Eski hamam eski tas tellaklar değişti

DÜN Ankara’nın başkent oluşunun 83. yıldönümü idi. Bu olay ve sonrası, yakın tarihimizin ilginç kesitlerinden birini oluşturuyor. Bunları daha önce de yazdım, bu süreci iyi bilmek gerekiyor... Çünkü dün yaşadıklarımız, bugün başımıza gelenlerin adeta bir kopyası.

Yıl 1923. İstiklal Harbi kazanılmış, vatan kurtarılmış, yeni bir devlet kurulmuş. Yoksul, çaresiz, savaş yorgunu ama onurlu Türkiye, ayaklarının üzerinde durmaya çalışıyor. Elde avuçta sefalet, fakirlik ve her şeyi ile çökmüş bir vatandan başka bir şey yok. Yol, fabrika, sanayi, ticaret, tarım, insan gücü, hiçbir şey yok.

Temmuz 1923. Lozan Antlaşması imzalanıyor, vatanın bağımsızlığı diğer uluslar tarafından kabul ediliyor, başımızdaki kapitülasyon belası kaldırılıyor.

13 Ekim 1923. Tek maddelik bir kanunla, Ankara’nın başkent olması Meclis tarafından kabul ediliyor. Bozkırdaki tozlu, bakımsız, yolu, suyu, konutu olmayan Anadolu kasabası, artık yeni devletin simgesidir.

Aradan 16 gün geçiyor ve 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan ediliyor. Süreç artık başlamıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde genç devlet, dünyaya karşı kişiliğini adım adım kazanacaktır.

Şimdi gelelim öykümüzün en can alıcı bölümüne. Ankara başkent olmuştur ama savaşta yendiğimiz emperyalist ülkeler bu kararı tanımazlar. Evet, yanlış okumadınız. Tanımazlar! Osmanlı döneminde, hepsinin büyükelçiliği eski başkent İstanbul’dadır. Temsilciliklerini Ankara’ya getirmeyi reddederler. Türk hükümeti bunlara sürekli çağrıda bulunur ama sonuç değişmez.

Dünya diplomasi tarihinde böyle bir olay olmamıştır.

Direnenlerin başını İngiltere çekmektedir. Fransa, İtalya ve diğerlerinin tavrı da aynıdır. Arşivler artık açıldı. Bu büyükelçiliklerin kendi ülkeleriyle bu konuda yaptıkları resmi yazışmalar bugün elimizde. Bunlarda hep şu görüşe yer verilir:

"Cumhuriyet rejimi tutmayacak ve çökecektir. Dolayısıyla, İstanbul yeniden başkent olacaktır. Büyükelçiliği Ankara’ya taşımaya gerek yoktur."

Aradan iki yıl geçer. 1925 yılında Ankara’da sadece iki büyükelçilik vardır. Sovyetler Birliği ve Afganistan. Genç Cumhuriyet rejimi, bunu bir onur sorunu yapar. Sürekli girişimde bulunur ama sonuç alamaz.

Avrupalılar da bir yerde haklıdır! İstanbul’daki büyükelçilikleri genelde Boğaz kıyısında, ya da kentin en seçkin yerlerindedir. Sosyete, kaymak tabaka oradadır. Şimdi ne yapacaklardır bir oteli bile olmayan bozkır kasabası Ankara’da! Gerçi yeni devlet, onlara kasabanın en çok gelişecek yerlerinde büyükelçilik binalarını yapsınlar diye bedava arsalar vermiştir ama kime ne! İstanbul’daki İngiltere Büyükelçisi Henderson, Londra’ya yazıyor:

"Ankara’nın başkent olarak kalması, Mustafa Kemal’in plan ve ihtirasları için gereklidir. Ben bugünkü Büyük Millet Meclisi’nin iki yıllık ömrü olacağını ve Ankara’nın da iki yıl başkent kalacağını sanıyorum. İstanbul’un çekim gücü fazladır ama Türk hükümetini tekrar Boğaz kıyısına çekebilmek için iki yıldan fazla zaman geçebilir."

***

Aradan tam altı uzun yıl geçer ve direniş cephesi 1929 yılında önce İtalya ile çökmeye başlar. Bu ülke, büyükelçiliğini Ankara’ya taşımaya karar verir. Ardından Fransa çözülür... Ve İngiltere, büyükelçiliğini İstanbul’dan Ankara’ya 1930 yılında, Ankara’nın başkent oluşundan tam yedi yıl sonra getirir. İşte, Ankara’nın başkent olmasından sonra yaşanan serüvenin bir bölümü böyledir!

Genç Cumhuriyet rejiminin bu emperyalist ülkelerle her konuda nasıl boğuştuğunu, adamların bizi nelerle uğraştırdığını, ayağımıza çelme takmak, bizi zayıf düşürmek, peşlerinden koşturmak, incitmek, küçümsemek ve adam yerine koymamak için ne gibi oyunlara başvurduğunu görüyor musunuz!

Ankara’nın başkent olmasından sonraki olayları, Büyükelçi Bilal Şimşir’in "Ankara Ankara... Bir Başkentin Doğuşu" isimli kitabından okuyunuz. (Bilgi Yayınevi). Bir ibret belgesidir. Şimşir bu "macera romanını" belgelerle aktardıktan sonra şöyle diyor:

"Böyle bir ’ikilik’ tarihte görülmüş değildir. Bir devletin başkenti bir şehirde, o devlette görevli yabancı diplomatik temsilciler ise başka şehirde! Yeryüzünde hiçbir devlete böyle bir muamele reva görülmemiştir. Başka devletler de tarih içinde başkent değiştirmişlerdir. Başkent değiştirmek veya yeni bir başkent kurmak, bir devletin egemenlik hakkıdır. Başkentini değiştirdi diye cezalandırılan yalnız Türkiye olmuştur. Ankara’yı başkent yaptı diye yeni Türk rejimi yıpratılmak, devrilmek istenmiştir. Türk’ün en doğal hakkı, adeta bir suç gibi görülmüştür. Türk ulusu bu en doğal hakkını kabul ettirebilmek için akla karayı seçmiştir."

O gün tepemize binenler aynı işi şimdi farklı yöntemlerle, AB şemsiyesi altında yapıp bizi aşağılıyorlar. Eski hamam eski tas, sadece zamanla tellaklar değişti.

Bizi yönetirken alet olanlar, göz yumanlar utansın. Eğer utanma duyguları kaldıysa.
Yazarın Tüm Yazıları