Emin Çölaşan: Hesap sorulacak mı?

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

Dünkü yazımda da belirtmiştim, Türkiye'de pek çok şey gibi bankacılık olayının da cılkı çıkmış durumda. Ağzı olan konuşuyor, bazıları da banka sahibi olup tokatçılık yapıyor.

Önceki gün beş bankaya devlet el koydu. Demek ki öyle gerekiyordu. Peki ama iş bu aşamaya nasıl geldi?

Bunları izleyen makamlar, kurullar yok muydu? Gerçekler birkaç gün içinde mi ortaya çıktı?

Bizde artık yol olmaya başladı. Önüne gelen banka kuruyor.

Sonra inanılmaz reklam kampanyaları başlatılıyor, yüksek faiz vaatleriyle halkın parası bu çurçur bankalara çekiliyor. Hatta bu reklamlarda bazı gazetecilere de rol veriliyor. Tabii çok yüksek paralar karşılığında.

Paralar toplanıyor, bundan sonraki aşamada ya banka sahibinin şirketlerine hortumlanıyor, ya geri gelmesi mümkün olmayan yerlere, ya da bizzat ceplere!

Bankanın içi boşaltılıyor.

Bu süreç uzun zaman devam ediyor. Ne zaman ki alarm zilleri devlet kapısında, yani bu bankaları izlemekle yükümlü olan kuruluşların kapısında çalmaya başlıyor, işte o zaman el konuluyor...

Ve halka güvence veriliyor:

‘‘Merak etmeyin, mevduatınız devlet güvencesi altındadır. Hiçbir şey olmayacak...’’

Bunu demek kolay. Ama işin bir de sonrası var. Bu bankalarda buharlaşan para bir daha gelmiyor. Bir bölümü gelse bile, yıllar alıyor.

Sonuçta devletin kaybı trilyonlarla ölçülüyor ve aslında paralar şu veya bu biçimde bizim cebimizden çıkıyor.

***

Vurgunun daha ilginç bir yanı var. Türkiye'de parayı bastıran banka sahibi oluyor. Bunlardan bazılarına bir bakıyorsunuz, aklınız duruyor.

Adam büyük kumarbaz. Adam sosyete bülbülü. Adamın ciddi bir tek yatırımı yok. Rantiyelikten, arsa dümenlerinden, tefecilikten, binbir karışık işten büyük paralar kazanmış, askerliğini bile dövizli yapmış. Kendisini düzmece belgelerle yurtdışında çalışıyor göstermiş, karşısına çıkan ilk bankayı satın almış. Sonra gelsin reklam kampanyaları, gelsin paralar.

Bankayı satın alıyor, başına eski Hazine mensuplarını, büyük bankaların eski genel müdürlerini, ya da tamamen kendi adamlarını getiriyor. Bankanın içi, bunların gözlerinin önünde ve kendi imzalarıyla boşaltılıyor.

Burada isim vermek istemiyorum. Bir banka sahibi düşünün ki, birkaç yıl önce iflas etmiştir ama özel uçağı, yatı vardır. Korkunç boyuta ulaşan serveti karısı ve yakınları üzerinedir. Bu gibiler banka sahibi olmuş, şimdi devlet bankaya el koymuştur.

***

Türkiye'nin sorunu işte burada başlıyor. Bu adamlardan hesap soran yok.

Patronlar, genel müdürler, yönetim kurulu üyeleri ve diğer yöneticilerden hesap sorulmuyor.

Belki göstermelik bir soruşturma başlatılıyor. Ancak adamların hepsi para babası. En baba avukatlar onları büyük para karşılığında savunuyor. Açılar davalar çıkmaz ayın son çarşambasına erteleniyor.

Halkın parası bunların servetlerine şu veya bu biçimde eklenmiş oluyor. Halkın yatırdığı trilyonlar ya kendi şirketlerine, ya da ceplerine hortumlandığı ile kalıyor.

***

Türkiye'de bugüne kadar nice bankaya el konuldu, nice banka battı. Kimden hesap soruldu? Kim hangi cezayı aldı? Bankasıyla birlikte kendisi de batan onurlu bir işadamı gördünüz mü bugüne kadar?

Böyle bir laçkalık dünyanın neresinde olabilir?

Şimdi ben burada hükümete soruyorum:

‘‘Beş bankaya el koydunuz. Bunların patron ve yöneticileri hakkında ne yapılacak? Bunlara ne gibi ceza verilecek? İçeri girecekler mi? Malvarlıklarına el konulacak mı? Bunlar yasal önlemlerle nasıl pişman edilecek?..’’

Hiç merak etmeyin, hem bu sorulara yanıt gelmeyecek, hem de bu adamlara hiçbir şey olmayacak. Bunlara da bir şey olmadığını gören bazı uyanıklar, bir süre sonra yine piyasaya girip banka satın alacaklar ve aynı filmi birkaç yıl sonra yeniden izleyeceğiz.

Bir bakacağız ki yakın bir gelecekte örneğin Jet Fadıl, Yahya Demirel gibi birileri karşımıza banka sahibi kimliği ile çıkacaklar.

***

Türkiye'de bakkaldan ekmek çalsanız içeri girersiniz. Ama banka batırır, bankanın içini boşaltır, trilyonları lüplüp ederseniz bir gün olsun ceza almazsınız. Son olayda da böyle olacak.

Tam tersine, onlar ihya olup kalkınırlar... Çünkü servetlerine servet eklemiş olurlar.

Kamu vicdanı işte bu nedenle isyan ediyor... Çünkü bizim ülkemizde yapanın yanına kár kalıyor.

DEPREM TELEFONU

Yalova'da yazlık Aydın sitesi, diğerleri gibi depremde çöktü. Sitenin yerinde şimdi yeller esiyor. Dümdüz bir toprak yığını. Oradaki dairelerden birinin 351 53 54 numaralı telefonuna ait makbuz elimde. Telefon 17 Ağustos deprem gününden beri kullanılmıyor, o da toprak altında!

Bu telefona birkaç gün önce, yani depremden tam 4 ay sonra 10 milyon 475 bin liralık ödeme makbuzu geliyor.

Hem de ‘‘Kasım 1999 dönemi’’ olarak!

Kullanılması mümkün olmayan bir telefondan nasıl para isteniyor? Paranın önemli bir bölümü taksiti aşan konuşma! Dört aydan beri çalışmayan bu telefondan kim hangi konuşmayı yapmış?

Aynı şey herhalde binlerce depremzede yazlıkçının çalışmayan telefonları için yapılıyor. Türk Telekom'dan bir açıklama bekliyorum.

Yazarın Tüm Yazıları