Paylaş
Cumhurbaşkanı Erdoğan dün şöyle dedi:
"İddia ile konuşuyorum. Ne Avrupa’sında ne diğer ülkelerinde, Türkiye’deki basın kadar özgür bir medya yoktur. Bunların hepsini gördük. Sıkıysa siz oralarda kalkın, aynen bizde olduğu gibi cumhurbaşkanına, başbakana saldırın. Saldıramazsın. Almanya'da yapın aynı şeyi, yapamazsınız. Fransa'da yapın, yapamazsınız. Oranlar itibariyle bizdeki gibi diyorum. ABD'de, Rusya'da yapamazsınız."
Bir Türk gazetecinin attığı bir tweet yüzünden gözaltına alınmasından günler sonra ve bir yabancı gazetecinin aynı nedenden gözaltına alınmasından saatler önce sarf edilen bu sözlerdeki gerçek payı nedir?
* * *
Rusya konusunda gerçekten Erdoğan'a hak verilebilir. Ana akım Rus medyasında sert bir Putin eleştirisine rastlamak imkansız gibi bir şey. Zira bu ülkedeki vahim basın özgürlüğü ihlallerini tüm dünya biliyor.
Buna rağmen Putin'in, canlı yayınlanan basın toplantılarında yabancı medya dahil tüm gazetecilerden soru aldığını, zaman zaman son derece sivri ifadelere muhatap olma cesaretini gösterdiğini de hatırlatmak gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı karşılaştırmanın asıl sorunlu tarafı ise ifade özgürlüğü konusunda daha yüksek standartlara sahip olan ABD ve Avrupa'daki durum.
Bu ülke medyalarında "aynen bizde olduğu gibi" değil, bizden çok daha sert şekilde devlet başkanı, başbakanı eleştirilebiliyor.
Hatta devlet başkanlarıyla, başbakanlarla açıkça alay edilmesine karşın bu ülkelerde medya mensupları ne hapsediliyor, ne de işlerinden oluyorlar.
Musa Kart'ın çizdikleri nedeniyle nasıl mahkeme mahkeme dolaştırıldığını ve New York Times'ın üç gün önce Erdoğan'ın "karikatürleri yeni iç tehdit olarak gördüğünü" iddia eden haberini de hatırlayarak, ABD ve Avrupa'dan bu konuda birkaç örnek vereyim.
* * *
Özellikle Fox News gibi Cumhuriyetçilere yakın medyada her gün ırkçılığa varan ifadelerle eleştirilen ABD Başkanı Barack Obama ile ilgili tek bir karikatürü hatırlamak yeterli.
Obama 2008'de senatör olarak seçim kampanyası yürütürken, New Yorker dergisi onu Taliban kılığında, eşini sırtında silahla, Bin Ladin portreli Oval Ofis'te Amerikan bayrağı yakarken gösteren bir karikatürü kapak yapmıştı.
Kritik seçim döneminde İslamofobi tartışmasını körükleyen bu tartışmalı karikatüre rağmen Obama ne dergiye dava açtı, ne karikatüristi gözaltına aldırdı, ne de başkan seçilince "medyaya rağmen iktidar olduk" dedi.
Sadece Obama'nın seçim kampanyası ekibi, "Karikatürü zevksiz bulduk" diye kısa bir açıklama yaptı, o kadar...
* * *
İngiltere'ye dönelim...
Başbakan David Cameron Twitter'da sürekli hakarete maruz kalır. Hatta Buzzfeed, bunları geçen yıl derlemişti. Sinkaflı küfürlerden, epey yaratıcı hakaretlere uzanan onca tweet'e karşın İngiltere'de ne Twitter yasaklandı, ne de tek bir Twitter kullanıcısı gözaltına alındı.
En sevdiğim İngiliz karikatürist olan The Guardian'dan Steve Bell ise Cameron'ı hep kafasına prezervatif geçirilmiş halde çizer. Zaman zaman daha ağır benzetmeler yaptığı, Cameron'ı "Obama'nın köpeği" ve hatta vibratör olarak resmettiği de olmuştur.
İşte bugüne dek tek bir hakaret davasıyla bile karşılaşmayan Bell'den, bir yılbaşı karikatürü:
Cameron: "Kozalak acil yardım hattı mı? Bir sorunum var."
Fransız medyası daha seçilir seçilmez Hollande'ı öyle sert eleştirmeye başladı ki, kendisi Fransa tarihinin kamuoyu desteği en hızlı dibe vuran Cumhurbaşkanı oluverdi.
Fransız karikatüristler ise Hollande'ı kafasında kadın iç çamaşırıyla, metresiyle cinsel ilişki halinde ve tımarhanede bile çizdiler; ama mesela La Canard Enchaine'a henüz bir hakaret davası açılmadı...
Papa'dan motosikletli Hollande ve metreslerine: "Ben kimim ki sizi yargılayacağım?"
Mizah konusunda İngiltere'den çok daha tutucu olan Almanya'da bile Başbakan Merkel şu şekilde çizilebiliyor...
Merkel, arkasında koalisyon ortaklarının olduğunu düşünse de, hükümet zaptıyla kendisine biçilen elbise pek de istediği gibi değildir.
Aslında bir zamanlar biz de böyleydik...
Mizah dergileri altın çağını Turgut Özal döneminde yaşamıştı.
Süleyman Demirel, bugünkünden çok daha sert karikatürlere dava açmamıştı.
Bülent Ecevit'in siyasi hayatında ise ifade özgürlüğüne karşı tek bir eylem veya söylem bulamazsınız.
Peki, ne oldu da böyle oldu?
Aslında tüm siyasetçiler "tek adam" olmak ister.
Hatta Özal da bir dönem bunu denemişti. Fakat başaramadığı için, eleştirel görüşler ana akımda varlıklarını sürdürebildiler ve böylece AKP'nin iktidara geldiği 2000'lere kadar sistemdeki çok seslilik devam etti.
Ancak 2000'lerde siyasi gücün hızla temerküz etmesi; eleştirel seslerin, iktidar figürlerinin bulunduğu platformdan dışarı itilmesine; alternatif kanallara ve yeraltına mahkum edilip marjinalize edilmesine neden oldu.
Bu yüzden bugün "iddia ile konuşanların" haklı ve haksız olmasından daha önemlisi, aynı platformda "karşıt iddia ile konuşanlara" tahammül edilmeyen tek sesli bir sisteme dönüştürülüyor olmamızdır.
Oysa, "Ne Avrupa’sında ne diğer ülkelerinde, Türkiye’deki basın kadar özgür bir medya yoktur," denilen platformda...
"Hayır, Sayın Cumhurbaşkanı, öyle değil, böyle," diye bir karşıt görüşün de duyulabildiği bir sistemdir, demokrasi...
Paylaş