Paylaş
İstanbul'da bir vapurda gazete okuyan çocuk...
Türkiye'nin ve Hürriyet'in tarihine dair çok şey söyleyen bu harika fotoğrafı ilk gördüğüm anda merak etmiştim: Bu çocuk kimdi, ne okuyordu, fotoğrafı kim çekmişti?
Son sorunun cevabını bulmak kolay oldu: 20. yüzyılın en büyük fotoğrafçılarından biri olan İsviçreli Rene Burri.
Che Guevara ve Pablo Picasso gibi tarihi kişiliklerin hafızalara kazınan görüntüleriyle tanınan Magnum fotoğrafçısı Burri, savaşta ve barışta, dünyanın dört bir yanında 'an'ları ölümsüzleştirmişti.
Bu an da onun 1957'deki İstanbul seyahatinden kalan bir yadigar.
Peki çocuk ne okuyordu? Bunu bulmak için fotoğrafı daha dikkatli inceledim.
Ne çok sıkı ne de çok ince giyinmesi, mevsimin ilkbaharın başı veya sonbaharın sonu olabileceğini düşündürüyordu.
Ama asıl ipucu elindeki Hürriyet Gazetesi'ndeydi.
Arka sayfadaki çizgi dizinin belli belirsiz desenlerine dikkat kesildim.
Sayfanın soldan sağa tamamen çizgi diziyle kaplı olması, o dönemin Hürriyet'ini bilen birine çok şey söylüyordu: Böyle bir mizanpaj o günlerde sadece cumartesi ve pazar günleri kullanılır, hafta içi ise çizgi dizinin sağındaki bölüme beş sütun ilan girermiş.
Desenlere biraz daha dikkatli bakınca, o belli belirsiz mürekkep izleri ve kutuların boyutları, bunun pazarları yayınlanan "Fatoş" çizgi dizisine ait olduğunu kanıtlıyordu.
Fatoş, Amerikalı karikatürist Chic Young'ın klasikleşen eseri 'Blondie'nin Türkçe uyarlamasıydı. Bu çizgi dizi dünyada 2000'i aşkın gazetede, 35 dilde yayınlandı.
Böylece Hürriyet arşivine girerken inceleyeceğim günleri iyice daraltmış oldum: 1957'nin ilkbahar veya sonbaharında bir pazar. Ama hangisi?
* * *
Çocuk gazeteyi katlayarak tuttuğu için fotoğrafı ters çevirdim.
Pazar günü arka sayfalarını tek tek taradıktan sonra, çizgi dizinin birebir örtüştüğü o güne ulaştım: Bu, 24 Kasım 1957 tarihli Hürriyet'in altıncı ve son sayfasıydı.
Çizgi dizi sayfanın alt yarısındaydı, çocuk ise yukarıdaki spor bölümünü okuyordu.
Çocuğun gözlerinin o anda sayfanın üst kısmının ortalarında olduğu görülüyordu. Bu durumda muhtemelen Samim Yar imzalı şu haberi okuyordu: "Federasyon Kupasının dünkü iddialı maçlarında: Beşiktaş-Yeşildirek'i, K.Paşa da K.Gümrük'ü ayni farkla yendi: 1-0."
Aynı sayfada daha kenardaki haberlere göre "hususi karşılaşmalarda" Galatasaray Altay'ı 4-1 yenerken, Fenerbahçe "Lefter, Can ve Şükrü'den mahrum olarak gittiği Antalya'da" Hacettepe'ye 2-1 yenilmişti. Bir yandan Dünya Kupası eleme maçları sürüyor, bir yandan da basketbol milli takımımız Romanya ile karşılaşmaya hazırlanıyordu.
Hürriyet'in o gün birinci sayfasında ise manşet, Başbakan Menderes'in yeni bakanlar kurulu için yaptığı temaslardı. Altın fiyatlarındaki düşüş ve ucuzlayan ekmek gibi güzel haberler vardı ilk sayfada... Bir başka haber ABD'nin uzay yarışında Rusya'nın önüne geçmesini sağlayan hamleleri anlatıyordu.
Bugün yaşıyorsa herhalde 70'li yaşlarda olan o çocuk, sabah vapura binerken bir Hürriyet almıştı.
Hürriyet'i daha ilk yıllarından itibaren Türk medyasının lideri yapan özellikleri, henüz 9 yaşında genç bir gazete olduğu o günlerde ulaştığı çocuğun bu fotoğrafında görmek mümkün.
Hürriyet o çocukla birlikte milyonları yakalayacak çeşitlilikte zengin bir içeriği, tam zamanında ve çağının en yüksek teknolojisiyle onlara ulaştırmayı 70 yıldır başardı.
Kurtuluş Savaşı sırasında basın saflarında bir Kuvayı Milliye gönüllüsü gibi faaliyet gösteren Sedat Simavi'nin ilk sayının başyazısında kullandığı ifadeyle Hürriyet, "memlekette hakiki demokrasinin tahakkuku" için "yüzde yüz bir Türk gazetesi" olarak kurulmuştu.
1 Mayıs 1948'teki ilk sayısının birinci sayfasından itibaren tüm görüşleri halkın diliyle ve tarafsız bir şekilde yansıtmaya gayret etti. Halkın haber hakkının gereğini yaptı.
70 yıl boyunca onlarca hatası oldu; ama bu hatalarla yüzleşmekte, kendisini denetlemekte ve gerektiğinde kamuoyundan özür dilemekte Türkiye'de birçok kurum ve kuruluşa göre daha iyi bir sınav verdi.
Fotoğrafı çeken Burri 2014 yılında, 81 yaşında hayata gözlerini yumdu.
2007'de onun İstanbul Modern'de verdiği bir semineri izlemiştim.
