Dijital platformların, hakim oldukları alanlarda kendi çıkarları lehine manipülasyon yapması (AB'nin Google'a verdiği ceza) yahut üçüncü tarafların yaptığı manipülasyonu engellememesi ve hatta teşvik etmesi (Facebook'da yalan haberlerin yayılması sorunu) tartışılıyor.
Teknolojik tekelleşmeye ve oligopolleşmeye dair bundan daha eski ve en az bunlar kadar önemli olan bir diğer tartışma konusu olan "ağ tarafsızlığı" ise bir kez daha gündeme geldi.
Ağ tarafsızlığı, hizmet sağlayıcısı altyapı şirketlerinin tüm internet sitelerine eşit davranması anlamına geliyor.
Yani örneğin bir şirket, fiber optik kablo altyapısını tekelinde bulundursa bile, "Ben şu siteye daha az trafik göndereceğim" veya "O sitenin trafiği arttığı zaman müşterilerden ekstra ücret talep ederim" gibi ayrımcı uygulamalar yapamıyor.
Peki 2003'te sözlüklere giren "ağ tarafsızlığı" meselesi neden tekrar gündeme geldi?
Çünkü geçen hafta ABD Federal İletişim Komisyonu Başkanı Ajit Pai, eski başkan Barack Obama döneminde ağ tarafsızlığını kanunen garanti altına almak için yapılan yasal düzenlemelerin geri alınabileceği sinyalini verdi.
Obama, vatandaşların internet erişimini, yasal ifadesiyle "ortak taşıyıcı" diye sınıflandıran bir düzenleme yapmıştı.
Böylece ABD'de tıpkı elektrik, su ve doğalgaz kullanımında olduğu gibi, altyapı şirketleri de
Dünyanın en güçlü ve en ünlü emniyet genel müdürleri herhalde Amerikan Federal İstihbarat Dairesi (FBI) başkanlarıdır...
Hillary Clinton'ın e-posta skandalına açtığı soruşturma ve açıklamalarıyla Donald Trump'ın başkanlığı kazanmasında pay sahibi olan, ama Trump'ı da soruşturmaya kalkınca FBI Başkanlığından kovulan James Comey de böyle bir isimdi.
Comey'nin görevden alınışıyla ilgili binlerce haber yapıldı. Başkan Trump'ın Comey'i kovmasından bir süre önce çıkan bir başka haber ise gözden kaçtı.
Bu haber internetin doğası gereği kimsenin kolay kolay gizlenemediğini gösteriyordu. İşte 5 maddede o ilginç araştırma:
1) İlk ipucu: Konuşmasındaki birkaç kelime
James Corney, hala FBI Direktörü olarak görev yaptığı 29 Mart'ta katıldığı bir panelde Twitter'a yeni üye olduğunu, Instagram'da da 9 takipçisi bulunduğunu söyledi.
<blockquote class="twitter-tweet" data-lang="en"><p lang="en" dir="ltr">Fun fact: <a href="https://twitter.com/hashtag/FBI?src=hash">#FBI</a> director James <a href="https://twitter.com/hashtag/Comey?src=hash">#Comey</a> is on twitter & apparently on Instagram with nine followers. <a href="https://t.co/lDIFirzVeh">pic.twitter.com/lDIFirzVeh</a></p>— Kevin Rincon (@KevRincon) <a href="https://twitter.com/KevRincon/status/847285153801969664">March 30, 2017</a></blockquote>
1- Soruşturma nasıl başladı?
Google’ın Avrupa ve ABD’deki rakiplerinin ilettiği bir dizi şikayet üzerine Avrupa Komisyonu Kasım 2010’da arama devine karşı söz konusu soruşturmayı başlatmıştı. Google’ın yazılı savunmasını yeterli bulmayan ve verdiği taahhütleri yerine getirmediğine hükmeden komisyon, Nisan 2015 ve Temmuz 2016’da ön görüşlerini hazırladı. Google bu ön görüşlere karşı sözlü savunma hakkını kullanmadı. Avrupa Komisyonu dün nihai kararını açıkladı ve tarihindeki en ağır cezayı Google’a kesti. Komisyon, ticari sır niteliğinde bilgiler içeren tam raporunu Google’dan izin almadığı için henüz yayınlamadı (dosyanın tamamını bir kişi okusa 17 bin yıl sürüyor!), fakat karara dair özet bilgi yazısı da epey doyurucu.
2- Bu cezanın sebebi ne?
Bilgi yazısında cezanın nedeni olarak Google’ın, “AB’nin antitröst yasalarını ihlal etmesi” gösteriliyor. “Tröst” kavramı TDK sözlüğünde “tekelci sermayedarlığa dayanan ortaklıklar birliği” diye tanımlanıyor. Komisyonun raporuna göre Google, “internet arama piyasasındaki hakim konumunu kötüye kullanıp ‘karşılaştırmalı alışveriş piyasasında’ rekabeti boğmaya çalışıyor.” Yani bir ürününün (Google arama motoru) sahip olduğu pazar hakimiyetini, bir başka ürününün (Google Shopping adlı fiyat karşılaştırma motoru) lehine “yasadışı bir avantaj” olarak kullanıyor.
