Paylaş
Aslında İran'ın nükleer programı, Şah döneminde ABD sayesinde başlamıştı*:
Şah'ın devrildiği 1978 İran İslam Devrimi'nden bu yana Tahran'ın nükleer programı İsrail'in ve Batı'nın derdi haline geldi. Sonuçta bu program başarıya ulaşırsa Tahran yönetimi kendi halkına ucuz elektrik sağlayabilirdi, evet, ama aynı zamanda atom bombası yapma imkanı da olacaktı:
Yıllar içinde iki taraf da gerilimi sürekli yükseltti. Sonunda Barack Obama, Ocak 2009'da ABD Başkanı olarak ilk konuşmasında, ülkesinin uluslararası imajını düzeltme planı çerçevesinde -ismini vermese bile- İran'a da açılım sinyali gönderdi (Konuşmanın tam metni). Ve sorunun barış içinde çözülmesi ihtimali arttı...
Ancak bundan 6 ay sonra radikal görüşleriyle tanınan Mahmud Ahmedinejad, hile iddiaları arasında ikinci kez cumhurbaşkanı seçildi. Reformcu İranlıların 'Yeşil Devrim'i kanla bastırıldı. Ölen Nida Ağasultan, sembol haline geldi.
2009-2013 arasında, ABD'nin birkaç ürkek girişimi dışında İran ile masaya oturmak söz konusu olmadı. İran'da üstüste tutuklanan ABD vatandaşları, askeri tatbikatlar güveni iyice ertti.
Mayıs 2010'da Türkiye ve Brezilya, İran'ı uranyum zenginleştirmeyi yurtdışında yapmaya ve araştırma reaktörleri için sınırlı miktarda yakıt almaya ikna etti, ama Batı buna karşı çıktı.
Ankara, Ahmedinejad'a güvenen ender başkentlerden biriydi ve hatta onun seçim zaferini ilk kutlayan olmuştu. Nükleer takas anlaşması gerçekleşse, İran'ın uranyumu İstanbul Küçükçekmece'deki Nükleer Araştırma Merkezi'nde saklanacaktı.
İran 2011 yazında uranyum zenginleştirmek için yeni santrifüj makineleri kurdu. Ayaklanan Batı, çok ağır uluslararası yaptırımlar getirdi.
Bu arada suikasta kurban giden İranlı nükleer bilimcilerin sayısı giderek artıyordu.
İsrail istihbaratı Mossad'ı suçlayan İran, ajanlıktan hüküm giyen bir kişiyi idam etti.
Batı'nın İran'a yönelik yaptırımları giderek ağırlaştırılırken, Tahran yönetimi yeni tesisler açmayı sürdürdü. Savaş olmayacaksa, müzakereler kaçınılmaz hale geliyordu. Böylece iki taraf da, bu müzakereler öncesinde olabildiğince koz edinmeye çalıştı.
Netanyahu 2012'deki BM konuşması sırasında İran'ın elde etmeye çok yakın olduğunu savunduğu bombayı gösterdi.
Fakat 2008'den beri süren ekonomik durgunluk, Batı'yı yormuştu. Kimse savaşacak halde değildi. Yaptırımlar İran ekonomisini de, özellikle yoksul halkı ve orta sınıfı ezmişti. Batı'nın yanısıra İranlı seçkinler de geri adım atmaya hazırdı.
Sonunda Ahmedinejad'ın görev süresi doldu. "Ilımlı" kanattan Hasan Ruhani İran Cumhurbaşkanı seçildi. Ve herkes aynı anda düğmeye bastı.
İran'ın nükleer programını kısmen durdurmasına karşılık uluslararası yaptırımların kısmen kaldırılmasını öngören Cenevre anlaşması, Ruhani'nin görevdeki 99'uncu gününde sağlandı. Cenevre'de dün tüm yüzler gülüyordu:
Fakat bu yalnızca bir ön anlaşma. Türkiye'yi de etkileyen bu küreselleşmiş soruna barışçı çözüm bulunması temennimiz. Ama
kapsamlı ve nihai çözümün önünde iki büyük engel var.
Birincisi, "İsrail'in Ahmedinejad'ı" denen Netanyahu'nun yerine ne zaman ılımlı bir isim geçeceği sorusu.
İkincisi ise "Acaba Ruhani, ilk 100 gününde sergilediği uzlaşmacı imajı hep koruyacak mı, yoksa o da İran ekonomisi biraz düzelince Ahmedinejadlaşır mı" sorusu.
Öyle ya, Ruhani de "Uranyum zenginleştirme hakkı kırmızı çizgimizdir" diyen bir isim...
Önümüzdeki altı ay bu açıdan çok kritik...
- Hürriyet Gazetesi Dış Haberler Şefi Emre KIZILKAYA’nın iletişim bilgileri ve bloguna www.emrekizilkaya.com adresinden ulaşılabilir. Ayrıca: http://www.twitter.com/ekizilkaya
*: Bu yazıya sadece kısa videoları dahil ettim. "Zenginleştirilmiş uranyum nedir? Batı neden İran'ın uranyum zenginleştirmesine karşı" gibi soruların yanıtlarını, Mithat Bereket'in CNN-Türk için hazırladığı 25 dakikalık şu belgeselde bulabilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=9Nw6Gm207U8#t=107
Paylaş