Burri, dijital fotoğrafların kolayca manipule edildiğini vurgulayarak şöyle demişti: "En önemlisi insanların size güvenmesidir. Bunu ancak gerçeği olduğu gibi aktararak, ona hiçbir müdahalede bulunmadan yapabilirsiniz."
Hürriyet'in 70 yıldır okuruyla kurduğu bağın temelinde, gazetecilik ilkeleri etrafında şekillenen bu güven duygusu var.
Hakikat sonrası çağ diye nitelenen günümüzde bu güven duygusu tüm dünyada demokratik toplumların ve medyanın en öncelikli meselesi haline geldi.
O yüzden bugün Hürriyet, Türkiye'de ve dünyada demokrasi için, 70 yıl öncesinde olduğu kadar ve hatta belki daha da fazla önemli.
* * *
Böylece soruların biri hariç hepsini yanıtlamış olduk.
Peki o çocuk kim?
Dedektif gibi bu soruların peşine düşmemin nedenini anlatayım.
Tüm kaynaklarımızı kullanarak her mecrada en etkin ve zengin gazeteciliği yapabilmemizi amaçlayan "360 derece yayıncılık" projesiyle ilgili birkaç ay önce Hürriyet'te yapılan bir toplantıda bu fotoğraftan bahsetmiştim.
Çünkü bu fotoğraf bence modern gazetecilik pratiklerinin, Türkiye'nin nabzını yüzü dünyaya dönük halde tutagelen Hürriyet'in DNA'sında olduğunu gösteriyordu: Doğru okura, doğru zamanda, onun ilgisini çeken ve ona fayda sağlayan en zengin içerikle ulaş.
Bu gazete 22 yaşındayken, yani 48 yıl önce burada çalışmaya başlamış Fikret Ercan (ki benim doğduğum yıl Hürriyet'in yazı işlerinde çekilen fotoğrafı basın tarihi kitaplarında bulunabilir) henüz görevden ayrılmamıştı.
Fotoğrafın hikayesini Hürriyet'in 70. yıl kitabı için yazmamı o istedi, ben de araştırıp yukarıda anlattığım detayları bulabildim, ama o çocuğun kimliğine ulaşamadım.
Milliyet'i 1979'da, Hürriyet'i 1994'te satın alan Aydın Doğan'ın geçen hafta medyaya veda etmesi içimi burarken, bu çocuğu da yeniden hatırladım; Aydın Bey ile yakın yaşlarda olmalılar.
Babamın 10 yılı aşkın bir süre renk ayrım şefi olarak çalıştığı Milliyet'e 1980'lerde çocukken gittiğimde Aydın Bey'i gazetecilerle beraber yemekhanede görürdüm.
Babamın matbaadaki işi bazen sabaha karşı biterdi. Yazı işlerindeki arkadaşlarıyla birlikte Bab-ı Ali yokuşunu iner, günün ilk ışıklarıyla Galata Köprüsü'nde balık tutardık.
2002'de stajyer olarak girdiğim Hürriyet'te 15 yıldır dış haberler editörlüğü, dış haberler şefliği, Hürriyet Daily News yayın koordinatörlüğü ve Hürriyet dijital içerik koordinatörlüğü gibi görevlerde bulundum, son 10 yıldır hürriyet.com.tr'de bu köşeyi yazdım.
Bu yıllar boyunca Aydın Bey'in, evrensel gazetecilik ilkelerini Türkiye'de yerleştirmek ve medyada ancak dünyanın en gelişmiş ülkelerinde görülen kurumsallığı sağlamak için en zor şartlarda bile harcadığı özverili çabalara tanıklık ettim.
Medya alanında dünyanın en saygın yüksek lisans programıyla eğitimini tamamlamış, gazeteciliğin her kademesinde tecrübe edinmiş kızı Vuslat Doğan Sabancı'nın, sadece çok iyi bir insan ve mükemmel bir yayıncı değil, aynı zamanda harika bir gazeteci olduğunu da gördüm ve birçok alanda yaptığı liderliği hayranlıkla izledim.
Hürriyet'i bu köklü tarihine sadık kalarak, gazeteciliğe yatırım yaparak ve okurlara güvenerek 24 yıl boyunca Hürriyet olarak tutan Aydın Bey'e ve Vuslat Hanım'a bu tarihi fotoğrafa bakarken hem bir Hürriyet çalışanı, hem de bir okur olarak teşekkür ediyor, onlara sağlık ve mutluluk diliyorum.
"Gazeteleri gazeteciler çıkarır" diyen Doğanlar, son tahlilde "muasır medeniyet" seviyesinde bir yayıncı ve Simaviler gibi sonuna kadar "yerli ve milli" bir gazetecilik ailesi olarak Hürriyet'i dünden yarına hakkıyla taşıdılar.
15 yıl boyunca Hürriyet'te çok şey öğrendiğim meslek büyüklerime bu vesileyle şükran ve saygılarımı, hep dostça bir ortamda sarf edilen yoğun bir emekle bu gazeteyi bugün tüm platformlarda açık ara lider yapan çalışma arkadaşlarıma minnet ve sevgilerimi sunuyor, başarılarının devam edeceğini biliyorum.
Tüm bunları tarih kayda geçirdi ve belki de Hürriyet okuyan o çocuğun isminin bir önemi yok --ki o fotoğraf bir "meçhul çocuk anıtı" gibi...
O meçhul çocuk ve bugünkü torunları ve gelecekteki torunlarının torunları, Hürriyet "Hürriyet" olarak kaldıkça, tüm kusurlarına rağmen Türkiye'de demokrasinin ve basın özgürlüğünün yaşayan anıtları olmaya devam edecekler.
Bu insanların her birini saygıyla selamlıyorum.
Paylaş