Almanya ve Japonya gibi ülkelerde kağıt gazeteler bile gücünü koruyor, tüm dünyada kitap ve dergi satışları düşmeyip yükseliyor.
Sonuç: Matbaa, parşömeni öldürmüştü; ama "kitap" yok olmak bir yana kitleselleşmiş ve -birçok başarısız girişimin ardından bir iş modeli oturtunca- endüstrileşmişti. Bugün de benzer bir süreç yaşanıyor.
5)
2011-2013 döneminde New York Times'ın tık sayısı istikrarlı seyrederken, ana sayfa trafiği yüzde 50 azaldı. Bunun nedeni, artan sayıda okurun siteye artık "ön kapıdan" değil, "arka kapılardan," yani Facebook ve Twitter başta olmak üzere sosyal medya kanalları üzerinden girmesiydi.
Bu durumda gazetelerin, sosyal medyayı daha etkin bir şekilde kullanması ve tüm gazetecilerin onun dinamiklerine hakim olması, telaffuz edilmesi bile gereksiz bir olmazsa olmaz haline geliyor. Bir yandan da gazetelerin, ana sayfayı yeniden keşfetmesi ve daha çekici hale getirmesi ihtiyacı doğuyor.
Sonuç: Geleneksel medyanın kullandığı "nüfuzun" Yeni Medya ile birlikte "ilişkiye," tek taraflı mesajların "diyaloğa," kitlelerin "katılımcıya" dönüştüğü bir ortamda, ana sayfa standardizasyonunun da kişiseleştirilebilir ve topluluklaştırılabilir arayüzlere dönüştürülmesi şart hale geliyor.
6)
Sosyal medyanın "ciddi" olanı öldürdüğü, ancak "hafif" içeriklerin "viral" olduğu bir ortamda, "gerçek gazetecilik" de son nefesini mi verecek? Hayır, sadece "hafif" ve "ciddi" yan yana yaşamayı öğreniyor, o kadar...
Çünkü medya kuruluşları büyüdükçe, "genel ilgiye" hitap eden içerikleri, yani her tür haberi sunma zorunlulukları artıyor. Artık neredeyse sonsuz sayıda 'sayfa'ya sahip olduklarından, herkese hitap eden içerikleri üretmeleri için tek sınırlamaları, kadrolarının niceliği ve niteliği...
Büyük medya şirketlerinin, kısa vadede daha karlı olan "hafif" içerikleri, kamu yararına gazeteciliği finanse eden bir araç olarak görmesi gerekiyor --ki bunu artık tüm başarılı kuruluşlar yapıyor.
Değişim iki yönlü gerçekleşiyor. Bir yandan Washington Post ve Politico gibi ciddi gazeteler birkaç yıl önce burun kıvırdıkları "hafif" haberlere de sitelerinde artık yer veriyorlar. Öte yandan BuzzFeed gibi viral eğlencelikler üretmek üzere kurulmuş bir magazin sitesi ve bir teknoloji sitesi olarak işe başlayan Mashable, takipçi sayısı ve ilgisinde "kritik kitleyi" aşınca "ciddi" haberlere ve kaliteli içeriklere yöneliyor.
"Native advertising" (Yerli reklam) ve "Brand newsroom" (Marka yazıişleri) gibi ticari kavramlar, gazeteciliğin finansmanı için ön plana çıkarılıyor. Bu arada kamu yararına gazetecilik açısından daha da ideal bir model doğuyor: İyi gazetecilik yapan ve gelirlerinin büyük bölümünü reklamdan değil okurdan (uzun süreli abonelikler, mikro ödemeler vs.) sağlayan medya kuruluşları...
Sonuç: Hayatın her alanına dokunan büyük medya kuruluşları, kolayca kitleselleşen hafif içeriklerini, kamu yararına hizmet eden ciddi haberlerini finanse etmek için kullanırken, gazeteciliğin geleceğinde oluşacak dengeyi okurun hangi haber için ne kadar para ödemek istediği belirleyecek.
