TÜRKİYE’de bazı kesimlerde yanlış bir algılama var. Buna zaman zaman hepimiz tanık oluyoruz.
Din baronlarını, din ticaretini, din sömürüsünü, Allah’la kulun arasına girip malı götüren uyanıkları eleştirenleri ve insanları dinimizden soğutanlara karşı tavır alanları ‘din düşmanı’ olarak görmek ve göstermek!
Oysa bu suçlamaya hedef olan kişilerin çoğu, suçlayanlardan daha Müslüman’dır. Yüreklerinde, vicdanlarında Allah korkusu, Allah sevgisi kendilerini suçlayanlardan çok daha fazladır.
Onlar için Müslümanlık, Allah’la kul arasında yaşanan kutsal bir inançtır. Onlar din sömürüsü, din ticareti yapmaz. Müslümanlıktan rant elde etmez.
Burada birkaç kez sordum... Camilere niçin Türk bayrağı asılmaz? Ekipten hemen tepki geldi: ‘Vay, din düşmanı! Bayrak millidir, camiler ümmetin yeridir! Camide bayrak olmaz.’
Hep böyledir. Bunları zayıf yerlerinden yakalayınca din düşmanı ilan edilirsiniz!
* * *
Camilerde her gün ezan okunur. Bir tek müezzin bile zahmete katlanıp minareye çıkmaz. Elindeki mikrofonu kullanıp ezanı aşağıdan okur! O halde aklıma sormak gelir:
‘Camilere niçin minare yapılıyor? Bu durumda camilerde minarenin anlamı nedir?’
Bir başka önemli olay, özellikle sabahın erken saatlerinde okunan hoparlörden okunan ezan.
Her yerde cami var, camilerin çevresinde evler var. Bu evlerde küçük çocuklar, hastalar, yaşlı insanlar yaşıyor. Bazıları işe, okula gidecek... Ve daha gün doğarken, milyonlarca insanımız her sabah ezan sesiyle uyanmak zorunda kalıyor.
Gazeteci arkadaşımız Nurettin Kurt, Ankara’nın Yenimahalle semtinde oturuyor. Evinin hemen yanında Tarım Bakanlığı işletmelerine ait bir cami. Bütün siteler ve mahalle her gün o saatlerde ezan sesiyle uyanıyor. Herkes şikáyetçi. Arkadaşımız gündüz saatlerinde bir gün caminin imamına gidip rica ediyor...
‘Hiç değilse sabah ezanında şu hoparlörü biraz kısın. Bütün mahalle şikáyetçi. Benim oğlum her sabah yatağından zıplayarak uyanıyor. Uykusuzluktan hasta olduk...’
Hiçbir şey değişmiyor.
Nurettin bununla yetinmiyor. Üşenmiyor, ezan sesiyle uyandıktan sonra birkaç sabah camiye gidiyor... Ve içeride namaz kılmaya gelmiş bazen 2, bazen 4 kişi görüyor. ‘Şimdiye kadar 5 kişi görmedim. Sırf bu uykusuzluk yüzünden evimden taşınacağım’ diyor.
* * *
Çağımızda her şey elektronik. Çalar saatler, uyandırma servisleri, her şey var. Acaba kaç kişi hoparlörden müezzin sesiyle uyanmayı bekler? Zorunlu olarak uyananlardan kaç kişi sabah namazına gider?
Bunca insanı her sabah hoparlörle uyandırmanın anlamı nedir?
Hemen her mahallede birbirine 100-200 metre uzaklıkta camiler... Ve bunlarda ezanın biri biterken öbürleri başlıyor.
Bu kadar cami yapacağımıza, bunun onda biri kadar okul yapmayı becerseydik, belki eğitim sorununun bir bölümünü çözmüş olurduk.
Beğenmediğimiz Mısır’da bile ezanın merkezi olarak radyodan okunmasına karar verildi.
* * *
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, tüm valilik ve müftülüklere bir genelge göndermiş. Ezan ve sala dışında minarelerden hoparlörlü yayın yapılmamasını istiyor. Ayrıca müftülüklerin, hoparlörlerin ses düzenini ‘yakın komşuları rahatsız etmeyecek bir biçimde’ ayarlamasını istiyor.
Bizim Süleyman Demirkan’ın haberine göre Bardakoğlu minarelerden yükselen gürültü kirliliğine el koyuyor.
Ancak bu yetmez. Bu genelge iyi niyetlidir de, Türkiye’de uygulanmaz.
Genelgeye mutlaka ‘sabah ezanı kesinlikle hoparlörden okunmayacak’ hükmünün konulması gerekirdi.
Önümüz ramazan. Hoparlörden sabah ezanı yanında bir de davulcular devreye girecek! Gecenin karanlığında -sahur öncesi- ortalık gümbür gümbür davul sesleriyle inleyecek. Sonra bahşişçiler kapılara dayanacak!
1500 yıl öncesinde yaşamıyoruz. Birileri söveceğine, bunları dile getirenleri din düşmanı olmakla suçlayacağına, artık düşünsün:
Acaba bu uygulamalar insanları güzel dinimizden soğutuyor mu, soğutmuyor mu?