3- Yani Google tam olarak ne yapıyormuş?
Türkiye’nin 1980’lerde serbest piyasa ekonomisine geçişinden sonra, özellikle 1990’lardan itibaren, Ferhan Şensoy’un oyununun da etkisiyle “kahraman bakkal süpermarkete karşı” romantizmi başlamıştı.
Bugün de “Kahraman süpermarket dijital devlere karşı” diye özetlenebilecek yeni bir köklü dönüşüm sürecindeyiz ve her romantizmde olduğu gibi yine "değişmeyi reddeden kahraman" kaybedecek.
The Atlantic’in "2017 Büyük Perakende Kıyameti" adını verdiği bu olguya birkaç hafta önce kısaca değinmiştim.
Özetle, Büyük Veri ve Şeylerin İnterneti gibi kavramlar yaygınlaşıp e-ticareti dönüştürdükçe, tüketici davranışlarından şehirlerdeki trafik örüntülerine dek her şey değişiyor.
Geleneksel iş yöntemleriyle yetinen, tamamen fiziksel mağazalara dayanan perakendeciler bu süreçte zorlanıyor, hatta tasfiye oluyor.
“Dijital dev” deyince dünyada akla öncelikle beş şirket geliyor: Google, Facebook, Apple, Microsoft ve Amazon.
Bu teknoloji devileri aynı zamanda dünyanın en büyük şirketleri arasında tepedeki beşliyi oluşturuyor:
Türkçenin bence en güzel kelimeleri, hürriyet ve eş anlamlısı özgürlük... ABD ve Avrupa'nın asırlık gazetelerine konan ve postacılık gibi meslekleri andıran biraz boş isimlere (Times, Post, Herald, Journal vb.) bakınca, gazeteciliğin ruhuna dair çok daha fazla şey söylemiyor mu bu kelimeler?
Sonuçta hürriyet, aynı zamanda Türk demokrasi tarihinin ilk kelimesi… 19. yüzyıldaki anayasa hareketinin çıkış noktası. İstibdadın yasaklı sözü… Milli iradeyi ilk kez vücuda getiren kalabalıkların –“vatan” ile birlikte- tutkuyla haykırdığı slogan… Bayraktarlarından Namık Kemal’in deyişiyle aşık olunası bir figür: “Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet / Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten…”
Hürriyet'in mevcut yazı tipi (font), uğruna şiirler yazılan, filmler çekilen Helvetica fontunun özelleştirilmiş bir versiyonu gibi görünüyor. Daha ilginci, Hürriyet'in fontunun, İsviçre tasarımı olan Helvetica'dan yaklaşık 10 yıl önce üretilmiş olması!
Özellikle 1960'lardan itibaren hızla yayılan ve 20. yüzyılın en popüler fontlarından biri olan Helvetica, gazeteciliğin tarafsızlık ilkesiyle örtüşen bir ilkeden yola çıkarak yaratılmıştı: İnsanı belirli bir izlenime yönlendirmeyen, kendisini değil yazılan sözcüklerin anlamını öne çıkaran nötr bir görünüm.
"Fontun da tarafsızı mı olur?" demeyin.
Türkiye’de medya en ağır eleştirileri hak edecek işleri sık sık yapsa da, son yıllarda yaşanan “son dakika haberi” yoğunluğunun geliştirdiği refleksler sayesinde en azından bu alanda dünya ile yarışabilir düzeyde.
New York’un Times Meydanı’nda geçen hafta yaşanan, bir kişinin öldüğü olayı ilk olarak hürriyet.com.tr’nin, ardından New York Times'ın duyurması bu yüzden tesadüf değil. Diğer Türk haber siteleri de ya New York Times ile beraber, ya hemen sonra okurlarına son dakika bildirimi gönderdi.
New York Times gazetesinin merkez binası olay yerine 5 dakika yürüme mesafesinde olmasına karşın hürriyet.com.tr, üstelik NYT’den daha fazla detayı, doğru ve eksiksiz bir şekilde okurlarına daha hızlı ulaştırdı.
Hürriyet.com.tr, iki ay önce de İngiltere’nin başkenti Londra’da yaşanan araçlı ve bıçaklı terör saldırısını da İngiliz medyasının tamamından daha önce, doğru ve o anki bilgiler itibariyle eksiksiz şekilde duyurmuştu.
25-30 ülkenin en önemli yayıncılarının aplikasyonlarını telefonunda barındıran bir okur olarak, İsveç'ten Avustralya'ya diğer ülkelerde de durumun aynı olduğunu söyleyebilirim.
* * *
Geçen hafta Hamburg’da düzenlenen