Önceki akşamüstü...
Jimmy Wales, dünyanın en büyük ansiklopedisi Wikipedia'yı kurmuş adam... İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin düzenlediği "World Cities Expo Istanbul" etkinliği için 15-18 Mayıs'ta İstanbul'a gelmeye hazırlanıyor.
Birkaç gün önce Türkiye Wikipedia'ya erişimi engellemiş. Bu kriz nedeniyle acaba Wales İstanbul'da İBB'nin etkinliğine katılmaktan vazgeçer mi diye soruyor, bilenler...
"Elbette gideceğim," diyor Wales saf saf, "İstanbul en sevdiğim şehirlerden biri."
İBB ise "O kadar emin olma Jimmy" diyor... Dün yaptığı bir kamuoyu duyurusuyla Jimmy'e yapılan davet geri çekiliyor.
E hani adamı daha geçenlerde, "teknolojiye yön veren küresel bir vizyoner" diye davet etmiştiniz? BTK'dan birkaç bürokrat keyfi bir erişim engellemesi getirince aniden "terörist başı" mı oldu bu adam?
Ama buna da şükretmeli Wales... Ya İBB daveti geri çekmeseydi? Jimmy'yi Atatürk Havalimanı'nda tutuklayıp Silivri'ye göndermek de düşünülebilirdi...
Günümüz çocuklarının onlara sunulanla yetinmediğini, mantık yürütüp ötesini sorguladığını gösteren bir örnekti bu diyalog...
Bu eleştirel bakış giderek daha da önem kazanıyor, çünkü hayatımızı menüler belirliyor.
hurriyet.com.tr ana sayfasından TV'deki akşam bültenine, Facebook haber akışınızdan Google arama sonuçlarına, ilkokul müfredatından şehrinizde hafta sonları alabileceğiniz özel dersleri gösteren panodaki listeye dek, hemen tüm bilgi kaynaklarınız bir menüden ibaret.
Bu hafta sonu yapılacak referandum da TBMM'nin sizin için belirlediği bir menü aslında: Bir maddeyi kabul edip bir başkasını reddetme şansı size verilmiyor örneğin... Fast food restoranlarındaki gibi, bir menü satın aldıysanız, o patates kızartmasını yemeseniz bile parasını ödüyorsunuz.
Eski Google çalışanı Tristan Harris, "Menüyü kontrol eden seçenekleri kontrol eder" diyor. (Bu yazının tamamını okumanızı tavsiye derim)
İnsanların yüzde 90'ının, Google'da bir kelime arattıklarında ilk sayfa ile yetindiklerini biliyor musunuz? Sadece yüzde 10'umuz Google'ın ikinci sonuç sayfasına da bakıyor... Sonrasına bakan ise neredeyse yok gibi...
Bu yüzden "menü okur yazarlığı" kavramı ve çocuklarımızın bu farkındalıkla yetişiyor olması önemli... Ama gerçekten böyle mi yetişiyorlar?
Son 10 yılda en sık ele aldığım konulardan biri basın özgürlüğü oldu. Son olarak, Kadri Gürsel, Murat Sabuncu ve Ahmet Şık gibi saygın gazetecilerin iddianame açıklanmadan aylarca tutuklu kaldığı günlerde, vatandaşın haber alma hakkının önemine dokunduran şu yazıyı yazmıştım. (Yazının tamamını okumak için tıklayın)
Basın özgürlüğünün demokrasimiz için önemini, 15 Temmuz'daki hain darbe girişimi sırasında da görmüştük. Darbecilerin baskınına rağmen hurriyet.com.tr ekibi olarak zor şartlarda nasıl yayınımızı sürdürüp demokrasiye sahip çıktığımızı 17 Temmuz 2016'da size aktarmıştım. (Yazının tamamını okumak için tıklayın)
Facebook'un genel olarak insanlık, özelde medya şirketleri için neden
* Dünyada medya açısından son günlerin en büyük tartışması, ABD Başkanı Trump'ın kurmaylarının "alternatif gerçekler" diye bir kavram ortaya atıp, sonra "medyanın çenesini kapaması gerektiğini" söylemesiyle başladı. New York Times'ın "Trump yalanlarını tekrarlıyor" ve Bloomberg'in "Trump ve ekibi neden yalan söylüyor" başlıkları ile tartışma alevlendi.
* "Hakikat sonrası" dönemde tartışmanın merkezinde Trump'ın söylemleri ve medyanın yazdıkları var. O halde iki somut veri aktaralım: ABD halkının yüzde 49'u Trump'ın yemin konuşmasını "mükemmel" veya "iyi" bulmuş. Ve halkın yüzde 79'u yalan haber gördüğünde bunun yalan olduğunu anladığını söylüyor. Bir başka araştırmaya göre ise yalan habere tıklayan Amerikalı yetişkinlerin yüzde 75'i o haberi gerçek sanıyor. Tüm kurumlara olduğu gibi kamuoyunun istatistiklere güveni de azalıyor. Böyle bir toplumsal gerçeklik var olduğu müddetçe ABD'de ve dünyada siyasi kutuplaşma sürecek, hatta daha da artacaktır.
