Paylaş
Ukrayna’daki hükümet karşıtı gösterilerle Gezi Parkı eylemleri arasındaki benzerlikleri, yahut Yunanistan, Japonya, İspanya ve Uruguay'dan art arda gelen haberleri gören dikkatsiz bir okuyucunun, ilk bakışta bir uluslararası komplodan şüphelenmesi normaldir.
Oysa bu benzerlikler, 2013 yılı içinde dünyada yaşanan toplumsal ve siyasal gelişmeleri daha geniş ve derin bir bakışla inceleyenlerin gözüne küresel bir komplo gibi değil, doğal bir sonuç olarak görünür.
* * *
2008'de başlayan Büyük Resesyon'un yarattığı dip dalgalarının yakında kıyıları dövmeye başlayacağını Mayıs 2012'de yazmıştım.
Bu yılın sonlarına doğru bitme sinyalleri vermeye başlayan krizin beş yıldır üst üste yığılan tüm etkileri 2013’te bardağı taşırdı.
Kriz, gelişmiş ülkelerde ekonomiyi hemen her alanda son birkaç on yılın en düşük noktasına çekerken, Yunanistan ve İspanya gibi zayıf halkalar tam anlamıyla dibe vurdu.
Gelişmekte olan ülkeler ise bu sayede gelişmiş dünyadan kaçan ek kaynaklara (sıcak para, doğrudan yatırımlar, vb.) kavuştu. Böylece bu ülkelerde milyonlarca insan yoksulluktan kurtuldu.
Fakat hem gerileyen zengin ülkeler, hem de “kalkınan” yoksul ülkelerde bu değişimler, dengeli ve eşitlikçi olmadı.
Pew’un Kasım 2013’te yayınladığı araştırma, bugün dünyada bir numaralı sorunun “eşitsizlik” olduğunu gösteriyor.
Araştırmaya göre Avustralya, Bolivya, Malezya ve Venezuela hariç tüm dünyada halklar, "milli sistemlerinin zenginleri kayırdığını" düşünüyor.
Sadece gelir dağılımındaki uçurumlar değil, eğitim ve sağlığa erişim gibi konularda da eşitsizlik, yakıcı hale geldi.
Ekonomik büyüme, kırsal kesimden kentlere göçü kamçılarken, “merkez” ve ‘çevre’nin arası açıldı. Dönemsel nüfus patlamalarının yarattığı kuşaklar arası fark iyice derinleşti.
Kamuoylarındaki bu güçlü algıya, 2014’te sürmesi beklenen yaygın işsizlik gibi bir gerçeklik eklenince, uzun vadeli siyasi ve ekonomik çalkantılar kaçınılmaz hale geliyor.
* * *
Pew’un listesinde “eşitsizlik” algısının en güçlü olduğu ülkelerde (Yunanistan, İtalya, İspanya, Lübnan, Tunus, Türkiye, Pakistan, Şili, Brezilya) neredeyse eşzamanlı toplumsal patlamaların yaşanması bu yüzden normaldi.
AB üyesi ülkelerde taleplerin niteliği (Macaristan’daki anayasalcı hareket ve Romanya’daki çevreci protestolar), Batılı liberal demokrasinin karakterini simgeliyordu.
Fakat sistemik dönüşüm sürecinde olan (Mısır), toplumsal kutuplaşmadan mustarip (Tayland) yahut kuvvetli dış baskılar altındaki (Ukrayna) genç demokrasilerde protestolar, rejim karşıtı isyanlara dönüştü.
Bu genel manzaraya bakıldığında tüm dünyada en ilginç, en çok araştırılmaya değer örneklerden birini Türkiye’nin verdiğini söylemek mümkündür.
Çünkü Türkiye, farklı ülkelerde görülen apayrı dinamikleri belirli ölçülerde kendi bünyesinde toplamıştır:
Batı liberalizmi ekseninde yer alan, ama sistemik dönüşümünü sürdüren, toplumun kutuplaştığı, ekonomik eşitsizliklerin derinleştiği, muhtelif dış baskılarla karşılaşan; ne genç, ne de yaşlı sayılabilecek bir demokrasidir Türkiye…
* * *
Türkiye'de mevcut hükümet 2002'de iktidara geldiğinde, ismiyle dahi, "eşitlikçi bir ekonomik büyüme" (Adalet ve Kalkınma) vaadediyordu.
11 yıl sonra gelinen noktada hükümetin, dünyadaki elverişli koşulların da yardımıyla ilk sözünü tuttuğu ve ekonomik büyümeyi sağladığı görülüyor.
Fakat Pew araştırmasındaki somut veriler ışığında hükümetin Türkiye'de "eşitliği" sağlayamadığı da ortada. Dahası, bu yıl yaşadığı ilk ciddi krizde demokrasi sınavını geçtiğini söylemek de mümkün değil.
Merkez sağın iktidarda olduğu neredeyse tüm ülkelerde görüldüğü gibi (örneğin Macaristan ve Ukrayna) Türkiye'de de hükümet, krizin kökenindeki unsurları (eşitsizlik, kutuplaşma, demokratikleşmedeki duraksama) ortadan kaldırmak yerine, bu yıl onları daha da körükledi.
Kimilerinin ayakkabı kutusundan milyonlar çıktığını gören ve kendi kutusunda ancak delik pabuçlar bulan "çevredeki" kitlelerin, "eşitliğin" sağlandığına inandırılması, ne kadar güçlü olursa olsun "merkezden" gelen yönlendirmelerle mümkün olmayacak gibi...
* * *
Bu perspektiften 2014'e bakıldığında, halka verdiği sözleri tutamayan merkez sağ iktidarların, "ilerici" oldukları algısıyla birlikte sandıkta da güç kaybedeceği öngörülebilir.
Uluslararası sağ hareketlerin zayıflamasıyla oluşacak boşluğu, "Yeni Sol" ve "ulusal sağ" hareketlerin doldurmaya çalışması beklenebilir.
Bu noktada birçok risk ortaya çıkacaktır:
İktidardaki sağ, güç kaybetmemek için demokratik ilkeleri (hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı, vb.) zedeleyecek adımlar atabilir.
Alternatif olma iddiasındaki "ulusal sağ" hareketler, Macaristan ve Ukrayna'da görüldüğü gibi, ırkçı ve ayrımcı bir karakter sergileyebilirler.
Yeni Sol'un lidersiz taban hareketleri ise patlayıcı gücünü, iktidar için yetecek bir organizasyona dönüştüremeyebilir. Veya iktidar olsalar bile, devralmaları muhtemel "enkazı" tamir etmeyi başaramayabilirler.
Kısacası, hangi ülkede kim iktidar olursa olsun, 2014'te de eşitsizliklerin ortadan kalkmayacağı birçok ihtimal söz konusu.
Ama daha uzun vadeli baktığımızda, bu yıl Gezi Parkı'na sahip çıkarak ülke tarihinde yeni bir sayfa açan barışçı gençlerin, Türkiye'de demokrasinin geleceği için parlak bir sinyal verdiğini söyleyebiliriz.
Dünya bu haldeyken, umudumuzu korumamızı sağlayan o gençlere, bilhassa bu yolda hayatlarını veya sağlıklarını kaybedenlere, şükranla...
Tüm Türkiye'ye iyi yıllar...
Paylaş