7)
İnce Memed'i 1955 baskısından okusanız da, e-kitabını alıp e-mürekkep okuyucunuzdan inceleseniz de, tabletinizin veya masaüstü PC'iniz ekranından satırlarına dalsanız da, Yaşar Kemal şaheserinin içeriği aynı kalır. Benzer şekilde, geleneksel medyayı 10 yıl önce Google'ın dönüştürmesi gibi, bugün Facebook ve Twitter dönüştürüyor; yarın ise bunların yerine başka kanallar gelecek. Hatta büsbütün mecralar da değişecek.
Ömrü çok kısa olan klavye-mouse kuşağının bir üyesi olsam da, gelecek nesillerin, her tür medyayı tüm duyuları kuşatan "immersion" ortamlarında tüketeceğini görebiliyorum. Oculus Rift gibi kitlesel tüketime ulaşması çok muhtemel sanal gerçeklik araçlarının yanısıra, her tür yüzeyin (örneğin bir pencere veya bir bilardo masası) etkileşimli ekranlar olarak kullanılabilmesinden, taşınabilir ekranların bükülebilir ve şeffaf hale gelmesiyle yaşanacak değişimlerden bahsediyorum.
Ve giyilebilir teknolojik gereçler bir yana, internetin insanı "anlamasını" ve makinelerin birbiriyle "konuşmasını" sağlayacak semantik ağ uygulamaları asıl büyük devrimi yaratacak. Ama dağıtım kanalları değişse de, içerikler kalacak.
Sonuç: Değişim rüzgarıyla bugünün kanallarında sörf yapan gazetecilerin, yarının mecralarını da düşünerek uçup gitmeyecek, kaliteli içerikler üretmeye odaklanmaları gerekiyor. 'Uzun Kuyruk Teorisi'nin haber içeriklerinde de geçerli olduğunu kavramak şart.
8)
Üç boyutlu yazıcıların ve otonom (kendi kendisine karar alabilen) robotların yaygınlaşmasıyla üretim süreçlerinin dönüşmesi ve yeni işçi tiplerinin ortaya çıkması nasıl kaçınılmazsa, yeni medya teknolojileri de zorunlu olarak yeni gazeteci tipleri yaratıyor.
Yeni gazeteci tiplerine örnek gösterilebilecek multimedya muhabirler, drone (İHA) gazetecileri, haber yazılımcıları ve hangi içeriğin, hangi kanalda, ne zaman ve nasıl yayınlanacağını belirleyen içerik küratörleri (benim sevdiğim bir başka tâbirle "haber DJ'leri"); aslında muhabirlerin, editörlerin, programcıların ve görsel tasarımcıların melezleştiği bambaşka bir medya dünyası yaratıyor. Ön yüz geliştiriciler (front-end developer) ve veri analistleri, yazı işlerinin bir parçası oldu bile...
Bu dünyada elbette okuyucu da değişiyor. Bankacılıktan seyahata her alanda oyunsallaştırma uygulamalarına alışan "okuyucular," medya sitelerinde "oku-oyuncu" haline geliyor. Haberlere geribildirimde bulundukça, türünün dünyadaki ilk başarılı örneği olan Hürriyet Sosyal'de de görüldüğü gibi, artık "okur-yazar" oluyorlar.
Sonuç: 10 yıl önce tüm üniversiteler her öğrenciyi "uzmanlaşmaya" teşvik ederdi. Bugünün medyasında uzmanlaşma, sadece özgül içerik üreticileri (mesela köşe yazarları ve uzman muhabirler) için geçer akçe. Öteki gazetecilerin neredeyse hepsinin, bilhassa editörlerin, çok sayıda konuda uzmanlaşması, yani aslında hemen hiçbir konuda uzman olmaması gerekiyor.
9)
Bugün bir gazetecinin hem güncel içerikleri, hem de güncel teknolojileri sürekli takip etmesi, her iki alanda da denemekten ve yanılmaktan kaçınmaması şart.
İki alanda da okurun geribildirim olanaklarının artması, gazetecinin yanlış ve eksiklerini görüp düzeltebildiği, bu sayede hakikatin daha berrak bir biçimde yarına miras bırakıldığı bir düzen doğuyor. Kimileri buna "süreç gazeteciliği" diyor.