* Medyaya yönelik tehditler siyasetle sınırlı değil. Bu konuda NYT'de çıkan önemli bir yorum yazısını geçtiğimiz günlerde Jonathan Taplin yazdı. Taplin'e göre telekom şirketlerini unutun, medyada asıl tekeller Google ve Facebook... Bu iki platform, kendileri içerik üretmedikleri halde, başkalarının ürettiği içeriklerin dağıtımında suyun başını tuttukları için oluşan gelirin büyük bir bölümünü elde ediyorlar. Google'ın tasarım etikçisi Tristan Harris, "Menüyü kontrol eden, tercihlerimizi de kontrol eder" diyor. Ve artık insanların en temel menüsü, Google arama sonuçları ve Facebook'un haber akışı... Sorunu çözmek için bu şirketlerin gazetecilik kurallarını da algoritmalarına dahil etmesi gerektiğini geçtiğimiz aylarda yazmıştım.
* Batı'da Google ve Facebook gibi şirketler kişisel verileri hortumlarken, Doğu'da ise otoriter devletler bunu yapıyor. Yine de örneği tam bir "dijital distopya" yaşayan Çin'e kıyasla Batı demokrasinin durumu daha iyi, çünkü en azından kuralları belli... En azından şimdilik...
1) Steam: İçerik üretiminden dağıtım platformuna
1990'ların sonunda Half-Life ve Counter-Strike oyunlarını üreterek büyük üne kavuşan ABD merkezli Valve şirketi, 2000'lerin başında Steam platformunu kurdu. Böylece ağırlığı, oyun üreticiliğinden, oyun dağıtımcılığına kaydırdı.
Bugün onlarca ülkede 120 milyonu aşkın Steam kullanıcısı hemen her şirketin ürettiği binlerce oyunu bu platform üzerinden indirebiliyor. Steam, karşısında, çok daha büyük bir oyun firması olan EA Games'in yarattığı Origin platformu olmasına rağmen bu başarıya nasıl ulaştı? Bence özetle:
- Yeni oluşan bir sektöre, doğru fikirle, doğru zamanda girdiler.
- İçerik üretirken edindikleri deneyim ve verilerden, bu yeni rotada etkin şekilde yararlandılar.
TÜRKİYE
* Kadri Gürsel ve Murat Sabuncu gibi gazeteciliğine hepimizin kefil olacağı çok sayıda meslektaşımız 2 ayı aşkın süredir hapiste... Ortada iddianame yok ve kendilerine sadece yazdıkları haber veya yorumları yahut tweet'leri soruluyor, aileleri ve avukatları dışında ziyaretçilere izin verilmiyor, mektuplar iletilmiyor, kimisi soğuk koğuşlarda tutuluyor.
* Tutuklu gazeteciler arasına geçen hafta Ahmet Şık da katıldı. Eğer Ahmet Şık hapse girmişse, bilin ki, gecenin en karanlık olduğu noktaya varmışızdır. Bundan sonra hava yavaş yavaş aydınlanmaya başlar... 2011'i hatırlıyorum: FETÖ siyasal iktidarın gözleri önünde Şık ve Nedim Şener'i hapsederken ne kadar karamsardık değil mi? Büyük bir güç, kötücül bir ittifak demokrasinin çok sesliliğini acımasızca eziyordu. Peki sonra ne oldu? FETÖ'nün çökmeye başlaması gibi, bugün demokrasiyi boğmaya teşebbüs edenler de uzun vadede bozguna uğrayacak; Türkiye'de yine demokrasi kazanacak. 150 yıldır hep böyle oldu.
* FETÖ'nün geçmişte her tür eleştiriyi Ergenekon'a bağlaması gibi, bugün de yandaş medya her tür eleştiriyi FETÖ'ye yahut 'üst akıl'a, o da olmazsa eleştirel kesimlere ve muhalif isimlere bağlıyor. Sabah'ın internet sitesinde imzasız yayınladığı (ve tepkiler üzerine epey değiştirdiği) metnin demokrasi için ne kadar korkunç bir tehdit olduğunu, yahut Akşam'ın sık sık yaptığı aynı ölçüde tehlikeli yayınları kayda geçirmek gerekiyor. Cenazeler toprağa verilmeden bu yayınları yapanların terör kurbanlarına da saygısı yok. Ama unutmayın: Bir zamanlar Taraf veya Zaman da böyle yapardı. Şimdi nerede o "gazeteciler"? Sabah ve Akşam'da çalışan demokrat kaldıysa, bu soruyu kendisine sormalı.
1) Trump neden kazandı?
Çünkü ABD'de çok büyük bir kitle, Hillary Clinton ile kıyaslandığında Trump'ın "kötünün iyisi" sayılabileceğine ikna olmuştu... Medya bu ikna sürecinde önemli rol oynadı.
Köklü medya