Paylaş
Gazetelerde okumadan önce hiç aklıma gelmemişti. Şöyle kabaca bir hesap yaptım, yaptığıma pişman oldum!
Biliyorsunuz, Türk vatandaşları dünyanın dört bir yanına vizeli gidebiliyor. Bizden vize istemeyen ülkelerin sayısı ise iki elin parmaklarını geçmiyor.
Yolunuz nereye düşecekse, önce o ülkenin büyükelçiliğine veya konsolosluğuna gideceksiniz.
Eğer sıradan vatandaş iseniz, oralara başvuru yaptıktan sonra günlerce bekleyeceksiniz.
Karda, kışta, yağmurda, güneşin altında...
Çoğu büyükelçilik ve konsoloslukta, eşek muamelesi göreceksiniz.
Dahası, çektiğiniz işkenceye karşılık üste vize parası vereceksiniz!
Kimi 20 dolar, kimi 50 dolar.
Eğer unvanı olan bir kişi iseniz, büyükelçilik ve konsolosluk yetkilisine haber göndereceksiniz:
‘‘Aman benim vizeyi bugün verin...’’
Türkiye'deki diplomatik temsilcilikler de bizim devlet daireleri gibi olmuş. Torpil çalışıyor. Telefonla, araya adam koyarak ricada bulunuyorsunuz ve sizi genelde kırmıyorlar. Vizeniz bir günde çıkıyor ama siz de parayı bastırıyorsunuz.
Bedava iş yok!
Parayı bastıran ve sözü geçen, vizeyi hemen alıyor.
***
Birkaç ay önce bir yabancı diplomatla muhabbet ediyorduk. Söylediği sözleri duyunca çok şaşırmıştım ve hiç unutmadım:
‘‘Bizim Türkiye'deki harcamalarımızın büyük bir bölümünü vize parasıyla karşılıyoruz. Örneğin büyükelçiliğimizin bütün yakıt, bakım ve onarım harcamalarını bu paradan çıkardığımız gibi, üste para da kalıyor. Vize vermeyi biraz daha gevşetsek, diplomatlarımızın maaşlarını bile rahatça çıkarırız...’’
Türkiye'de yurtdışına gitmek için yoğun bir talep var. Bizi zaten bu yüzden Avrupa Birliği'ne almıyorlar. Biliyorlar ki, aldıkları günden başlayarak birkaç milyon Türk, soluğu Avrupa'da alacak ve heriflerin başına orada dert olacak!
***
Evet, vize paralarını bunların ‘‘kumbarasına’’ her gün şakır şukur atıyoruz. Hesabını nasıl yapmak gerekir, bilemiyorum.
Acaba bunlara günde toplam 500 bin dolar mı ödüyoruz, bir milyon dolar mı?.. Daha mı az, daha mı çok?..
Bir ülke düşünün ki, insanlarına neredeyse bütün dünya vize uyguluyor!..
Ve aynı ülkeyi düşünün ki, o pek çok ülkeye vize uygulaması yapmıyor!
Örneğin Yunanistan bizden vize istiyor, biz Yunanistan'dan istemiyoruz. Buna karşın, Bulgaristan'daki soydaşlarımız Türkiye'ye gelebilmek için vize almak zorunda!
İran'dan vize istemeyiz, bir milyona yakın İran uyruklu Türkiye'de yaşar ve her türlü karışık iş bizim topraklarımızda çevrilir.
Rejim yandaşları, rejim karşıtları, uyuşturucu kaçakçıları... Ve aralarındaki hesaplaşmanın en büyüğü Türkiye'de olur.
Türkiye'nin ‘‘vize’’ işine benim şahsen aklım hiç ermez.
UYUTULAN TELİF HAKLARI
‘‘Yalan değil, pek kolay olmayacak unutmak...’’ ‘‘O ağacın altını şimdi hatırlar mısın...’’ ‘‘Seninle bir sonbahar mevsimiydi...’’ ‘‘Veda busesi...’’ ‘‘Bülbülün çilesi yanmakmış güle...’’ ‘‘Gitmek mi zor...’’ ‘‘Bir gün karşılaşırsak ayrıldığımız yerde...’’
Yukarıdaki şarkılar, ünlü bestekâr Yusuf Nalkesen'in bestelerinin bir bölümü.
Nalkesen'den dün aldığım mektubu özetleyerek yayınlıyorum:
‘‘Şu anda 75 yaşımın içindeyim. Gasp edilen, çiğnenen telif haklarımızın korunması ve kollanması için kaleminizin feryadını dilemekteyim.
En kutsal haklarımızdan biri olan telif hakları, TRT tarafından çiğnenmektedir. Rahmete karışmış nice üstatların feryatları ve sızlayan kemikleri, hiç umurlarında değildir.
Eserlerimiz sürekli icra ediliyor ama tam 24 aydan beri telif haklarımız verilmiyor. Nerede insan hakları, nerede telif hakları?
Size telif hakları yönetmeliğini gönderiyorum. Hem rahmete kavuşmuş olanlara, hem de bu alemde misafir olan bizlere sahip çıkmanız için kaleminize sığınıyorum...’’
***
Yusuf Nalkesen, mektubunun ekinde şarkılarının TRT televizyonlarında ve radyolarında hangi tarihlerde kaç kez okunduğunun çizelgesini de göndermiş.
Türkiye'de her konuda olduğu gibi, telif hakları konusunda da çivinin çıktığı anlaşılıyor.
Bir devlet kurumu olan TRT iki yıldan beri bestecilerin, sanatçıların telif haklarını vermiyormuş.
Acaba özel kanallar veriyor mu?
Bilmiyorum.
Bir ülkede yozlaşma başlayınca, her şey birden yozlaşır.
Yusuf Nalkesen gibi milyonlarca insanın gönlünde taht kurmuş sanatçıları böyle mektuplar yazmak zorunda bırakmak ayıp değil midir?
Yasa çıkaracaksınız, yönetmelik çıkaracaksınız, kâğıt üzerinde güzel hükümler getireceksiniz ve sonra hiçbirini uygulamayacaksınız!
75 yaşındaki bir besteci ve diğerleri, hakkını, hukukunu neyle ve nasıl koruyacaktır?
Arkalarında medya ordusu ve fedailer bulunmayan, baldır bacak açmaları mümkün olmayan, soytarılık yapmayan gerçek sanatçıların haklarına kim sahip çıkacaktır?
Paylaş