Güncel içeriği takip etmek sosyal medya sayesinde kolay. Birkaç örnek vermek gerekirse ben, 1000'in üstünde haber kaynağını topladığım bir Twitter listesi ile tüm dünyadan 500'den fazla medya kuruluşunun bulunduğu RSS listemi (RSS okuyucu tercihim Feedly) temel araçlar olarak kullanıyorum.
Ancak sadece bilgisayar başında değil, hayatın her alanında takip halinde olmak gerekiyor. Mesela ben artık evde televizyonu açtığımda önce YouTube'da o günün en çok izlenen ve en çok tartışılan 10 videosuna bakıyorum (Haberler hariç, "paket" TV yayınlarında uzun süredir neredeyse hiçbir şey izlemiyorum).
Web aramalarımı Duckduckgo ve Wolfram Alpha'dan, Twitter aramalarımı Topsy'den yapıyorum. Visual.ly, Piktochart ve Infogr.am gibi sitelerin yanısıra, bu konuya odaklanmış Information is Beautiful gibi bir dizi blogdan infografikleri takip ediyorum. Veri gazeteciliğinin en güzel örneklerini ıskalamamaya çalışıyorum.
Google Chrome uzantısı olarak After The Deadline, Mention, WriteBox, Nimbus Screenshot, Instapaper ve OneTab epey işimi görüyor.
Nuzzel, News.me, Tame.it, Vellum ve Yatterbox gibi uygulamalar da ilgimi çekebilecek bilgiye daha hızlı ulaşmamı sağlıyor. Ancak sosyal medya listelerinizi kullanıp arkadaşlarınızın paylaştıklarına bakarak size içerik öneren bu gibi araçlar konusunda herkes dikkatli olmalı. Çünkü bir süre sonra kendinizi, sadece arkadaş çevrenizin ilgi alanlarına hapsolmuş bulabilirsiniz. O yüzden zaman zaman internette özgürce sörf yapmaktan, ayrıca mesela "Stumble Upon'lamaktan" ve özellikle de internete taşınmayan basılı yayınları takip etmekten vazgeçmemeli.
Güncel gazetecilik teknolojilerini ve Yeni Medya'daki diğer gelişmeleri takip etmek için teknoloji sitelerinin yanısıra, elbette Poynter'ı, The Guardian'daki Developer Blog'u, Harvard Kennedy School'un Journalist's Resource sitesini, Northwestern University'nin Knight Lab'ini, Newseum'u, MIT'nin Media Lab'ini ve Journaliststoolbox.org ile Journalism.co.uk adreslerini öneririm. Bu alanda geri kalmamak için İngilizce literatürü takip etmek şart, fakat Türkiye'den de örneğin Serdar Kuzuloğlu'nun blogu gibi izlenesi kaynaklar var.
Üretkenlik uygulamalarında en çok işime yarayanlara bakılırsa ilk aklıma gelenler Evernote, IFTTT, Tweetdeck ve Buffer...
Ve her gazetecinin artık az da olsa bilgisayar dillerini "konuşabilmesi," bir miktar kodlama bilmesi gerekiyor. Bunun için Codecademy'i ve Coursera'daki ilgili çevrimiçi dersleri tavsiye ederim.
Sonuç: Süreç gazeteciliği, biraz da, bitmeyen bir öğrenme sürecidir.
10)
İnternet, 2000'lerin başında müzik endüstrisini yerlebir etti; çünkü bu endüstri, yeni teknolojilerin körüklediği taleple uyuşmayan "paketler" satıyordu. Bu paketlere "albüm" deniliyordu, oysa insanlar artık birilerinin belirlediği bu paketi değil, kendi seçtikleri şarkıları tek tek satın almak istiyordu --ve teknoloji de buna uygun hale gelmişti. Müzik endüstrisi sonunda bunu farkedip kendisini değişime uyarlayarak tek tek şarkı satmayı kabul ettiğinde (mesela Spotify'a verilen ödünler), yeniden doğuşunu başlattı. Kapalı bir paketi açmak, sorunu çözdü. (Geçenlerde Taylor Swift bu konuda başlattığı tartışmayla bence Don Kişotluğa soyunuyor.)
Kitap yayıncıları, endişelerinin aksine, son 10 yılda internetten yıkıcı bir zarar görmediler. Geçen ay The Economist'te yayınlanan bir makalede anlatıldığı gibi, artık gelecek on yıllara güvenle bakıyorlar. Çünkü öncelikle kağıt bir kitap, elektronik bir cihaza kıyasla aslında "rekabet gücü yüksek bir teknoloji." Şu hoş klipte de anlatıldığı gibi; bozulmaz, şarjı bitmez, kolay taşınır. Üstelik e-kitabın, rafta duran kitaba kıyasla yarattığı bir antipati mevcut birçok insanda... Hele Türkiye gibi e-kitap fiyatlarının özel bir çabayla yüksek tutulduğu ülkelerde, kitabın modası belki de sonsuza dek sürecek.
Bu nedenle gazetelerin, müzik ve kitap endüstrisinin deneyimlerinden çıkarması gereken önemli dersler var: İlk aşamada, keyfi düzenlenmiş tüm paketlerin açılması, okurun kendi seçtiği içerikleri tek tek satın alabilmesine imkan tanınması (ve elbette satın almaya değecek içerikler üretilmesi) gerekiyor. Bunun için fikri mülkiyet haklarını koruyacak bir hukuki altyapının Türkiye'de de tesis edilmesi bir ön şart. Yani her anlamda "açık" olanın kapatılması lazım.
"Açığı kapatmak" benzetmesi, daha önce düşünülmeyen veya teknik olarak mümkün olmayan içerik paketlerinin tasarlanması konusunda da kullanılabilir. Yarısı en ucuzundan magazin, yarısı en ciddisinden günlük siyaset olan bir kağıt gazete, bugünün şartlarına uymayan bir israf ürünüdür. Ama aynı gazete, bu konulardan herhangi biri veya birkaçı hakkında, bir dergi gibi bilinçli planlanmış bir paket oluşturduğunda, modası geçmiş bir albümden, kolay eskimeyen bir kitaba dönüştürülebilir. (Bir not: Kendi belirledikleri "paket" yayınları sunan televizyonlar, internet etkisine uyum sağlayamazlarsa yakında gazetelerden daha büyük sorunlar yaşayabilirler.)
Ve 15 yılı aşkın bir süredir insanların haberi değil, haberin insanları bulduğu bir "push journalism" çağındayız. Bildirimler gibi araçlarla dijitalde belirli bir içeriği ilgilisine (ve sadece ilgilisine) ulaştırma imkanları artarken, kağıt yayınlar giderek daha özgül (bu mutlaka küçük demek değil) kitlelere hitap etmek zorunda kalıyor.
Sonuç: Onca zahmetle içerik üretip arz ederken, onun hangi mecrada, hangi kanalla ve ne şekilde talep edildiğini unutmamalıyız.
Üç tavsiyeyle bitireyim bu uzun yazıyı:
i) Hislere hitap eden, özellikle öfke uyandıran içeriklerin çok paylaşıldığını, "engagement" yarattığını ve bugünün internet medyasında olumsuz haberlerin olumlu haberlerden 17 kat fazla olduğunu bilin; ama gazeteciliğin özünde aklın bulunduğunu ve hep barış dilini konuşarak kamu yararı sağlamayı amaçlaması gerektiğini unutmayın...
ii) Mesela önemli siyasi konuşmaların tam metinlerinin de aynen yayınlanmasının bir katma değer sağlayabileceğini bilin; fakat 'demeç gazeteciliği" ile sınırlı kalmanın aslında gazetecilik olmadığını, okurun önce "haber" görmek, önemli noktaları bir çırpıda anlamak ve bağlamında değerlendirmek istediğini unutmayın.
iii) İnfografik gibi görsellerin ve kısa videoların günümüz medyasında başarı için olmazsa olmaz hale geldiğini bilin; ama gazeteciliğin -ve binlerce yıldır iletişimin- özünde sözcüklerin bulunduğunu ve ister kağıtta, ister ekranda olsun, asıl sihri onların yarattığını unutmayın.
Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bana Hürriyet Sosyal'den ulaşabilirsiniz. Diğer sosyal ağ hesaplarım için: www.emrekizilkaya.com
Paylaş